Rahmetli babamı andıkları vakit, “Nur içinde yatsın” veyahut “Toprağı bol olsun” demezlerdi. Çünkü, babam denizde boğulmuştu. Zaten boğulan yalnız o muydu? Soy sopumuzun erkeklerinin çoğu, denizde kalmıştı. Annem, kaptan kızıydı. Babama varınca kaptan karısı oldu. “Babamı doyasıya göremedim. Evlendim, kocamla sürekli olarak iki aycağız yaşamadım” der; beni gösterir, “Buncağız da denizci olursa halim ne olur? Kaptan kızı, kaptan karısı oldum, bunlar yetmiyormuş gibi bir de kaptan anası olmasam bari” diye ilave ederdi. Mezarlık selvilerinin altlarında ninelerim, teyzelerim yatarlardı. Fakat orada erkek hısım akrabamın mezar taşlarına rastlanılmazdı (Halikarnas Balıkçısı, 2002, s. 6).

Bu satırlar Halikarnas Balıkçısı olarak bilinen Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın Aganta Burina Burinata romanından alınmıştır. Bodrum’a ve Denize tutkusuyla tanınan bu yazar, yaptığı ilk kapak tasarımcılığıyla hem edebiyatımızda, hem de grafik ve tasarımcılıkta önemli bir yere sahiptir. Kendisi İsmet Sare Hanım ve Şakir Paşa’nın ilk çocuğu olup, 17 Nisan 1890’da Girit’te dünyaya gelmiştir. Adını, sadrazam amcası Cevat Paşa ile babası Şakir Paşa’nın isimlerinden almıştır.

Babasının Atina Sefirliğine atanmasıyla küçük Cevat’ın Atina günleri başlar. Beş yaşında iken İstanbul’a dönen aile, Yıldız’da bir köşkte ikamet eder. Babası Şakir, amcası Cevat Paşa’nın ölümünden padişahı sorumlu tutarak devletteki tüm vazifelerinden istifa edince Büyükada’daki bir köşke taşınırlar. Dolayısıyla ilk eğitimini buradaki Mahalle Mektebinde başlayan Cevat Şakir, 1904’te Robert Kolejini bitirir. 1908’de Oxford Üniversitesine kaydolur. Ancak, disiplin sorunları yüzünden tamamlayamadan geri döner. Daha sonra İtalya’da Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim eğitimi alır. Burada İtalyan bir modelle evlenir. Ülkeye döndükten sonra Resimli Hafta, Diken, İnci, Resimli Ay gibi dergilerde karikatürler çizer, süsleme resimleri yapar. 

Takvimler, 1914’ü gösterirken Cevat Şakir, Afyon’daki dededen kalma çiftliğe gider. Orada bazı sebeplerden dolayı babasıyla sürekli tartışırlar. Gene tartıştıkları bir akşam babası onun silahından çıkan bir kurşunla ölür. İstemeden yaşadığı bu olayı -vicdan azabıyla kıvransa da- hiç kimseye açmaz. Yıllar sonra (1959) arkadaşı Azra Erhat’a yazdığı bir mektupta bu durumu şöyle anlatır: “Eh canım münakaşa pek karışık konular üzerindeydi ve pek şiddetliydi. Babam çiftlikte, her zaman bir suikasttan korktuğu için, yanında müteaddit tabancalar ve silahlar bulundururdu. Evvela zengin bir adam, sonra asker. Münakaşa öyle bir raddeye vardı ki benim üzerime ateş etti. Ben rastgele oradaki bir tabancayı alarak ona doğru ateş ettim.” (Çelik, 2020). Hâlbuki, duruşmalarda kendisini hep, Babam intihar etti! diye savunmuştur. Neticede hâkim olayı anlık, gayrı iradi ve kısmen de olsa nefsi müdafaa şeklinde kanaat kullanır. İdamla yargılanırken bu şekilde 14 yıl hapse mahkûm edilir. Henüz 24 yaşındadır. Afyon Cezaevi’nde vereme yakalanınca hem sağlık sebebi, hem de iyi hâle bağlı olarak umumi afla (1921) çıkarılır (Eke, t.y.).

Kanunlara göre babasının mirasından pay alamayınca, İstanbul’a döner. Maddi zorluklarla kıvranırken Güleryüz adlı mizah dergisi sahibi Sedat Simavi kendisine karikatürlük teklif eder. Derginin 4. sayısında yayınlanan ilk karikatürüyle resmî olarak yayın hayatına başlamış olur. Bu arada yeniden evlenir ve yeni bir hayata başlar. Bab-ı Ali’de yazdığı makaleler ve çizdiği karikatürlerle de hem Kemalist basının hem de Millî Mücadele taraftarlarının takdirini kazanır. 

Cumhuriyet’in ilanından bir yıl sonra ise, Yunus Nadi’nin Nebizade Hamdi ile beraber kurduğu Cumhuriyet gazetesinin başyazarı olur. Daha sonra, Zekeriya Sertel’in çıkardığı Resimli Hafta dergisinin 35. sayısında Hüseyin Kenan mahlasıyla; Hapishanede idama mahkûm olanlar bile bile asılmaya nasıl giderler? (Okay, 2001) adlı yazısı yüzünden yargılanır ve ardından üç yıl süreyle Bodrum’a kalebent olarak gönderilir. Tarihini okuduğu, kadim hikâyesini bildiği, antik dönemin bütün kalıntılarının bulunduğu yer olan eski adıyla Halikarnas ona çok iyi gelir. 

Burada kısa sürede bütün mekânları beller, insanları tanır. Yunancayı okuyabilmesi sayesinde de Bodrum ve civarındaki antik yazıtları okur, kaynak kitapları mukayeseli olarak araştırır. Cezanın 15. ayına gelindiğinde, kalan kısmını İstanbul’da geçirebileceği tebliğ edilir. Haberi alınca üzülse de Girit menşeli eşi Hatice’yle yola koyulur. İstanbul’da yeniden basın camiasında iş bulur ve Sînâ mahlas ismiyle yazmaya devam eder. Sürgün süresi sona erdikten sonra da kalıcı olarak Bodrum’a yerleşir ve burada, Halikarnas Balıkçısı mahlasını kullanır. Halikarnas, antik çağlardaki Bodrum’un adı iken, balıkçı kelimesi, kendisinin balıkçılık tutkusundan kaynaklanır (Çelik, 2020).

Nüfusu beş bini bulmayan Bodrum’da yaşamın basit ama görkemli hakikatini görme fırsatı bulan Cevat Şakir, Ege insanının kendisine has kültürüyle tanışır. Bodrum’daki araştırmaları neticesinde Ege’nin antik dönemine ve Anadolu’nun kadim hikâyesine dair yeni keşifler yapar. Oraya öylesine aşıktır ki, bütün vaktini Bodrum’un doğasını güzelleştirmek için kullanır. İlçenin ekolojik yapısını korumak için dağ tepe tohumlar saçar, meyve ağaçları diker, balıkçıların av verimliliğini artırmaya çalışır, süngercilerin dalış takımlarını modernize etmelerini sağlar. Ayrıca fırsat buldukça öykü ve makaleler yazarak, resim çizerek Bodrumlunun sevgilisi haline gelir. Ancak tarihler, 1947’yi gösterdiğinde, ailesinin geleceği için, İzmir’e taşınır. Bu metropolde yaşamak biraz zor olsa da Fransızca, İngilizce ve Grekçe bildiği için ek gelir elde etme adına rehberlik yapar. Bu işini de çok sever ve kendisine Nerelisin? diye soranlara, Bodrumluyum dediği gibi Ne iş yapıyorsun? diyenlere de Yazarım yerine Rehberim demeyi tercih eder. 

Kendisi her ne kadar kendini, Rehber olarak tanıtsa da yazarlık yönü hafife alınacak biri değildir. Zira yıllarca el yazmasıyla yüzlerce sayfa yazı yazmıştır. Artık bunların daktilo ile temize geçirilmesi gerekmektedir. Bunu yapabilecek birini aradığı günlerde karşısına Şadan Gökovalı çıkar. Kendisine, manevi oğlum dediği bu şahıs, tam da onun aradığı biri olup yıllarca iş çıkışı hiçbir yere uğramadan doğruca ona gelir. Ona sorular sorar, aldığı cevapları not eder. Yıllar sonra kendisinden aldığı bu notları, Ben Halikarnas Balıkçısı Doğdum Sevdim Öldüm (Gökovalı, t.y.) kitabında anlatır. Temize çekilen bu yazıların bir neticesi olarak, 1969’da mahalli şiveyle yazdığı Deniz Gurbetçileri adlı romanı piyasaya çıkar. Bir yıl geçmeden, onu yeni nesillere anlatmak için uğraş verecek, hayatına dair iki kitap ve onlarca makale yazacak olan Rüzgâr Baba lakaplı deniz edebiyatçısı ve ressam Haldun Sevel ile yolları kesişir. 

Halikarnas Balıkçısı’nın yaşı epey ilerlemiştir. Yaşına bağlı bazı hastalıkları olup İzmir Efes’te (1972) bir turu gezdirirken yere yığılır kalır. Rehberliğin babası da denebilecek bu insan, yirmi yıldır yaptığı o işi artık veda etmek zorunda kalır. Hastanede yapılan tahliller, çekilen röntgenler neticesinde kemik kanseri olduğu anlaşılır.

Halikarnas Balıkçısı için artık yolun sonu görünmüştür. Dolayısıyla, Ocak 1973’te manevi oğlum dediği Gökovalı’yı da yanına alarak Bodrum’a mezar yeri bakmaya gider. Girişte Gümbet denilen bir tepe vardır. Bodrumluların Türbetepe dediği burada Saldırşah adlı bir türbe vardır. Ona yakın bir yeri işaretledikten sonra kendisinin çok sevdiği Subaşı lokantasında yemek yerler.

Aradan geçen dokuz ayın sonunda; 13 Ekim 1973 tarihinde hayata veda eder. “İnsan her yerde ölür. Ne var ki, denizden başka her yerde bir izi, bir kemiği, dikili bir mezar taşı kalır” (Halikarnas Balıkçısı, 2002, s. 6) dediği gibi Türbetepe’deki mezarı tek taşla ziyaretçileri karşılar.

Halikarnas Balıkçısı’nın Edebi Yönü

Onun hikâye ve romanlarında doğa; ağacıyla, bitkisiyle, börtü böceğiyle, deniz canlılarıyla, kısacası tüm elementleriyle kişilik kazanır. Eserlerini genellikle deniz, ada, doğa, kültürel ve tarihî zenginlikler etrafında kurgulamıştır. Hikâye ve roman karakterlerinin çoğu, Yaşasın Deniz’in yaşlı balıkçısı, Gülen Ada’nın Deli Davut’u gibi geçimini denizden sağlayan balıkçı ve sünger avcılarından oluşur. İdealize edilmiş merhametli, bilge, cesur tipler yanında ezilen köylü, özgürlüğün simgesi çingeneler ve kurtarıcı rolündeki eşkıya tipleri yer alır. Ayrıca eserlerinde zengin-güçlü zorbalar, sevgiden mahrum kişiler, acımasız ağalar, fırıncı ve kurnaz esnaf tiplemeleri de vardır.  

Gerek romanlarında gerekse öykülerinde olay örgüsü ve kurgusunun zayıf olduğu ifade edilir. Düz yazılarında da kompozisyon kaygısı yoktur. Böylece roman ve öyküleri zaman zaman mensur şiire, düşünce yazıları ise iç dökmeye dönüşür. Genellikle şairane yazmasını, “Tam dionisyak meşrepte yazıyorum, onun için zapturapt arama. Kafayı adamakıllı çekmekteyim” (Eke, t.y.) şeklinde ifade eder.

Yazarın ilk çağlardaki Anadolu kültürü üzerine yaptığı inceleme ve denemeleri önemli bilgiler içerir. Bu çalışmalarında Antik Anadolu kültürünün Yunan kültüründen önce var olduğunu savunur. Anadolu’nun medeniyet tarihi ve sanat bakımından önemini ortaya çıkarmaya çalışan Halikarnas Balıkçısı, bölgenin mitolojik değerlerinden kendisi de yararlanmıştır. 

Sağlığında 5 roman, 7 öykü, 4 deneme ve 1 otobiyografi türünde eserler yazan, ölümünden sonra ise 1 roman, 7 öykü ve 7 deneme kitabı daha basılan Halikarnas Balıkçısı’nın toplam 32 eseri bulunmaktadır. 1971 yılında da Kültür Bakanlığı tarafından kendisine Devlet Kültür Armağanı verilmiştir. O, aynı zamanda Azra Erhat ve Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte Mavi Anadolu hareketinin öncülüğünü yapmıştır.

Kaynaklar

Halikarnas Balıkçısı (2002). Aganta Burina Burinata. Bilgi Yay.

Çelik, M. M. (2020, Ekim 13). Halikarnas Balıkçısı nasıl baba katili oldu?. INDEPENDET Türkçe. https://www.indyturk.com/node/257451/k%C3%BClt%C3%BCr/halikarnas-bal%C4%B1k%C3%A7%C4%B1s%C4%B1-nas%C4%B1l-baba-katili-oldu

Eke, N. U. (t.y.). Musa Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı). İçinde: Atatürk Ansiklopedisi, https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/musa-cevat-sakir-kabaagacli-halikarnas-balikcisi-1890-1973/

Okay, C. (2001). Mavi Sürgün’e Doğru , Halikarnas Balıkçısının Bilinmeyen Yılları (1921-28). Kültür Bakanlığı.