TÜRKÇENİN İZİNİ SÜRENLER – 6
Dr. İvan Pavlii: “Yunus Emre’yi Kardeşim gibi Hissediyorum.”
İvan Pavlii Kimdir?
İvan Pavlii, Ukrayna’da dünyaya gelen bir yazar olup Kiev Üniversitesi Mütercim Tercümanlık bölümünden mezun olur (1993-1998). Doktorasını Azerbaycan Slavyan Üniversitesi Çeviri Teorisi ve Uygulaması üzerine yapar. Çalışmalarına Kanada’da devam eden İ. Pavlii, Türk dili üzerine yaptığı çalışmalarla ülkemizde tanınır.
Erdal KARAMAN: Bize kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
İvan PAVLII: Ben Ukrayna’nın başkenti Kiev’de doğdum ve büyüdüm. Kiev Dil Bilimleri Üniversitesi Türkçe Mütercim-Tercümanlık Bölümünde lisans ve yüksek lisans yaptıktan sonra Azerbaycan’a taşındım. Orada uzun süre yaşadım, edebî çeviri alanında doktora yaptım. Sonra İstanbul’da yaşadım, Yeditepe Üniversitesi Çeviribilim Bölümünde öğretim üyesi olarak çalıştım. Birkaç kitabım ve makalem yayımlandı. Ukrayna’da savaş başladıktan sonra Kanada’ya taşındım. Şu an eşim ve üç oğlumla birlikte burada ikamet ediyoruz.
E.K: İvan Bey, siz Türkçenin yanında hangi dilleri biliyorsunuz?
I.P: Ana dilim Ukraynaca. Rusçanın yanında Azerbaycan Türkçesi de ana dilim gibi oldu. İngilizce, Arapça ve Eski İbranice dillerini uzman seviyesinde biliyorum. Bunun yanında Gürcüce ve Farsçayı öğrendim. Her iki dili temel seviyede kullanabiliyorum. Grameri çok iyi öğrendim ama anlamada ve konuşmada biraz zorlanıyorum. Bu dillerde metinleri sözlükle okuyup yazabiliyorum. Bunların yanında eski Yunancada bir hayli ilerledim, hâlâ gramer üzerinde çalışıyorum.
E.K: İlk öğrendiğiniz yabancı dil hangisidir?
I.P: İngilizcedir. Ortaokul ve lise programımızda İngilizce vardı. Hâlbuki okulda onu doğru dürüst öğrenememiştim. Liseyi bitirdikten sonra bir çocuk tiyatrosuyla birlikte ABD’ye gittim. Orada bir ay Amerikan bir aile yanında kaldım, İngilizce konuşmaya mecbur oldum. Bu deneyim bana çok yardımcı oldu. Ukrayna’ya geri döndüğümde bu dili anlayıp konuşabiliyordum. Daha sonra üniversiteye girdim ve Türkçe öğrenmeye başladım, zaten o yıllarda İngilizcemi de çok geliştirdim.
E.K: Sizin dil öğrenmede takip ettiğiniz yöntem var mıdır? Hangi yolu takip ediyorsunuz yeni bir dil öğrenirken?
I.P: Özel bir yöntemim yoktur. Dil öğrenmede geleneksel adlandırılabilecek bir yolu takip ediyorum. İlk önce iyi bir ders kitabı ararım. Dili mantıklı bir sırayla en basit ve temel noktalarından başlayıp en karmaşık konularına kadar sistematik şekilde öğreten kitapları tercih ederim. Örneğin, Türkçede ilk önce alfabe, sesler, ünlü ve ünsüz uyumu öğretilmeli çünkü uyum her şeyin temelidir. Dili sistematik ve kapsamlı şekilde öğrenirim. Okuma, yazma ve dinlemeye çok vakit ayırırım. Dinlediğimde dilin müziğine, seslerin telaffuzuna ve tonlamasına dikkat ederim. Bir metin okuduğumda o dili duyduğum gibi taklit etmeye çalışarak yüksek sesle okurum.
E.K: En çok hangi dili öğrenirken zorlandınız?
I.P: Gürcücede bir de Eski Yunancada zorlandım. Gürcücedeki sesleri telaffuz etmek zor. Bazı seslerin arasındaki farklılıkları şimdiye kadar anlayamadım. İki farklı “ç” ve iki farklı “ts” sesleri kulağa aynı geliyor. Arapçada da çok zor sesler var ama onları ayırt edebiliyorum. Bir de Gürcüce grameri tam öğrenmiş saydığım sırada daha karmaşık bir gramerin önüme çıkması beni çok şaşırttı. Türkçe “-miş”li geçmiş zamana benziyor ama onu tam olarak çözemedim. Buna rağmen Gürcücem iyi seviyede. Son 7-8 yıl kullanmadığım için biraz unuttum. Dili sürekli kullanmak gerekir.
E.K: Bir dil öğreniminde sizce ne kadar süre lazımdır?
I.P: Düzenli çalışırsanız iki yıl yeterlidir. Üniversitede Türkçeye sıfırdan başladık. Üçüncü sınıfta artık fuarlarda çalıştık. Ukrayna’ya gelen Türk iş adamlarının, medya mensuplarının yanında tercümanlık yaptık ve pek zorlanmadık. Fakat bunun için düzenli çalışmak şarttır. Düzenli derken hem her gün buna vakit ayırmayı hem de düzgün sistemle çalışmayı kastediyorum. Basit konuları tam anlamadan zor konulara geçmemek gerekir. Ders kitabının ünitelerini acelesiz geçmek, sabırla davranmak çok önemlidir. Aksi hâlde iş uzar.
E.K: Malumunuz dil öğrenme uzun soluklu bir süreç. Çoğu zaman dil öğrenenlerde bu vetirede sabır yetmeyebiliyor. Dil öğrenenlere bu bağlamda ne tavsiye edersiniz?
I.P: Dili aşkla ve şevkle öğrenmiyorsanız çok zor olur. Bu iş angarya gibi ağır olursa sabır yetmez. Ama eğlence gibi zevkli olursa kolay yapılır. Benim için tüm diller eğlence gibi oluyor. Dilin müziği, dünyaya bakışı ve ifade yolları bana güzel sanat gibi, başka bir evrene heyecanlı macera gibi geliyor. Belki bu nedenle birkaç dili öğrendim ve hâlâ devam ediyorum. Öğrendiğim dilin sanattaki işlevi; şarkıda, şiirde, romanda, tiyatroda ve filmde nasıl kullanıldığı beni çoğu zaman hayran ediyor.
E.K: Bildiğiniz diller arasında Türkçe de var. Türkçeye ilginiz nasıl başladı?
I.P: Bir tesadüften başladı. 1993 yılında Ukrayna’da ilk kez Türkçe Mütercim-Tercümanlık Bölümü açıldı ve bu bölüme kabul edilmek daha kolay olacağını tahmin ederek başvurdum. Çünkü ondan bir yıl önce İngilizceye başvurmuştum ama kabul edilmemiştim. O zaman üniversiteye giriş sistemi bugün Türkiye’de kullanılan sistemden çok farklıydı. Aday, bir bölüm seçip sınavlara girerdi. O bölümün kontenjanı 30 kişiyse sınavda en çok puan alan 30 kişinin arasında olması gerekirdi. Aksi hâlde kabul edilmezdi ve o yıl başka hiçbir bölüme giremezdi. Bir sonraki yılı beklemek zorunda kalırdı. Türkçe bölümünün kontenjanı sadece 10 kişiydi ama başvuranların sayısı da azdı. Bu nedenle girme şansım daha çoktu. Türkçeyi seçtiğimde bilinmeyen bir dünyanın kapısını açmıştım ve arkasında neleri bulacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Dersler başlayınca Türkçeyi çok sevdim ve sadece üniversitede değil, boş vakitlerde de sürekli okudum, yazdım, çalıştım. Kısmetti!
E.K: Türkçe öğrenirken hangi zorlukları yaşadınız?
I.P: Açıkçası bir zorluk yaşadığımı hiç hatırlamıyorum.
E.K: Birçok dil bilimci, Türkçenin ses uyumlarından ve ahenginden dolayı Türkçenin matematikselliği üzerine vurgu yapıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
I.P: Türkçe son derece mantıklı bir dildir. Belirli kuralların esasında işlemektedir ve istisna azdır. Arapça, İbranice gibi Sami dillerin, ayrıca Farsçanın ve Gürcücenin de kendine göre mantığı var, istisnalar da çok fazla değil. Kuralları öğrendikten sonra çok pratik yaparsanız dili kullanabilirsiniz. Ancak Rusça ve Fransızca dillerinde istisnalar çoktur ve daha fazla mantıksızlık var. Sanki belirli bir çevrenin (eğitimli “sosyete”nin) dışında konuşulmasını zorlaştırmak için bilerek bu şekilde geliştirilmiş gibi görünüyor. Aslında Ukraynacada Rusçaya kıyasla daha az istisna var. Ayrıca Ukraynaca daha uyumlu ve mantıklıdır. Öğrenilmesi de Rusçadan daha kolay. Çünkü sosyete dili değil “halk dili” idi. Bunlar sadece benim kişisel düşüncelerim, bir bilimsel araştırmaya dayanmıyor. Türkçeyi (ve Azerbaycan Türkçesini) de bu açıdan bir “halk dili” olarak algılıyorum.
E.K: Türk edebiyatında okuduğunuz, beğendiğiniz yazar ve şairler kimlerdir?
I.P: Türkiye’deki değerli dil ve edebiyat hocalarının tavsiyeleriyle Türk edebiyatından Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Namık Kemal, Peyami Safa, Yusuf Atılgan, Sabahattin Ali ve Reşat Nuri Güntekin’in eserlerinden birkaçını okudum. Ayrıca Sait Faik Abasıyanık ve Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın eserlerinden de okudum. En sevdiğim, hatırımda ve yüreğimde kalan eserler arasında Yaprak Dökümü, Sinekli Bakkal, Kürk Mantolu Madonna, Gulyabani gibi eserler yer alıyor. Şairlere gelince, Orhan Veli’nin ünlü İstanbul’u Dinliyorum şiirini çok beğendim ve tabii ki Yunus Emre’nin şiirlerinin bende özel yeri var.
E.K: Yunus Emre hakkında araştırmalar yaptığınızı biliyoruz. Yunus Emre ile ilgili düşüncelerinizi bilmek isteriz.
I.P: Yunus Emre’nin şiirlerindeki dil, halk müziği kadar doğal güzelliğiyle beni çok etkiliyor. Öbür yandan bu melodide derin manaların saklanması beni büyülüyor. Örneğin şu dörtlük:
“Dünyaya gelen göçer
Bir bir şerbetin içer
Bu bir köprüdür geçer
Cahiller onu bilmez.”
Evrensel düşünceler, halk yaratıcılığı kadar güzel nağmeyle ifade edilmiştir. Ukrayna halkının büyük şairi Taras Şevçenko’nun şiirlerinde de bu kadar temiz ve güzel mısralar var. Şevçenko, bizim millî edebiyatımızın kurucusu sayıldığı gibi Yunus Emre de Türk edebiyatının kurucusu sayılır. Bunlar sadece söz ustaları değil, halklarının yüreğindeki duyguları dil müziğiyle ifade eden dâhi ustalardır.
E.K: Yunus Emrenin şiirlerini İlgilizceye çevirdiğinizi ve dünyaya tanıttığınızı biliyoruz. Yunus’un hangi düşünceleri sizi etkiledi?
I.P: Yunus Emre’nin manevi değerleri, Yaradan’a olan saf ve güçlü sevgisi beni etkiledi. YouTube kanalımda Türk izleyicilerine Yunus’un bazı düşüncelerinin kendi Hristiyan inancıma, Mesih’in öğrettiklerine ne kadar yakın olduğunu paylaşmıştım. Bazı yorumlarda Yunus’un felsefesinin gerçek İslam olmadığını ve dolayısıyla onu beğenmediklerini yazanlar oldu. Buna üzüldüm çünkü ben de Yunus Emre’nin inandığı ya da düşündüğü her şeye katılmıyorum ama benim iç dünyamı Türkçe bu kadar güzel ifade eden başka bir şair bulmadım. Şairin söylediği her şeyi kabul etmek zorunda değiliz ama Türk dünyasına bu muhteşem serveti kazandıran ustaya olumsuz yaklaşmak bence doğru değil. Yunus Emre’nin inancının benimkinden farklı olmasına rağmen Yaradan’ı o kadar sevdiği için o bana bir kardeşim gibi geliyor. Şiirlerini İngilizceye ve Rusçaya çevirdim, bir kısa romanın içinde yayımladım. Rusça yazdığım, sonra İngilizceye de çevirdiğim o kısa romanda bir Ukraynalı kız öğrencinin Yunus Emre’yi keşfettikten sonra yaşadığı iç ve dış çatışmalarını tasvir ettim. İnsan tanımadığı bir kültüre karşı şüpheyle yaklaşıyor. Bunu özellikle Hristiyanlarla Müslümanlar arasında görüyorum. Ben her iki kültürü iyi bildiğim ve sevdiğim için her iki tarafın öbür tarafını anlayabilmesini, duyabilmesini arzuluyorum. İşte bu nedenle Yunus Emre’nin şiirlerini çoğu Hristiyan olan halklara tanıtmak istedim. Aynen bu nedenle Tevrat ve İncil’deki ayetleri Yunus Emre’nin şiirleriyle karşılaştırdım.
E.K: Azerbaycan edebiyatı sahasında araştırmalar yaptığınızı biliyoruz. Azerbaycan edebiyatında sizi etkileyen şahsiyetler kimlerdir?
I.P: Eski şairlerden İmadeddin Nesimi’nin eserlerini beğendim. 18. yüzyılın sonunda Molla Penah Vakıf’ın şiirlerini sevdim. Aslında Vakıf’ın bir şiiri hakkında Türkçe kısa bir hikâye yazdım ve Türkiye’de yayımlandı. Adı Zekeriya’nın Sevdiği Şiir’dir. 2016 yılında yazdığım bu hikâyede Molla Penah Vakıf’ın uzun süre yaşadığı ve vefat ettiği Şuşa şehrinin işgalden azat edilmesi hayali de önemli yer alıyor. Bu hayalin, eserim yayınlandıktan 3-4 yıl sonra gerçekleşmesi beni çok sevindirdi. Vakıf’ın bir muhammesini Ukraynacaya çevirdim ve çevirim Türksoy tarafından yayımlandı, ayrıca Türksoy beni bunun için onurlandırdı. Son iki yüzyılda yazılan Azerbaycan edebiyatında Şirvani’nin şiirlerini, Hacıbeyov’un oyunlarını, Samet Vurgun’un şiir ve oyunlarını, İsmayıl Şıhlı’nın, Çemenzeminli’nin, İlyas Efendiyev’in romanlarını okumaktan zevk aldım, etkilendim.
E.K: Bugün ülkenizde savaş maalesef devam ediyor. Savaşın Ukrayna edebî faaliyetleri üzerine tesiri nasıldır? Savaşla ilgili eserler kaleme alınıyor mu?
I.P: Bu konuda bilgim sınırlı. Savaşla ilgili eserlerin kaleme alındığını duydum. Ukrayna edebiyatının tarihine bakarsak, büyük kısmının savaş ve zulüm gibi durumlarda ortaya çıktığını göreceğiz. Geçen yıl Stalin’in baskısı döneminde yıllarca işkence çeken ve sonunda Avrupa’ya kaçıp kurtulmayı başaran ünlü yazarımız İvan Bahrianyi’nin bir romanını okudum. Sovyet döneminde Ukrayna’daki insanların okumaları imkânsız olan bu şaheser Stalin’in döneminde hapishanelerde yatan insanların neler çektiklerini tasvir ediyor. Bunun ardından Azerbaycan’da o baskılarla ilgili yazılan birkaç eseri de okudum, aynı zulümlerin anlatıldığını gördüm. Kalem ustalarımız, böyle durumlarda bile eser vermeye devam ediyorlar. Halkın hayallerini, sabrını, mücadelesini, yaşadığı dramları tasvir eden şaheserler kaleme alıyorlar. Mariupol hakkında şaheserlerin yazıldığına eminim ve onları okumayı dört gözle bekliyorum. Moskova’nın işgaline teslim olmayan, köle olmaktansa ölmeyi yeğleyen kahramanlarımız hakkında güzel eserlerin yazılacağı kesindir.
E.K: Bize vakit ayırdığınız için Helezon dergisi adına teşekkür ederiz.
I.P: Ben teşekkür ederim. Helezon okurlarına hürmetlerimi sunarım.