Kendisi, her daim şahsi düşüncelerini yansıttığı eserlerinden anladığımız kadarıyla insanın yaşamı boyunca arayış içinde olması gerektiğini ve yaşanılan her anın insana yeni şeyler öğrenmeye imkân sunduğunu vurgular. Neticesinde; “Nasıl yaşanırsa öyle ölünür.” sözünün gerçekleştiğine şahit olduğumuz yazar, hayatı daha çocukluğundan itibaren şiir ve edebiyatla başlamış, öyle devam etmiş, nihayetinde öyle de son bulmuştur (Demirel, 2016). 

Bu paragrafta resmedilen kişi, Çağdaş Alman edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Hermann Karl Hesse’dir. Ailesinin ikinci çocuğu olarak 2 Temmuz 1877’de Calw’da dünyaya gelir. Dört yaşına geldiğinde Basel’e taşınan aile, 1886’da yeniden Calw’a döner. Göppingen’deki Manastır Okulunda burslu okuyacağı güne kadarki hayatı Calw’da devam eder. 

Gerek mimarisinden, gerekse içinde esen manevi havadan hoşlandığından ileride birçok romanına ilham kaynağı olacak bu Manastır Okulu, aslında onun ruh dünyasıyla çelişmektedir. Bu yüzden okulun bunaltıcı havasından sıkıldığı bir öğle vakti ortadan kaybolur. Okul yönetimi onu bulur ve sekiz saatlik bir hapis cezası verir. İlk gençlik buhranlarının sebep olduğu bu kaçışın ardından okulu bırakır. Bu hadise aslında onun hayatı boyunca yaşayacağı gelgitlerin ilkidir. Fakat bu ruhi bunalımlar aynı zamanda onun büyük başarılara imza atmasına da neden olur (Alperen, 1994, s. 173). 

Bundan sonra Hesse, önce çıraklık, ardından da kalfa olarak Tübingen’de dört yıl çalışır. Yoğun iş temposuna rağmen öğrencilikteki başarısızlığının tam aksine Goethe, Lessing, Schiller, Vergilius, Homeros ve Novalis gibi o dönemin meşhur yazarlarını okuyarak kendini yetiştirir. Daha sonra Basel’de kendinden yaşça büyük olan Maria Bernoulli ile evlenir ve ailesiyle birlikte münzevi bir yerleşim yeri olan Gaienhofen’e taşınır (Alperen, 1994, s. 23). 

Burada hayalindeki yaşantıya kavuşmuş olmanın mutluluğunu yaşarken, evliliğin, özgürlüğünü elinden aldığını gören Hesse, çok pişman olur ve yükümlülükten kaçmak için sürekli seyahat eder. Bu seyahatler, onun iç dünyasındaki huzursuzlukların bir neticesi olsa da zamanla kendini tekrar toparlar ve ileride yazacağı Rosshalde romanına dekor oluşturacak Bern’e taşınır (Zeller, 1997, s. 91). 

Aslında Hesse’nin ruh dünyasındaki bu gelgitli tavırların temelinde topluma uyum sağlama, aykırı görünmeme ve dolayısıyla yalnızlık korkusu vardır. İç dünyasında onaylamadığı bu davranışlar, onu hepten çıkmaza sokar. Dolayısıyla bu durum onun hayatında önemli bir dönemeç olan Dr. Lang’la tanışmasına sebep olur. Ondan aldığı psikanaliz tedavisinden sonra kendisiyle iç muhasebeye giren Hesse, insanın kendi olabilmesi için ihtiyaç duyduğu gücün, yine insanın kendi içinde olduğunun farkına varır (Alperen, 1994, s. 57). Bundan sonra geçmişini geride bırakabilmek için karısı Maria ve üç çocuğundan ayrılarak İsviçre’nin güneyindeki Montagnola’ya taşınır. Kimlik arayışı için kendisiyle yaptığı mücadeleyi Montagnola’da sürdüren yazar, burada hayatının en verimli dönemini yaşar. Bu huzur ortamından dolayı İsviçre vatandaşlığına geçen Hesse, orada tanıştığı Ruth Wenger ile evlenir. Ancak hem yaş farkının getirdiği uyumsuzluk hem de Hesse’nin gelgitlerinden kaynaklanan geçimsizlik sonucu kısa sürede boşanırlar (Zeller, 1997, s. 80). 

Hesse, yaşadığı bu manevi buhranın kaynağını daha çok kendi nefsi ile olan çatışmaların bir sonucu olduğunu düşünür ve o güne kadarki erdemli hayatını bırakarak canının istediği gibi yaşamaya başlar. Dolayısıyla Bozkırkurdu romanındaki Harry Haller karakteri aslında bu zaman diliminde, Hesse’nin bilinçli olarak kendisini nefsinin arzularına bıraktığı dönemdir. Bu davranışın ruhi gelişimi adına bir tedavi olacağı kanısındadır. Zira ona göre uzun süre bastırılan nefsin arzuları eninde sonunda patlak verecektir. Bu düşünceyle biraz da Siddhartha’daki başkahraman Siddhartha’ın yolundan gider. Tekrar ruh sağlığına kavuştuğu günlerde Ninon Dölbin’le karşılaşır ve aralarında oluşan muhabbetin neticesinde Ninon onun yanına taşınır (Zeller, 1997, s.  83). 

Hesse, ilk eşi Maria ile Gaienhofen’de denemesini yaptığı münzevi yaşamı Ninon ile tekrar dener. Aslında hayali olan, insanlardan uzak; evi, bahçesi ve sanatıyla meşgul olduğu dingin bir hayatın kendine iyi geleceğinin farkındadır. Ancak yaptığı uyumsuz evlilikler nedeniyle bunu bir türlü başaramamıştır. Nitekim yaşadığı dönemin ruh hâlini eserlerine de yansıtan yazarın Boncuk Oyunu romanı bu bağlamda idealize ettiği hikâye çerçevesinde gelişir (Alperen, 1994, s. 146). 

Gençlik yıllarında kabuğuna çekilerek başına buyruk olmayı, içinden geldiği gibi yaşamayı en değerli erdem olarak gören Hesse, olgunluk döneminde inandığı gibi yaşamayı başarır. Artık şimdi düşüncelerinin arkasında kararlı duran ve inandığı değerlerinden ödün vermeyen bir Hesse vardır. Dolayısıyla bu ciddi duruşu sonucu, 1933-1945 yılları arasında birçok yazarın eserleri yakılmasına rağmen onun kitapları hatırı sayılır ölçüde basılıp okunur (Zeller, 1997, s. 158).  

Hesse’nin, ya bir yazar ya da hiçbir şey olmaya karar vermesi henüz on üç yaşlarındayken “Hayatımda böylesine güzel bir şeyle karşılaşmadım.” (Alperen, 1994, s. 22) sözleriyle anlattığı Hölderlin’in bir şiirini okumasıyla başlar. İlk başlarda Alman edebiyatının yanı sıra İngiliz, Fransız, İskandinav ve Rus edebiyatıyla da ilgilenir. Bu dönemde tamamen hayaller peşinde koşan romantik bir şair olan Hesse, kaleme aldığı eserlerinde dünya gerçeklerinden kaçarak hayal dünyasındaki güzelliklere övgüler düzer (Aytaç, 1994, s. 68). 

Ancak bu tutumu dolayısıyla tuhaf karşılansa da Goethe’yi keşfetmesiyle bir şeyi değerlendirmek için gerekli bakış açısını kazandığını ve öğrenme yetisinin güçlendiğini fark eder. Goethe’den sonra edebî kişiliğine asıl damga vuracak olan ise “Çağdaş Alman edebiyatının en soylu şairi gözüyle bakıyorum. Zira sadece söz kalabalığı, süs ve boş laf sayılacak tek bir dize yazmış değil.” (Zeller, 1997, s. 45) dediği Novalis’dir. Dolayısıyla onun ilk dönem eserlerinden biri olan Romantik Şarkılar (Romantische Lieder) adlı şiir derlemesinde Novalis’in etkisi görülür. Bu eserinde özlem, nostalji ve hüzün egemen olup Alman romantizminin bir kopyası gibidir (Alperen, 1994, s. 13).

Hesse’nin yazarlık kariyerinde Basel’in önemli bir yeri vardır. Burada tanıştığı Jacob Burkhardt ve diğer sanatçılar aracılığıyla hayal dünyasından çıkarak gerçeklerle bağ kurmayı başarır. Bunu da “İçimdeki romantizm eğilimi uçup gitti. Lulu artık gökyüzünde parıldayan bir yıldız sadece.” (Aytaç, 1994, s. 68) sözleriyle özetler. 

Burkhardt’ın Die Kultur der Renaissance in Italien adlı eserinden çok etkilenen Hesse; “İnsan ve kurumların geçici, ruhun ise ölümsüz olduğunu ve kâinattaki kaosun ardında ilahi bir nizamın bulunduğunu” fark ettiğini söyler. Ayrıca Basel’de sık görüştüğü Dr. Rudolf Wackernagel’in vesilesiyle Dekameron’un yazarı Boccaccio ve Aziz Fransiskus ile tanışır. Aziz Fransiskus’a olan ilgisinden dolayı Walter Benjamin onun için şöyle der: “Mistisizmle uğraşan birinin içe bakışıyla bir Amerikalının keskin bakışı arasında olup orta yerde bulunmaktadır.” (Zeller, 1997, s. 78). 

Hesse’nin büyük yankı uyandıran eserlerinden biri de Demian’dır. Bu eserinde toplumun düzelmesinin bireyden geçtiğini, insanın özgürlüğü yakalamak için kendisinin efendisi olmasının zorunlu olduğunu, bunun için de dıştan gelen emirlerin yerine içten gelen seslere kulak vermesi gerektiğini, ayrıca toplumun değişmesi için eski inancın yerine yeni bir ahlak anlayışı geliştirmek gerektiğini savunur. Alman gençliğinin İncili hâline gelen bu romanı yazarken, büyük ölçüde Nietzsche’den etkilenmiştir. Dolayısıyla bu eseriyle sağlam ve son derece köklü bir okuyucu kitlesine kavuşan Hesse, Theodor Fontane ödülüne layık görülür (Alperen, 1994, s.  62). 

Tarihler 1923 yılını gösterirken Hesse, ruhi ve bedenî rahatsızlıklarına şifa aramak için Zürih’e gider. Burada kaleme aldığı Der Kurgast adlı romanında kendini ve hastalık psikolojisini ironik bir üslupla anlatır. Bundan sonra yazdığı Der Steppenwolf eseri ise onun en orijinal otobiyografik romanıdır. Bu romanında her kahramanına yaşattığı gibi Haller’e de anahtarın yerinin kendi içinde olduğunu ve bu anahtar sayesinde ölümsüz bir insan olunabileceğini gösterir. Kahramanın ulaştığı bu noktadan dolayı roman bir önceki Siddhartha’yı geride bırakır (Alperen, 1994, s. 128). 

1930’da yayınlanan Narziβ und Goldmund eserinden sonra içine düştüğü boşluktan kurtulma ihtiyacının itici gücüyle Morgenlandfahrt hikâyesini kaleme alan Hesse, 1930’da yazmaya başladığı Das Glasperlenspiel’i 1942’de tamamlar. Bu eseriyle Nazi yönetiminin barbarlığına karşı alternatif felsefi çözümler önererek çağın egemen güçlerine karşı idealizmi, mistisizmi, Platonizm’i ve Psikokrasi’yi alternatif gösterir. Bu yaklaşımıyla farklı ulusları, etnik grupları, ırkları insanlık çatısı altında birleştirmeyi hedefler. Dolayısıyla sunduğu bu hümanist felsefesini olanca görkemiyle okuyucuya sunan Hesse, ayrıca eserinde bütün dinlere saygı duyan ve hepsine eşit uzaklıkta duran hümanist bir düşünce şeklini de savunur (Kızıler, 1998, s. 3).

Evet uzun lafın kısası, yaşamını eserlerine ham madde yapan Hesse, duygu ve düşüncelerini mürekkeple buluşturarak dile getirmeyi başaran çok önemli yazarlardan biridir. Yakaladığı başarının sırrı da aslında kendi hayat hikâyesini dile getirmesinde gizlidir. İlk başlarda sanatı toplum için gören biri olsa da daha sonra bu düşüncesi değişir ve sanatı sanat için icra etmeyi destekler.

Sonuç olarak yaptığı uyumsuz evlilikler ve ruh dünyasındaki gelgitlerle geçen seksen beş yıllık ömür, tarihler 9 Ağustos 1962’yi gösterirken sona erer. Ölümüne neden olan rahatsızlığı ise münzevi olarak yaşadığı Montagnola’da yakalandığı kan kanseri olarak doktor raporlarına girer. 

Kaynaklar

Alperen, A. (1994). Hermann Hesse Hayatı Sanatı Eserleri. Promote Yayınları.

Demirel, A. (2016). Hermann Hesse’nin Romanlarındaki Kadın Portreleri. (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Aytaç, G. (1995). Edebiyat Yazıları. Gündoğan Yayınları.

Kızıler, F. (1998). Hermann Hesse’nin Boncuk Oyunu adlı Romanındaki Ütopik Us

Dünyası.  (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Atatürk Üniversitesi.

Zeller, B. (1997). Hermann Hesse. (Çev. Kamuran Şipal), Afa Yayınları.