Birazdan bana en çok yakıştırdığın kıyafetleri giyip saçlarımı en sevdiğin şekilde toplayacağım. Kalbim hâlâ heyecanla çarpsa da artık kaçıncı buluşmamız olduğunu saymadığımı fark edeceğim. Dün telefonda “Yarın buluşmamız lazım, seninle konuşmak istediğim şeyler var.” deyişini ve sayısını unutacak kadar ilerleyen buluşmalarımızı düşünüp ilişkimize bizi evliliğe bir adım daha yaklaştıran tek taşlı anlamlar yükleyeceğim. Pembe bulutların üstünde biraz daha yükseleceğim. Yüzüme aptal bir tebessüm oturacak. Heyecanla otobüs saatini kontrol ettikten sonra evden çıkmadan son kez aynada gözlerimin içindeki ışığa bakacağım. Yüzümdeki tebessüm daha da aptallaşacak.
Anahtarı içeride unuttuğumu fark etmeden çekeceğim kapıyı. Merdivenleri âdeta uçarcasına ineceğim. Yanına gelene kadar karşılaştığım her mutlu çiftte bizi göreceğim. Otobüse binince beni zaman yolculuğuna çıkaran kulaklıklarımı takıp otobüsle alamayacağım mesafeleri bir şarkıyla alacağım. Tanıştığımız gün, ikinci, üçüncü, sonra artık sayamadığım buluşmalarımız, doğum günümde yaptığın sürprizler derken şarkı şarkı, ay ay, gün gün dolaşacağım senli zamanların içinde. “İyi ki varsın, iyi ki…” diye şükürler karışacak anılarımın arasına. Sana ne kadar bağlandığımı, bu evliliği ne kadar istediğimi düşünüp kalbimi sorguya çekeceğim. Parmaklarıma bakıp alyanslı bir el düşüneceğim. “O büyük gün, bugün!” diye daha bir heyecanlanacağım. Ahh! Büyük gün dediysem, öyle herkesin kapıldığı akımlardaki gibi şaşaalı bir teklif değil tabii ki istediğim. İkimizin arasında sade, bize özel bir an hayal edeceğim bilmem kaçıncı kez. Bir yandan da “Ya büyük bir organizasyon yaptıysan…” diye endişeleneceğim. “Sadece ikimiz arasında kalacak özel bir an olmasını daha anlamlı bulduğumu keşke söyleseydim.” diyeceğim. “Ama beni biraz olsun tanıdıysan -ki bunca zamandır tanımışsındır- benim şatafatlı bir evlenme teklifi istemeyeceğimi bilirsin.” diye düşünerek otobüsten ineceğim. Yine kelebek gibi uçarcasına yöneleceğim buluşma yerimize.
O da ne? Gözlerim ışıl ışıl, içim pır pır seni ararken “Masada dünyası başına yıkılmış gibi olan sen misin?” diye dikkatle bakarak yaklaşacağım yanına. Can sıkıntısı ile karşılayacaksın beni. Samimiyetsiz bir “Hoş geldin!”le oturtacaksın masaya. “Nasılsın?” diye isteksizce ve formaliteden olduğunu hissettiğim hâl hatır faslı ile üzerinde olduğum pembe bulutların griye dönüştüğünü hissetmeye başlayacağım. Birazdan beni şimşek ve gök gürültüsü ile üzerlerinden fırlatacaklarından habersizim henüz… Ve ilk kurşun gelecek, “Sana dürüst olmak istiyorum.” diye başlayan cümlenle. “Bunu söylemek benim için çok zor ama lütfen beni anla.” İyice afallayacağım bu cümleyle. “Yakın bir zamana kadar her şey çok iyiydi ama kalbimde bir başkası var.” İkinci kurşun bu cümleyle gelecek. Başımın üzerinde uçuşan hayal balonları bir bir patlayacak.
Gökten üç elma yerine hayalî bir alyans düşecek. Bütün bunlar birazdan olacak. Ben henüz evdeyim.
İlk başta başım dönecek. “Allah’ım! Lütfen bu kâbus olsun, uyanayım.” diyeceğim. Bulutların beni yere fırlatmasıyla uykuda olamadığımı anlayacağım. Buluşmaya gelirken yüzüme oturan aptal tebessüm yerini hayal kırıklığına, acıya, pişmanlığa bırakacak. Tabii bunlar bir süreliğine olacak. Gök gürültülü, şimşekli, sağanak yağışlı zor zamanların ardından kendimi toparlayacağım. Hatta o kadar iyi toparlayacağım ki “İlişkimizden henüz kimseye bahsetmeyelim.” dediğin için kimsenin bilmiyor oluşunu, bunu kendi çıkarın için yapmış olduğunu, arkadaşımla nişanlanıp beni de düğüne çağırmanızı, hepsini sineye çekecek kadar iyi toparlanacağım. Düğününüze gelip ikinizi de tebrik edeceğim. İlk aşkın olmadığımı biliyordum, son aşkın da olamamıştım. Acaba ben senin hiç aşkın olmuş muydum? Elini sıkarken bunu düşüneceğim istemeden. Sonra vicdan azabı duyacağım. Ne de olsa artık arkadaşımın aşkısın.
Aradan birkaç yıl daha geçecek. Arkadaşım uzun zamandır ağlayarak anlattığı senli yaşanmışlıklarına bir yenisi daha eklenmiş olarak kapımı çalacak. Güler yüzle açacağım kapıyı anlatacaklarından habersiz. Gözlerini ağlamaktan kızarmış görünce sarılacağım boynuna, ben de ağlayacağım onunla. Senle dolu acı zamanlarından hep kendime de pay biçeceğim. “Neden vaktinde bana yaptığın dürüstlüğü (!) ona anlatmadım.” diye hayıflanacağım. “Bunu bilmeye hakkı vardı.” diye düşüneceğim. Bir bardak su getirip sakinleşmesini bekledikten sonra “Anlat, ne oldu?” diyeceğim, anlatacaklarını duymayı hiç istemeden. Sözlü şiddetin artık fiili hâle geldiğinden bahsedecek gururu incinmiş bir şekilde. Haftalardır konuşmadığınızdan, bir özrü çok görmenden dert yanacak bana. Senin marketten geldikten sonra “Yeşillikleri dolaba koymayı unutma, çabuk soluyor.” dediğini ama günlerdir onun yüzüne bile bakmadığını anlatacak hıçkıra hıçkıra. Empatinin zirvelerinde gezineceğim arkadaşımı dinlerken. “Ben de soluyorum ama maydanoz kadar değerim yok!” deyişi kulağımdan gitmeyecek bir süre. Yeşillikleri dolaba koyarken arkadaşımın hıçkırıklarını hatırlayıp tekrar üzüleceğim. Ondan sakladığım dürüstlüğün (!) benim vicdanımı acıtacak. Arkadaşıma her şeyi anlatmaya karar vereceğim. Ama “Bu saatten sonra söylersem daha çok üzülür.” diye bir süre daha erteleyeceğim.
Bütün bunlar zaman içinde yaşanacak. Henüz senin ne kadar dürüst (!) bir insan olduğundan, bütün bunların yaşanacağından habersizim. İçim pır pır, gözlerim ışıl ışıl buluşmaya hazırlanıyorum. Bari anahtarı içeride unutmasam…
Çok güzel bir psikolojik durum hikayesi. Emeğinize sağlık
Teşekkür ederim Adem Bey.