Değerli Okurlarımız,

Kış mevsimi, yılın son ayı olan aralık ile birlikte ilk adımlarını atarken Helezon’un edebiyat, sanat ve kültür ikliminde sımsıcak bir buluşmaya hazır mısınız? Bu soruya olumlu cevap vereceğiniz zannıyla 38. sayımızı büyük bir heyecan içinde takdim ediyoruz. Heyecanımızın etkenlerinden biri, uzun bir ara verdiğimiz “Türkçenin izini Sürenler” projemizin, ilham verici bir röportajla yeniden canlanıyor olması. “Bundan başka neler var?” derseniz işte cevabı: Zoru başarmanın çok boyutlu bir resmi olan biyografi, sürükleyici iki hikâye, edebiyatın derinliklerinde kaybolmaya davet eden makale, bir çeviri şiirin arkasından gülümseyen mahir bir şair, duygular harmanı iki şiir ve harika bir ebru… O hâlde hiç vakit kaybetmeden, ilk yazımız olan röportajla okuma serüvenine hemen geçelim isterseniz. 

“Türkçenin İzini Sürenler” serimizin yeni konuğu, “Yunus Emre’yi Kardeşim gibi Hissediyorum.” diyen, Ukraynalı polyglot ve çeviribilimci Dr. İvan Pavlii. Dil öğrenmeye tutkuyla bağlı olan ve Türkçe aşkını dünyaya tanıtmayı misyon edinen Dr. Pavlii ile bu keyifli söyleşiyi gerçekleştiren, kendisi de bir dil uzmanı olan Erdal Karaman. Dr. Pavlii, söyleşide dil öğrenme yöntemlerinden, Türkçenin matematiksel yapısına duyduğu hayranlıktan ve Yunus Emre’nin manevi dünyasının kendisinde meydana getirdiği tesirlerden bahsediyor. Ayrıca Türkçe ve Azerbaycan edebiyatından sevdiği eserleri, farklı kültürlere yaklaşımını ve savaşın edebiyat üzerindeki etkilerini içtenlikle dile getiriyor. Türkçe sevdalısı bir polyglotun gözünden, dilin evrensel gücüne şahit olmak gerçekten harika bir deneyim.

Hayat, zamanın ellerinden su gibi kayıp giderken pişmanlıklarla yoğrulan bir ömür, geçmişin izlerini nasıl taşır acaba? Gecenin karanlığında yakılan bir mum, bekleyenin sabrına ve içindeki sessiz çığlığa tercüman olabilir mi? Unutmak, insana özgü bir teselli mi yoksa çaresizlik mi? Anıların sıcaklığıyla yanan bir gönül, uzaklara rağmen yakınlığın sırrını saklayabilir mi? Kırgız şair Baktıgül Çoturova’nın “Сени Кантип Унутам?” şiiri, bir sevdanın derinliklerinde unutmanın imkânsızlığını ve hatıralarla yoğrulan bir ömrün hislerini terennüm ediyor. İbrahim Türkhan’ın “Seni Nasıl Unuturum?” başlığıyla Türkçeye çevirdiği bu duygu yüklü şiirin dizelerinde, hayatın yalın duygularını yakalamak mümkün.  

Gaz lambasının cılız ışığında karanlığı delen yılların ardından, aydınlık bir çağın eşiğinde olmanın bedeli ne olabilirdi? Geçmişin izlerini taşıyan, altmış yıllık bir yadigâr, bir direğe çalınarak tarihe karışabilir miydi? Elektrik direkleriyle süslenen köy, gerçekten aydınlanmaya mı hazırlanıyordu yoksa geçmişle bağlarını koparmaya mı? Hacı Ömer’in elindeki gaz lambasının öyküsü, köyün makûs talihiyle mi yoksa onun içinde tuttuğu sessiz bir isyanla mı sona erecekti? Aydınlık, gerçekten huzur mu getirecekti yoksa gecenin karanlığına hasret mi doğuracaktı? Semih Yılmaz’ın “Kalbi Kırık Gaz Lambası” adlı hikâyesiyle, geçmişin gölgesinde nostaljik bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız? 

Bir ayrılık hikâyesinin izlerini süren “Kavuşmaya Kaç Var?” şiirimiz, hasretin kasvetli sokaklarından kavuşmanın umut dolu ufuklarına doğru devam eden bir yol manzumesi… Bu engebeli yolculukta kavuşma, başıboş bir yolcu, ayrılık ise hiç dinmeyen bir fırtına gibi hep onun peşinde…  Bu nefes kesen sefere şahitlik eden, mevsimin ve coğrafyanın türlü işaretleri de var: Harmattan rüzgârları, bozkır ayazları, dolunaysız geceler, yorgun yıldızlar… Şiirin dizelerinde bir yandan zaman ve mekânın sınırları kaybolurken, diğer yandan seher yıldızlarının temenna durduğu şafak kızıllığında ayrılıkların zaman sahnesinden yavaşça çekilişini seyredebilirsiniz. Peki, siz hiç hayatınızın bir kısmını işgal eden gurbet günlerinize “Kavuşmaya kaç var?” diye sordunuz mu? 

Karanlık ve sessizlikle örülü bir dünyada, azim ve sevgiyle aydınlanan bir hayat: Helen Keller. Görme, işitme ve konuşma duyularını kaybettiği çocukluk yıllarından, milyonlara ilham veren bir başarı öyküsüne uzanan bu destansı ömür, âdeta insanın sınırlarını zorlayan bir iradenin öyküsü. Aslında hayatın her anına bir damla su gibi anlam yükleyebilmenin arzusu… Eğitimci Anne Sullivan ile kurduğu eşsiz bağ, Keller’i, karanlıktan ışığa çıkaran bir rehberlik hikâyesine nasıl dönüşüyor? Hızır İlyasoğlu’nun kaleme aldığı “İmkânsızı Başarabilen Bir Pedagog: Helen Keller”in karanlıklardan çıkıp ışığa ulaşan biyografisi, yalnızca engelleri aşmanın değil, hayata anlam katmanın ve hayatın görünmez güzelliklerine dokunmanın ne denli güçlü bir yolculuk olduğunu gözler önüne seriyor. 

İstanbul’da bir ara sokak, parmaklıklar arkasında beyaz bir kedi fotoğrafı ve uzaklara gitmekte olan bir uçak… Uçakta bir yolcu var: Çağrı Adil. Bu genç yolcu, henüz uçmadan önce çektiği o fotoğrafın altına yazıverdiği enfes hikâyesinde şöyle soruyor: “Neden İstanbul?” İstanbul, onun için sokaklarında gezip yaşanmışlıklar biriktirilen bir yer değil, bir aktarmada geçip gidilen ama ruhu şekillendiren bir durak. Ona göre İstanbul, bir şehir olmaktan öte bir mekân; herkesin anlamaktan uzak ama yakın olmak istediği bir yer. Tıpkı parmaklıkların arkasındaki beyaz kedi gibi. Özgürlüğe bir adımlık mesafede ama ulaşamayacağı kadar uzak. Geride kalanlar ise kırık bir kalemin ucundan kâğıda dökülen özlem dolu satırlar…

Hayat, bir kadının zihninde dolaşan girift düşüncelere mi sığar, yoksa bölük pörçük anların içinde yeniden mi şekillenir? Bitmek bilmeyen yükümlülüklerin ve uykusuz gecelerin arasında, bir öyküyü tamamlamaya çalışan bu kadının öyküsü, size tanıdık geliyor mu? Günlük hayatın kaosu içinde ilham nerede saklanır ki? Zamana meydan okuyan bir anne, bir eş ve bir yazar… Bölünmüşlük hissiyle sırtında taşımaya çalıştığı yük, bir kadının iç dünyasında nasıl yankılanır? Peki, ya o yarım kalan öykü, hayata tutunmanın bir metaforu olabilir mi? Belki de hepimiz, tamamlanmayı bekleyen bir cümlenin öznesi gibiyiz. Safiye Yılmaz’ın “Bölünmemiş Zaman” adlı enfes öyküsünde kendinizi bulmaya hazır mısınız?

Tahsîn-i Kelâm’ın, bir iç hesaplaşmanın yankısı olan “Yaka Paça” şiiri, her dizesiyle insanın zaaflarını, hayallerini ve hayatın kırılgan sınırlarını ustalıkla nazmediyor. Şair, mısra aralarında “tarak işlemez bir saç” metaforuyla hayatın kördüğüm olmuş yanlarını gözler önüne sererken, “çırpınmasız uçmaların olduğu bahçeler” hayaline de uzanmaktan vazgeçmiyor. Ayrıca hayatın ağırlığının fotoğrafını çekerken insanın içindeki umut kıvılcımını da yakalamayı başarıyor. Kimi zaman aydınlık, kimi zaman karanlık bir tonla, insanın kendi gölgesine ve ufkuna dair bir bakış sunuyor. Her dizesiyle okurun iç dünyasında yankı uyandıran şiir, sonunda “yeni gün aydı” ifadesiyle derin bir nefes aldırıyor. 

Edebiyatın büyüsü, kelimelerin ustalıkla yoğrulup derin manalarla süslenmesinde gizlidir. Şairlerin ve ediplerin söz oyunlarıyla yaptıkları bu sanat becerisi, hem zarafeti hem de zihinsel bir meydan okumayı beraberinde getirir. Aynı kelimenin farklı anlamlarda tekrarlandığı “müşâkele” ve bir kelimenin iki ayrı manasını aynı anda işleyen “istihdam”, şairlik kudretini ortaya koyan onlarca edebî sanattan yalnızca ikisi… Doğan Yücel’in “Çok Bilinmeyen İki Edebî Sanat: Müşâkele ve İstihdam” makalesi, belki de günümüzde unutulmaya yüz tutmuş bu iki edebî sanatı, birbirinden güzel beyit örnekleri eşliğinde gözler önüne seriyor. 

Gülçin Özmaden’in “Kırk Yama” adlı eseri, ebru sanatının etkili görüntüsünü geometrik bir kompozisyonla birleştiriyor. Her bir parçasında farklı renk armonileri ve özgün desenler barındıran bu çalışma, geleneksel ebru sanatına çağdaş bir yorum katıyor. Kırmızı, mavi, altın ve toprak tonlarının dansı, tabiatın sınırsız renk paletini resmediyor. Parçaların bir araya gelerek oluşturduğu ahenk de çeşitlilikteki birliği simgeliyor. Hem klasik hem de modern bir estetiğe sahip olan “Kırk Yama” eseri, dikkatle bakıldığında belki de her bir detayda yeni bir hikâye sunuyor olabilir.  

Bu zarif eserle birlikte biz de takdim yazımızı sonlandırırken 38. sayımıza katkı sağlayan yazarlarımıza, şairlerimize, sanatçılarımıza, yayın kurulumuza, sosyal medya ve görsel tasarım ekibimize yürekten teşekkür ederiz. Onların kalemlerinden süzülen sözcükler ve fırçalarından yansıyan renkler, dergimizi yine bir Helezon’a dönüştürdü. Bununla birlikte her kelimenin, satırın ve motifin, siz değerli okurlarımızın teveccühüyle anlam kazandığını belirtmek isteriz. Gelecek sayımızda hep birlikte yeni bir Helezon inşa etmek dileğiyle… İyi okumalar.

Sağlıcakla kalın!