“Kendime defaatle söz vermiştim. Kızımın önünde ağlamayacaktım. Fakat küçük Sophie’mi solgun yüzüyle aniden karşımda görünce, sözümü tutamadım… İçim parçalandı… O ise gözyaşlarını içine akıttı, ağlamadı. Bizden daha güçlüydü. Bizi, her zaman olduğu gibi, ölüme giderken de üzmek istemedi! ‘Evimizin merdivenlerinde artık seni karşılayamayacağım kızım’ dedim ona. O ise ‘Cennetin en güzel yerinde yeniden buluşacağız anneciğim, üzülme!.. dedi. Ve onu birden kollarımın arasından çekip götürdüler…” (Ayvallı, 2018).
Bu yürekleri dağlayan satırlar, ölüme mahkûm edilen Scholl Kardeşlerin annesine aittir. Bu ifadeler, aynı zamanda üniversitede biyoloji okuyan Hans ile felsefe okuyan biricik ciğerparesi Sophie’nin kollarının arasından çekilip götürülmesinin acı bir resmidir…
Scholl Kardeşlerden Hans, 22 Eylül 1918, Sophie ise 9 Mayıs 1921’de Almanya’nın Forchtenberg kentinde doğmuştur. İdam edildiklerinde Hans 25, kız kardeşi Sophie ise 22 yaşındadır. Okudukları Münih Üniversitesi’nde beyaz güllerle süslü anıt onların hatırasını hâlâ yaşatmaktadır. “The Final Days” filminde “Weiße Rose” hareketinin kahramanlarından Scholl Kardeşlerin naif vicdanlarının arkasındaki cesur duruşları daha yakından görülecektir.
Evet, Scholl Kardeşler Almanya’nın Münih Üniversitesi’nde bir grup öğrenciyle beraber Nazi rejimine karşı inanç, düşünce, hürriyet ve insan hakları bağlamında ortaya sivil bir direniş koyarlar. Onlara göre toplum bir grup çılgının fantezisine figüran olduğunun farkında değildir. Böylece halkı uyandırmak için “Beyaz Gül” hareketini başlatırlar. Bu barış hareketinin amacı, Almanya’nın içinde bulunduğu yanlış yönetim biçimini, savaşın yıkımlarını ve Hitler’in kapalı kapılar arkasında yaptığı soykırımı başta Alman toplumu olmak üzere bütün insanlığa duyurmak ve bu insanlık dışı soykırım düşüncesini seslerinin ulaşabildiği herkese ulaştırmaktı.
Diktatörlüğün ülkeyi nasıl bir felakete sürüklediğinden habersiz olan ya da savaşın büyük yıkımlarının farkında olmayan yığınları harekete geçirmek için bir çeşit pasif direniş yani isyan ahlakı geliştirirler. (İsyan ahlakı ilk defa Nureddin Topçu’nun doktora tezinde ele aldığı bir kavramdır.) Onların bu anlayışı; haksızlığa, yanlışa ve eğri büğrüye karşı bir iç tepki ve bir vicdani duruştu. Zira onlara göre bir toplumda isyan ahlakını huy edinen yani izzetle ölümü zillete tercih edenler varsa o zaman esaretin yanında hürriyet de var demekti. Bu açıdan insanlık, var olduğu günden bu yana -eğer bozulmamışsa- vicdanında var olan iyi ve güzel olanı takdir etme, kötü ve çirkin olana karşı da dik durma diyebileceğimiz farklı türden tepkiler geliştirmiştir. Diğer bir adıyla ‘isyan ahlakı’ dediğimiz Sophie, bu hareketin ilk ve tek bayan üyesidir. Ağabeyi Hans ile birlikte hareketin ilk mimarlarındandır. Kontrol noktalarında erkeklere nazaran daha az arandığı için bildirileri gitmesi gereken yerlere daha rahat ulaştırır. Çok büyük bir risk altında olmasına rağmen bildirileri her seferinde farklı adreslerden gönderir ve böylece yakalanma riskini minimize eder. Kendi imkânlarıyla hazırladıkları bildirileri basıp çoğaltarak telefon rehberlerinden kendilerine destek olabilecek kişileri bulup -kelle koltukta- düşüncelerini onlara ulaştırmaya çalışırlar. Bu şartlar altında “Haziran 1942 ile Şubat 1943 yılları arasında kaleme aldıkları toplamda altı bildiriyi Münih, Stuttgart, Frankfurt, Linz ve Viyana” (Wales, 2013, s. 231) gibi şehirlerde dağıtırlar.
İlk bildiri “Almanya’da yükselmekte olan faşizm ve yozlaşmayı, ikincisi, Yahudilere karşı yürütülen sistematik soykırımı, üçüncüsünde ise diktatörlüğe vurgu yaparak doğrudan Hitler’in baskıcı yönetimini eleştirirler. Hareketin üyelerinin çoğunun üniversiteli olması nedeniyle ders hocalarından Prof. Kurt Huber’i de yanlarına çekerek altıncı bildiriyi de ona yazdırırlar.” (Komut, 2017).
Savaş yılları olması sebebiyle ülkede yaşam şartları çok kötüdür. Cephelerde insanlar, kendine âşık, narsist, egosantrik, megaloman bir adam için can vermektedir. Bununla beraber tarihin en büyük ve en acımasız soykırımı yapılmaktadır. Halk, bu gerçekleri ya görmezlikten gelmektedir ya korkmaktadır ya da “Beni sokmayan yılan bin yaşasın.” saçmalığını benimsemiş kitlelerdir. Scholl Kardeşler öncülüğünde başlayan bu hareket, zulme maruz kalmış insanların acılarını dindirmek ve esaretin zincirlerini kırmak maksadıyla harekete geçer. Kendi inanç, düşünce ve hislerinin öncelikle üniversitelerde kabul görmesini arzu eden bu genç kahramanlar, kaleme aldıkları bildirileri üniversite kampüsünde dağıtmaya karar verirler. Ancak bu düşünce sonlarının başlangıcı olur. Zira, 18 Şubat günü Münih Üniversitesi’nde Sophie, çantasında kalan son bildirileri balkondan merdivenlere doğru fırlattığı sırada okul hademesi onu fark eder ve Gestapoya haber verir. Gestapo kısa sürede Scholl Kardeşleri yakalar ve hemen gözaltına alır. Yapılan göstermelik duruşmada kendi inanç ve düşüncelerinin arkasında duran Scholl Kardeşler, vatana ihanet suçundan yargılanırlar. Bu davaya, verdiği iki bin yedi yüze yakın idam kararıyla, “Hitler’in kanlı hâkimi” olarak bilinen Roland Freisler bakar.
Dört gün süren sorgulamalar sırasında gençlerin cesaretleri, onurlu duruşları ve hak hukuk konusunda oradakilere verdikleri insanlık dersleri, hâkimi çileden çıkarır. Sophie, Freisler’in nefret dolu gözlerinin içine bakarak: “Bizim bu bildirilerde yazıp söylediğimiz gerçekleri sizler de biliyorsunuz; ama bunu seslendirmeye cesaretiniz yok, çünkü korkaksınız” der. Ardından söz alan Hans, kız kardeşinin sözlerini şöyle tamamlar: “Bugün bizi idam ediyorsunuz, fakat yarın sizler bizim durduğumuz bu yerde duracak, adil mahkemelerde yargılanarak idama mahkûm edileceksiniz.” (Rothemund, 2005). Bu onurlu duruşlarına rağmen faşizm, hem karşısına çıkan bütün engelleri bertaraf etmek, hem de direniş gösteren ve göstermeye niyet eden herkese gözdağı vermek için vakit kaybetmeden, 22 Şubat 1943’te (4 gün sonra) giyotinle infazı gerçekleştirir. İnfaza götürülmeden önce Sophie, “Ne kadar güzel, güneşli bir gün ve ben gitmek zorundayım. Üzgün değilim, binlerce insan bizim sayemizde uyanır ve harekete geçerse, ben ölmekle vazifemi yapmış olacağım” (Rothemund, 2005) der. Bütün bu kararlara imza atan hâkim Roland Freisler ise 3 Şubat 1945’te ABD’nin hava saldırısında Berlin’de ölür. Ölümünden 13 yıl sonra 1958’de verdiği idam cezalarından dolayı Berlin’deki bir jüri tarafından 100.000 mark para cezasına çarptırılır.
Yazdıkları bildirilerle Nazilerin yaptığı soykırımı açık bir şekilde protesto edip Gestapo’nun korku düzenine ve baskıcı sistemine karşı duran Scholl Kardeşler, cismen ölümü tatmışlardır. Fakat 1988’den bu yana kırk yıldır, Alman halkı onların hatırasını yaşatmaktadır. Bu maksatla her sene, Münih Ludwig-Maximilians Üniversitesi tarafından edebî birikimi ile entelektüel cesaretini birleştirebilen bir yazarın kitabına on bin euro para ödülü verilmektedir. Bu ödülün eski sahipleri arasında Amerikalı muhalif gazeteci Glenn Greenwald, Çinli muhalif yazar Liao Yiwu, suikasta kurban giden Rus gazeteci Anna Politkovskaya, eski Demokratik Almanyalı yazar Christa Wolf ve Libya kökenli Britanyalı yazar Hisham Matar da bulunmaktadır. Bu ödüle 2019 yılının 25 Kasım tarihinde “Dünyayı Bir Daha Görmeyeceğim” adlı kitabıyla bir Türk yazar olan Ahmet Altan’a (dw.com, 2019) layık görüldü.
Alman Kitap Basım ve Yayıncıları Derneği Bavyera Eyaleti Başkanı Michael Then, yaptığı açıklamada, Altan’a düşünce özgürlüğünün önemine vurgu yaptığı için ödül verileceğini belirttikten sonra şunları söyledi: “Ağzını açan herkesin susturulduğu bir ülkede, Altan gibi biri o kadar kolay susturulamaz, zira o yazılarındaki ve kitaplarındaki cümleleriyle bizi tutsak eden harika bir büyücüdür. Ayrıca değişik baskılarla susturulmak istense de onun yazılarında nefret dili ve intikam eylemi olmadığı için onu susturmak mümkün olmayacaktır.” (dw.com, 2019)
Evet, zulüm ile abat olan niceleri gibi gün gelip Hitler de yıkılıp gitti. Vicdanlarının sesini dinleyen Scholl Kardeşlere gelince onlar, Alman halkının gönlünde hatırı sayılır bir değerle başlara taç yapılıyor. Bugün dünyanın dört bir yanında her nerede olursa olsun insana zulmeden kim varsa mevsimi gelince yerle bir olmaktadır ve olacaktır da. Vicdanının sesini dinleyerek haklının yanında yer alanlar bugün olmasa da elbet bir gün hak ettikleri saygıyı görecektir/görmektedir de.
Kaynaklar
Ayvallı, M. (2018, Kasım 18). İnsanlığı yücelten isimler; ”Beyaz gül” ve Sophie Scholl. Aborjin. https://aborjin.com.tr/2018/11/18/insanligi-yucelten-isimler-beyaz-gul-ve-sophie-scholl/
Burns, M. (t.y.). Sophie Scholl and the White Rose. The International Raoul Wallenberg Foundation.
Komut, S. (2017, Nisan 29). Pazartesi Savaş Çoban Nazilerden Öğrendiler… Bianet. https://m.bianet.org/bianet/print/156110-nazilerden-ogrendiler
Rothmund, M. (2005). Sophie Scholl- Die Letzten Tage [Film]. X Verleih AG; Zeitgeist Films.
Wales, J. (2013). Women’s Resistance Efforts in Nazi Germany 1939–45: HerStory. The ANU Undergraduate Research Journal, 5, 223-242.
ekmekvegul.net (2021, Şubat 22). 22 Şubat 1943| Beyaz Güllerin en cesuru Sophie Scholl idam edildi. Ekmek ve Gül.
t24.com.tr (2019, Kasım 25). “Biz söylemeyeceksek kim söyleyecek? t24.com.tr https://t24.com.tr/k24/yazi/biz-soylemeyeceksek-kim-soyleyecek,2468
dw.com (2019, Kasım 24). https://www.dw.com/tr/ahmet-altan-gibi-biri-kolay-susturulamaz/a-51391591
Çok kıymetli bir biyografi çalışması olmuş. Tebrikler, kaleminize sağlık.
Hızır bey çok teşekkürler ????????????
Allah razı olsun. Ahmet Alta’a sanırım büyüğk bir jest olmuştur. Onun aldığı bu ödülü kendim almış gibi sevindim. Yazarın dediği gibi gelecek günlerden ümitliyiz. Kçtüler kötülükleriye anılırken iyiler de hayırla yad edileceklerdir.
İyiler iyilikle yâd edilir, kötüler kötülükle. Lakin bazen de giden gittiğiyle kalmıyor mu?