Kış, tabiatın zorluklarına dayanma ve bir önceki yazın emeklerini büyük ölçüde tüketme mevsimidir. Bahar, gelecek yeni yazların başlangıcıdır. O yüzden ilkyaz denir ona. Esas yaz, sıcaklarla birlikte bağın, bahçenin, türlü türlü yemişlerin verdiği fasıldır. Yaz kelimesi, her yeri tek bir renge boyayan kışın sonrasında sath-ı arzın al ve yeşil olması demektir. Yazı kelimesi de oradan gelir. Hatta çobanlar, Anadolu’da sürüyü, davarı yazılarda yani otlarla kaplı kırlarda yayarlar. “Yazıyı karşı bayıra geçirdim.”deki gibi… Öyle ki bazen davar sürüleri bizzat yazıya benzetilir, geçtikleri yerlere renk kattıklarından.

Süt beyaz sayfa üzerine çiçekler, yapraklar misali yazılar, çiziler, resimler yapılır. İşte yazı yaz eden; tabiatı binbir renge büründüren çiçekler, yapraklar, yemiş ve zerzevattır. Öyle ki onları yemek kadar toplaması da tam bir keyiftir. Hemen her çocuğun böyle bir çocukluk hatırası ve kiraz ağacında yırtılan gömleği vardır.

Dilimize yerleşmiş bir tabirdir: “Yaz gelince!” Yaz gelince köydeki dayıya gidilir. Şehrin boğucu caddelerinden, köylerin taşlı, tozlu ve dar sokaklarına atar insan kendini. Yaz gelince oralarda duyulur danaların mölemesi, kuzuların melemesi ve şehirlerde duyulmayan binbir hayvanın sesi.

İşte bu günlerde sığırlar, sürüler, yılkılar, örme yahut zincirlerinden kurtulur ve masmavi göğün altında taze rızıklarını tadarlar. Memelerinden abıhayat akar bu mevsimde. Keseler peynirlerle dolar, külekler yağlarla. Arılar, peteklerini bu günlerde doldurur. Yaza çıkınca danalar büyür, kırlarda bayırlarda yayılmaya çıkarlar. Hatta taze çayırlarda otlamaktan, beğenmez olurlar analarını. Yaz gelince yoncaya kavuşur, zemheride sabreden karakaçanlar.

Sayfiyelerde yazlık komşularla, efil efil esen kameriyelerdeki muhabbetlere bu eyyamda denk gelinir. Bu sıcak günlerde, yaz geldiğinden ince, tiril tiril urbalar giyilir. Ne zamandır ertelenen işlerin görülmesi zamanı gelmiştir artık. Eee, çünkü kar ne kadar çok yağarsa yağsın yaza kalmaz! Fakat yaz da yavaş yavaş gelir ve aheste aheste geçer gider.

Eskilerimiz, “Benzeye benzeye yaz, benzeye benzeye kış olur.” demişler bu yüzden. Öte yandan kışın bürûdetinin, yazın hararetine; germ aylarının sıcaklığının da şitanın soğukluğuna inkılabıdır bu günler. Eski insanlar, “Gönlün yazı var, kışı var.” diyerek insan kalbine teşbih etmişler senenin fasıllarını. Hatta insanın bir iyi gününün, bir zor gününün bulunmasına telmihen “Yaz başka, kış başka.” deyimi dilimizde yer edinmiştir.

Bu fasıl, öyle rahat ve tatlı anların adıdır ki sineksiz yaz etmek diye namı yayılmıştır. Böylece biz her mevsimin alışıldığı gibi olmasını istediğimizden “Yaz, yaz gerek; kış, kış gerek.” deriz. Kimimiz de “Yaz yazlığını, kış kışlığını bilecek.” diye ifade eder.

Yazın sıcak ve tatlı günlerinin çabucak geçmesinden ötürü “Yaz yalan, kış gerçektir.” demiş büyüklerimiz. Yazın bu rehavete benzeyen yönüyle, kışın zorluklarla dolu tarafı, “İşini kış tut da yaz çıkarsa bahtına.” atalar sözüyle kendine lisanımızda yer bulur.

Bahçelerin güller, karanfiller, hanımelleriyle donandığı; ıhlamurların iç açan kokularını etrafa yaydığı ve lavantaların mor ezharıyla arzıendam ettiği vakitlerdir bunlar.

Sadece bahçeler olur mu? Dağlar, ovalar da kekikten naneye, reyhandan buhurumeryeme kadar binbir çeşit rayihayı derecek elleri bekler bu fasılda. Ambarlar hazırlanır, daneye duran başaklar için. Çünkü yazın gölgede hoş vakit geçirenin, kışın çuvalı boş kalır. Hatta öyle ki yazın gölge gölge gezenler, kışın ancak karınlarını ovalar. Ovalamak istemeyip yazın güneşinde yanmadan vakit geçirmek isteyenler, kışın soğuğunda ısınamaz. Yazın sıcaklarında işten güçten geri kalanlar için karıncadan ibret alınması istenir ve “Onlar yazdan kışı karşılar.” denir.

Yaz, sıcağıyla ve gölgesiyle insanı gölgelerde vakit geçirmeye çağırsa da birkaç ay sonra gelecek kışın hazırlık zamanıdır. Yazın gölgelerde keyifle yenilen hurmalar, kış gelince tırmalamaya başlar. Gölgelere girmeyip sıcaktan başı pişenlerin, soğuklarda tencerelerinde aşı pişer. İradesine sahip çıkıp bu eyyamda çalışanların, kışın gülüşü görülür.

Kışın soğuklarda kalmak istemeyenin, yazın sıcağında terlemesi gerekir. Diğer bir tabirle; ağustosta beyni kaynayanın, zemheride kazanı kaynar. Böyle çalışa çalışa eli ıslananların, zemherirde yazdan hazırladıklarıyla ağızları ıslanır. Yazın çalışmaktan, harmanda sapların üstüne eden öküz, karşılığını kışın yemlikte ağzına gelince alır.

İnsanlar, sadece kendileri için değil, aileleri ve beslemesi gereken hayvanları için de bugünlerde kışlık zahireyi bir tarafa koymalıdır. Böyle yaz boyunca yorulanlar, kış gelince köşeye kurulurlar. Diğer türlü, yazın araması ve kışın taraması olmasa herkes manda beslerdi.

Bu sıcak ayların sonuna doğru ağustos ayı gelir. Ağustosun yarısı yaz, kalan yarısı –soğuklar hafiften başladığından ötürü– kıştır diye söylenir.

Kuzey Kutbu’nun yazın ortasını yaşadığı bu demler, önümüzdeki kışın zahiresini hazırlama ve “Havalar sıcak!” demeden çalışma zamanıdır.