Sıcak bir ağustos gününün gecesiydi. Yıldızlı bir gece yarısı… Annen iniltiyle kapıdan, olmadı pencereden girip çıkmıştı sabaha kadar. Nihayetinde kendisine bir yer hazırlamıştık da diğer iki kardeşinle sen dünyaya gözünüzü açmıştınız. Üçüz kız kardeşlerin ortancasıydın. En küçük bacınız doğum esnasında hayata veda etmişti. Ablanla beraber 15 gün sonra açacaktınız o çakır didelerinizi. Bir ay kadar bahçeye bakan pencerenin önündeki sıcak yuvanızda kalmıştınız. Her gün sabah ve akşam annenize en sevdiği yiyecekleri sunmuştum sizi emzirdiği için. Hiç unutmam, perdesi açılmamış gözlerinizle annenizin memelerini aramanızı.
Ben, zaten sizden kim kapıma gelse boş çevirmez ve bir şeyler vermeye çalışırdım. Bir önceki sene de Maviş diye bir amcan evimize zaman zaman misafir olurdu. Kendisi çok temizdi ve onurlu bir şahsiyeti vardı. Kendini fazla sevdirmez ama sevgisini de belli ederdi. Arada bir kaybolur, birkaç gün eve uğramazdı. Yine öyle bir gündü. Evin önünden geçen asfalt yolda birisinin üzerinden araba geçmişti ve yüzü tanınmayacak hâle gelmişti. Ev ahalisi, hep beraber onun Maviş olduğuna kanaat getirmişti. Evin bahçesinde servilerin dibine bir mezar kazıp cenazesini defnetmiştik. Maviş’in yasını tutarken iki gün sonra hiç beklenmedik bir anda pencerede belirmesin mi? Nasıl sevinmiştik bilemezsin. Hemen bahçe çapasıyla eştiğimiz mezara gittik. Ancak o sabah kargalar, kabir çok derin olmadığından toprağı eşelemişler ve naaşı götürmemişler mi? Eh, o zaman kimdi hayatı sona eren? Galiba Hakan’ın ifadesiyle Dişi Miyak’tı. Aradan bir gün daha geçmişti ki eve almadığımız ama bahçede beslediğimiz Dişi Miyak da ufukta belirmesin mi? Bayram üstüne bayram yaşanmıştı evde.
Seninle bir hatıramı daha paylaşmak istiyorum Sarıkız. Anadolu’nun bir dağ köyünde geçti çocukluğum. Sevimli ve tombiş bir teyzen vardı evimizin sakinlerinden. Her sabah güneşin hüzmeleri pencereden süzülürken yüzlerimizi yalayarak uyandırırdı hepimizi. Köydeki akrabalarının, çocuklar koymazsa, adları da pek olmazdı. Yavruları genelde ahır veya samanlıkta büyürdü. Senin gibi şehirliler marketten mama yiyip etten başkasına bakmazken onlar peynir, ekmek ne bulurlarsa yerlerdi.
Biliyor musun? O günlerden zihnimde kalan binbir tatlılıkla birlikte silinmez pek acı levhalar da kazılı. Belki de en hüzünlü hatıralarım, sayıları biraz artıp da annem, “Bunları evde istemiyorum.” dediğinde yaşanmıştır. Kendisine bakabilecek kadar büyüdüğü kabul edilen yavrular, birer birer yakalanır ve ağzı bağlı bir çuvala doldurulurdu. Ardından da traktörün römorkunda kazaya azıtmaya götürülürdü. Gözleri bağlı olmasa bu yavruların yıldızları saya saya tekrar evi bulacaklarına inanılırdı ki çoğu zaman 14 km yoldan çıkıp geldikleri olurdu. Gelenler talihli sayılırdı çünkü tekrar azıtılmazdı geliyor diye. Gelemeyip kalanlar da çoktu. Kazaya giderken çuvalın içinde o yavruların bezi tırmalamaları ve torbanın ağzı açılınca etrafa koşuşturup kaybolmaları hayalimde canlanır kimi zaman. Babamıza ve annemize ne kadar yalvarsak da çuvala doldurulmalarına mani olamaz, günlerce ağlardık arkalarından. Evi hiç kirletmezler, ahırdaki samanlıktaki farelere aman vermezler, üstelik de ne verirsek yerlerdi. Neden azıtılırlardı ki? Hele birkaç hafta sonra çıkıp gelen olursa bayram ederdik. Sadece onlar değil kancık köpekler de azıtılırdı yavrulamasınlar diye. Kedi, köpek kısmının köy yerinde makbulü erkek olanlarıydı.
Neyse Sarıkız, aradan yıllar geçti. Ben, eve senin ailen gelene kadar kimseyi almadım. Hem tekrar tekrar ev taşımaktan hem de evi kirletiyorlar diye hane halkına sizinkilerden kimseyi dahil etmedim. En fazla internetten, denk geldikçe, komik kedi videoları seyrettim. Çalıştığım yerlerdeki evsiz barksız olanlara elden geldiğince yiyecek verdim, başlarını okşadım. Ta ki annenle tanışana kadar. Maviş’in bir gün gidip geri gelmemesi, önce onun sonra da senin evimize gelmene vesile oldu. Bu arada çalıştığım yerdeki yavrulardan birini eve almıştık. Çok yaramazdı. Bir gün evden kaçıp bir arabanın altında kalmış. Ayağı kırılmıştı. Baytar böyle sakat yaşayacak deyince birkaç gün evde misafir ettik. Sonra da evin annesi bir kutu içerisinde cami önüne bırakmış. Ardından da gelip sahiplenen var mı diye beklemiş. Bir iki çocuk kucaklarına alıp götürünce o da eve geri dönmüş. Bu arada annen arada bir uğruyor, bir şeyler yiyip gidiyordu. Gebe olduğu her hâlinden belliydi. Bir gün geldi ki karnı boşalmış. Doğumunu yapmış. Yavrularını emzirsin diye beslemeye başladık. O da yemeğini yedikten hemen sonra ortadan kayboluyordu. Bizim çocuklar bir seferinde onu takip etmişler. Köşe başındaki marketin arkasında yavrularıyla yaşadığını görmüşler.
Sonrasını biliyorsun işte! Yazının girişinde bahsetmiştim. Siz doğduktan bir ay sonrasıydı. Güneşletmiştim sizi. Yavaş yavaş garajdaki eviniz size dar gelmeye başlamıştı. Her sabah ve akşam yemeğinizi yiyor, yuvanızda oynuyordunuz. Bir buçuk aylık olduğunuzda artık günde birkaç saat eve misafir etmeye başladık sizi. Yine öyle bir gündü. Günlerden cumartesiydi. Öğle vaktiydi. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Sen, bahçede annen ve ablanla oynuyordun. Arada arabanın altına girip saklambaç oynadığınız da oluyordu. Bir anlık gafletle arabayı çalıştırdım ve bahçeden çıktım. Hiçbir farklılık hissetmedim. Aklıma birden sizin araba altına girebileceğiniz geldi. Dikiz aynasından bakınca korktuğum şey aynada belirdi. Hemen arabayı döndürüp koştum ama iş işten geçmişti. Sen betonun üzerinde çırpınıyordun. Hiç yaran yoktu ama derin derin ve sık nefes alıyordun. Büyük bir acı çektiğin belliydi. Seni biraz sakinleşmen için yuvanıza koydum. Misafirliğe gittim ama sen hiç aklımdan çıkmadın. Dönüşte istifra ettin, kaka yaptın. En önemlisi hayattaydın. Aradan üç saat geçti. Su içtin biraz. Karnında bir şişlik vardı. En sonunda sende bir iyileşme göremeyince “Baytara götürelim.” dedim. Günlerden cumartesi ve vakit de akşam olunca internetten ilk bulduğumuz açık yere gittik. Arabada resimli, mavi ve yırtık bir havlu içinde sen vardın. En yakın dostun Hakan ise ağlamaklı gözlerle benim endişeme eşlik ediyordu. Veteriner tahmini teşhisi koyduktan sonra ameliyat iznini doldurmamı istedi. Üç uzun saatin ardından ameliyatın bitmişti. Sen narkozun tesirindeydin ve şuurun kapalıydı. Sonraki günleri hatırlıyorsun zaten. Günübirlik vitamin iğneleri, arğı kesiciler ve antibiyotiklerle geçti. Birkaç hatam daha oldu senin tedavi sürecinde. Oldukça zayıfladın. Son gün vücudun çok soğumuştu, yemek yediremedik. Akşam geç bir vakitti. Bir anda boğulur gibi bir hareket yaptın. Annen koştu yanına. Ablan Karakız da uyanıp geldi. Biz ağzını açmaya çalıştık. Nefesin kesildi, kalbinin atışları yavaşladı ve birkaç saniye sonra durdu. Avucumda dünyaya o çakır gözlerini yumdun. Çektiğin acılardan kurtularak öbür âleme uçtun. Seni defnetmek de yine benim elimle oldu. Geriye, bizimle yaşadığın iki aylık ömründe tatlı hatıraları bıraktın Sarıkız!
Doğan hocam ne kadar da sevmiş siniz, okurken çok duygulandım.
Emeğinize sağlık.