Ne zaman çıkmak istesek yola, “Kiminle?” sorusunu sormaz mıyız, “Nereye?”den önce? Hep bir yoldaş, bir suç ortağı aramaz mıyız kendimize? Bazen bir dost bazen para pul bazen de ibadetler almaz mıyız yanımıza? Bana sorarsanız biraz da mecburuz buna. Leyla’sız Mecnun, Mem’siz Zin olur muydu yoksa? Yahut hayali olmayan bir Martin Luther King mümkün mü?
Yine de bazen karışık bir kasetle çıkarız yola; içinde onlarca mesafe, sıla ve gurbet dolu şarkılarla…
Henüz 7 yaşımdaydım ilk kez farkına vardığımda; şarkıların da yoldaş, şarkıların da dertli olabileceğinin. Aklım 3-5 mekân ve kişiden pek fazla şeye ermezdi. Her çocuk kadar ben de hareket ve oyun peşindeydim. Fakat uzun yolda babamın ağabeyime hazırlattığı o karışık kaset çalmaya başladı mı, koşmak falan kalmazdı aklımda. Sesim kesilirdi… Tıpkı yeni bir evren keşfetmişim gibi pürdikkat teybe kesilirdi kulağım. Çünkü zoraki dinlettikleri o çocuksu melodilerin ardından gerçek şarkıları, gerçek sanatçıları tanıma fırsatı doğardı bana. Bir de yeni sözcükler tanırdım bu kasetlerde. Büyükler gibi acelem olmadığından her sözcüğü bütün ciddiyetimle dinler, anlamaya çalışırdım. Her ne kadar işe yaramasa da…
Bir örnek vereyim size: Ben Cem Karaca’yı işte böyle, yollarda, Tamirci Çırağı ile tanıdım. Tulum, takım, roman yabancı kelimelerdi bana. Teker teker sorduysam da babama, hâlâ anlamadığım şeyler olurdu. Mesela dünya ve zaman nasıl dururdu, birinin içeri girmesiyle? Yahut nasıl işçi kalırdı insan? Bunları 7 yaşımda henüz anlamıyordum.
Ahmet Kaya mesela. Tamam, menekşe bir çiçek ama nereden bilebilirdim kokusu olmadığını?
Haluk Levent, Elfida ne biçim bir isimdi?
İlkay Akkaya, Onur Akın, Zülfü Livaneli… Müteşekkirim. Nice sözcükler hediye ettiniz bana. Ama o gün sizi anlamıyordum. Yabancı büyüklerden bir farkınız yoktu benim için.
Hepsi bana yabancı geldiyse de bir ses vardı ki ilk duyduğum anda arkadaşım olmuştu. Çünkü diğerlerinin aksine büyüklere değil, bana sesleniyordu. “Çocuklar!” diyordu. “İnanın! Motorları maviliklere süreceğiz.”
“Motor ne demek baba? Mavilikler neresi? Neye inanmam gerekiyor? Neyin güzel günleri bunlar?”
Tanımadık kelime kalmadığında nihayet, gözlerimin önünde canlandırabiliyordum: Beyazlamış saçlarıyla, güzel gülüşlü o adam ve yanımda bir dizi arkadaşım daha… Maviliklere sürüyoruz motorlarımızı. Yine bir yolculuk, mesafeleri sıfıra indirecek. Bu sefer arkadaşlarla dolu…
Şimdi vakit akşamüstü. Şehre simsiyah bir kar yağmış. Senin motorun biraz erken varmış hedefe. Maviliklere, güneşli günlere benden önce ermişsin. Sırf bana oradan haberler gönderebilesin diye.
Sevgili arkadaşım Edip! Sanırım artık anlıyorum. Huzur içinde yat.