Değerli Okurlarımız,
Yeni sayımızla birlikte sizi, Ramazan Bayramı’nın hemen ardında bıraktığı huzur ve sevinçle selamlıyoruz. Bayramın bereketi, baharın en güzel ayına tesir ederken tabiat da yeniden diriliyor ve yeşilin binbir tonuyla donanıyor. Nisan bir şiir gibi akarken mevsime, sanatın ve sanatçıların da ilham perisi oluyor. Ne var ki tıpkı solan bir çiçek ve gecenin karanlığına karışan bir yıldız gibi sahnenin ışıkları altında parlayan ustalar da bu dünyadan bir bir göçüp gidiyor. Ancak sanatın sesi dünya var olduğu müddetçe yankılanacaktır. Çünkü sanat, tıpkı bahar gibi her seferinde yeniden doğar.
Sanatın bazı sesleri, yalnız kulaklarda değil insanın çocukluğunda, yolculuklarında ve anılarında da akseder. Bir çocuğun müzikle ve sözcüklerle kurduğu o büyülü bağı anlatan “Arkadaşım Edip” bunun güzel bir örneği. Peki, şarkılar, insanın nasıl yol arkadaşı olabilir? Cevabı, motorları maviliklere süren bir dostlukta saklı.
Mavilikler, yalnızca güzel hayallerin mi yurdu? Ya Güneş’in altın dokunuşları altında ışıldayan kanatlarıyla, sanat eseri gibi gökyüzünde süzülen bir kelebek… Bu zarif varlık, her uçuşunda hangi sırrı fısıldıyor dersiniz? “Sommerfugl” şiirinin “Kelebek” başlıklı çevirisinin dizelerinde, doğanın ihtişamında saklı ilahi dokunuş, sade ama etkili bir dille anlatılıyor.
Edebiyat başta olmak üzere bazı sanat dallarının temelini sözcükler oluşturur. Fakat makineler, binlerce yıllık dil mirasını nasıl öğrenir? Bir kelimenin anlamı, bir cümlenin ruhu kodlanır mı? Yazım denetimi, tercüme ve metin analiz programları, aslında dilin derinliklerine uzanan devasa bir ağın ürünü müdür? “Tercüme programları nasıl hazırlanır?” makalesi, kelimelerin birbirine eklemlenmesinden anlam sahalarının haritalanışına kadar dilin matematiğini gözler önüne seriyor.
İstanbul… Hem aşkın hem hüznün şehri. Peki, bir şehir ağlar mı hiç? “İstanbul’un Gözyaşları” tam da bu sorunun cevabını fısıldıyor gönüllere. Dalgaların kıyılara vurduğu gibi Galata ve Kız Kulesi’nin kavuşamayan kaderinde yarım kalmış hikâyeler gün yüzüne çıkıyor. Ardından İstanbul’un yağmurlarında ıslanan sevdalara, hüzünle yoğrulmuş anılar karışıyor.
Kar tanelerinden doğan, çocuk gülüşlerinde yaşayan, bahar gelince usulca eriyen bir dostluk: Beyaz Gölge. Bir kardan adam, yalnızlığında üşür mü? Bir çocuk, eriyip giden bir dosta nasıl veda eder? Zamanın kaçınılmaz döngüsünde, dostluk unutulur mu yoksa hatıralarda sonsuza dek saklanır mı? Bu dokunaklı hikâyenin satırlarında “Beyaz Gölge”ye kulak verin. Belki de soruların cevaplarını kendi içinizde bulacaksınız.
Zaman, akrep ve yelkovanın kıskacında tükenen bir aldanış mı yoksa ebediyetin gölgesinde yankılanan bir fısıltı mı? “Rast”, varlık ile yokluk arasındaki ince çizgide yürüyen, hayatın ve ölümün izlerini süren bir şiir. Peki, insan daha yolun başındayken sona ne kadar yakın olabilir? Kelimelerin derinliğinde kaybolmaya, her dizede kendi faniliğinizle yüzleşmeye hazır mısınız?
Her ne kadar fanilik kulvarlarında düşüncelere dalsak da hayat bütün gerçekleriyle devam ediyor. Yabancı dil öğrenimi hayatın âdeta olmazsa olmazlarından. Bir de bu dil, Almanca olunca… Oscar Wilde’ın “Hayat Almanca öğrenmek için çok kısadır.’’ sözüne hak vermek mi gerekir, yoksa bu zorluğu aşmanın bir yolunu bulmak mümkün mü? “Türk’ün Almanca ile İmtihanı” nasıl aşılabilir? Makaleye göre yeterli sabır, doğru yöntemler ve biraz da mizahla bu dilin kapılarını aralamak pekâlâ mümkün!
Okuma duraklarında insanın karşısına bir sanat eserinin çıkması ne hoş! Bu defa kara kalem sanatının mahir çizgilerine kurulmuş bir “Bosna” karşılıyor bizi. Bu etkileyici çizimin arka planında, tarihî, kültürel ve mimari ögelerin bir araya geldiği, yüzlerin ve şehir dokusunun iç içe geçtiği detaylar, genç ressamının ince sanat ruhunu yansıtıyor.
Sabırla dokunan, içinde sırlı detayları barındıran dostluk için de bir sanat diyebilir miyiz? Bazen bir çayın buğusunda bazen bir kapı eşiğinde bazen de sessiz bir omuz dokunuşunda saklı olan dostluk… “Kapıyı Çal, Çayı Demle!”, modern dünyanın hızla unutturduğu dostlukları, hatıraların sıcaklığıyla yeniden anımsatıyor. Bu satırlarda, kaybolmuş sohbetlerin, eksik kalan kahkahaların izini sürecek ve belki de uzun zamandır çalmadığınız bir kapıyı aralamak isteyeceksiniz.
Bir vagonun puslu penceresinden bakan bir çift ıslak göz, hangi yolculuğun yükünü taşır acaba? “Vagondaki Çocuk”, ayrılığın gri dumanında savrulan bir ismin, geçmişin acılarıyla titreyen bir nefesin şiiri. Talihsiz çağların izini süren bu dizelerde, geride kalan mı daha çok sever yoksa yoluna devam eden mi? Napoli’nin sokaklarında yankılanan yanık bir nida, kalbinizi derinden sarsacak.
Zarafetin ve maneviyatın buluştuğu “Yer ve Gök” eseri, nur ayetinin ışığını sanata dönüştürüyor. Kûfi hattın keskin ve simetrik çizgileri, ilahi düzeni ve sonsuzluğu yansıtırken ince motifleri de kainatın uyumunu simgeliyor. Siyahın asaleti, altının ihtişamı ve kırmızının sıcaklığında her harf, her desen bir dua gibi yükselirken ilgililerine harika bir seyir sunuyor.
Bir takdimin daha sonuna gelirken, her sayıda olduğu gibi 42. sayımızın ortaya çıkmasında emeği geçen bütün yazarlarımıza, şairlerimize, sanatçılarımıza ve görünmez kahramanlarımıza en içten teşekkürlerimizi sunarız. Tomurcukların usulca açtığı, ılık rüzgârların umut taşıdığı, renklerin ve kokuların insan ruhunu sarıp sarmaladığı bir mevsim olsun nisan. Edebiyat ve sanat, tıpkı bahar gibi ancak paylaşarak ve besleyerek var olabilir. Helezon da sizin desteğinizle büyüyen, her sayfasında yeni soluk bulan bir dergi. Yazarak, çizerek, okuyarak, düşünerek ve paylaşarak bu yolculuğa siz de katılır mısınız? Çünkü her bir katkı, sanatın uzun yolculuğunda unutulmaz bir iz bırakır. İyi okumalar.
Sağlıcakla kalın!
Emeği geçenlere teşekkürler.
Helezon’un nisan sayısı yine çok güzel… Emeği geçenlere teşekkürler.
Gerek tür, gerekse üslup ve içerik olarak hepsi birbirinden değerli eserler. Bütün eser sahiplerinin kalemine sağlık. Emeği geçenler sağ olsun, var olsun.