“Canım dedemin aziz hatırasına”
İki can yoldaşı, yol arkadaşı hiç ayrılmadan kim bilir kaç yıl beraber aynı yolda yürüdü. Aynı kaptan su içip aynı kaptan yemek yedi. Yılların eskitemediği arkadaşlığın kol kola, can cana, aynı istikamette sürmesi ne zordur aslında. Karanlık bir odada sabah ışığının cömertçe yeryüzüne dağıldığı ama can yoldaşlarının odasına isteksizce süzüldüğü bir gün daha başlıyordu.
Uzun olan emektar eşeğimiz hafif siyaha yakın ama beyaz, yani oraların deyimiyle “kır eşek”, kısa ve kahverengi olan can yoldaşına baktı: “Sabah oldu şimdi, bugünün rızkı pamuk gibi ellerle ve şefkatle bize sunulacak.” der gibi. Her gün sularını ve yemeklerini pamuk gibi bir hanımefendi getirirdi. Elleri yaşlılıktan buruşmuş, ak yazmasını arkadan yukarı bağlamış, lastik ayakkabıları saman ve ottan yumak olmuş bu hanımefendi, yarı saydam odada, gülen yüzü ve sevgi dolu bakışlarıyla konuşa konuşa beslerdi onları. İki can yoldaşı gelen yemeğin tadına vara vara ve şükürle yemeklerini yerlerdi. Pamuk hanımefendi gidince başka bir pamuk gelirdi yanlarına. Önce selam verirdi gül yüzlü, nur bakışlı dede:
– Hayırlı sabahlar güzel kızlar.! Hadi bakalım, gidelim mi artık? Yemeklerinizi yediniz mi?
Ve başlardı sabah ritüeli. Önce hamıt denilen arabayı eşeğe bağlayan tahta eyeri nazikçe boynuna koyardı:
-Oldu mu kızım? Acımadı değil mi? Kayışı da alttan geçirelim, bitti işte uslu kızım. Sıra kır eşekte. Onun da kayışı tamamsa artık yola çıkabiliriz.
Bizim can yoldaşları, Pamuk Dede’yi yolda hiç üzmezlerdi. Yolu zaten bildikleri için sakince giderler ve hiç şaşırmazlardı. Acele işleri sevmeyen Pamuk Dede, köyün çıkışındaki ana yolda, can yoldaşlarını, hızlı gitsinler diye nazikçe uyarırdı. Çünkü ana cadde Isparta’yı Konya’ya bağlayan işlek bir yoldu. Ve tam köyün çıkışında hafif bir kıvrılmadan dolayı, gelen arabaları, kamyonları ve yolcu otobüslerini görmek zor oluyordu. İşte burada can yoldaşları çok dikkat etmeli ve hızlıca karşıya geçmeliydiler ki tarlaya giden patika yola girebilsinler, o huzur kokan yolda dedenin dualarına ortak olabilesinlerdi. İşlek yol sağ salim geçildikten sonra iki tarafı kavak, söğüt ve meşe ağaçlarıyla bezenmiş bahçe yollarına gelirlerdi. Ağaçlar, bu yolda, sonu küçük bir dereye gelene kadar yolcularına yoldaşlık ederlerdi. Yol kenarlarında hayli yaşını almış, bazı yerlerinde koca koca oyuklarının sincaplara ev olmuş ağaçlar da vardı. Bizim Pamuk Dede, her kovuktaki sincabı tanır ve onlara isim takardı:
-Cemile, nasılsın bugün? Neler yapıyorsun orda? Yemeğini yedin mi?
Yalnız yolculuk olur mu hiç? Herkese ve her şeye saygılı olan Pamuk Dede’nin de yoldaşı çoktu bu masal gibi yolda. Şimdi de karşılarına bir tilki ailesi çıktı. Onlara da selam verildikten sonra, yavaş yavaş gidilen yol dereye ulaştı. Burada sola dönmek lazımdı. Can yoldaşları arabayı bütün güçleriyle çekerlerdi. Arabanın solunda duran kahverengi eşek sola dönüleceğini bildiği için sola doğru gider, kır eşek de hiç itiraz etmeden yoluna devam ederdi. Şimdi derenin bu sığ yerinden giderken can yoldaşlarının ayakları bazen suda bazen çimlerde, huzurla yollarına devam ederlerdi.
-Şimdi bahçeye geldik. Hooo!
O da ne? Ayaklarının dibinden bir yılan hızlıca geçmez mi? Pamuk Dede yılanı da tanırdı elbet.
-Hasibe, naptın kızım? Korkuttun beni. Hadi git, ötede gör işini. Hadi bakalım şimdi hamıdı çıkaralım. Hah şimdi oldu, hadi git bakalım. Şimdi sıra sende, bunu da çıkaralım, tamam, oldu bitti.
Özgür kalan iki can yoldaşı bahçenin tazecik otlarından doyana kadar yiyebilirdi artık. Pamuk Dede işinin başında çalışırken toprağa, ağaca, taşa ya da canlıya hürmet ve itina ile davranırdı. Yaratılan her şeyi başına taç yapan bu güzel kalpli insan, bahçenin yanından geçen dereden abdest alır, yumuşacık çimlerde namazını huşu ile kılardı. Duasına yer, gök, bahçedeki kavak, emektar erik ağacı ve tabii ki can yoldaşları olan iki eşeği de eşlik ederlerdi. O dua saatleri hiç bitmesin isterlerdi bahçedeki bütün canlılar.
İşte güneşin tam tepede olup her şeyi kavurduğu zaman dilimi geldi. Kır eşek ve yoldaşı bir gölgelik bulmuş kestiriyorken Pamuk Dede öğle yemeğini çıkarıp yemeye başlardı. Kimi zaman bir yufka ve peynir, kimi zaman da bulgur pilavı ve yoğurt olurdu azığı. Şükretmesini bilene ne güzel bir ziyafetti aslında, kareli örtüye sarılmış sevgi dolu bir çıkın.
Gün akşama dönerken işlerini bitiren Pamuk Dede, yine arabaya koşardı emektarlarını; hep aynı yerlerine, biri sağa, biri sola. Yol boyu, cümle orman ahalisi; kurt, kuş, börtü böcek de bir telaşla yuvalarına dönerlerdi bu kızıl şölen esnasında. Bizim kır eşek gençti ve ne yazık ki kısırdı. Bir çocuğu olsun isterdi. Hayvan deyip geçmemek gerekir; onun da içgüdüleri anne olmayı isterdi. Nerde yavru bir eşek ya da tay görse peşine takılır ve yanına sokulmak isterdi. Bu dünyada yaşı kemale eren ne kadar kadın varsa aslında aynı duyguyu tatmıştır. Yıllarca kır eşek de böyle yavru eşeklerin peşlerinde dolanmış durmuştu.
Gün ışığı sabaha “Merhaba!” derken Pamuk Dede emektarları arabasına koşmakla meşguldü. Yine hiç acelesi yoktu ve sohbet ede ede yol kenarındaki tarlaya gitmek üzere yola çıktılar. İki emektar eşek her zamanki gibi yollarını biliyorlardı. Sağa çekerse masal bahçesine, sola çekerse yol kenarındaki tarlaya. Pamuk Dede ana yola yakın olan tarlaya gitmek için sola çekti yuları, kır eşek döndü, diğeri de eşlik etti. Yine tarlaya gelince takım taklavat çıktı, bizim emektarlar taze ot yemek için gölgelik arayıp buldular.
kaleminize bereket… yeni çalışmaları okumak dileği ile…
çocukluğu köyde geçen biri olarak yazıyı kendim yazmış gibi hissettim. yeni yazılarınızı da okumak isteriz.
Yaa ne kadar içten bir öykü…
Herkesin kendi çocukluğundan bir parça bulabildiĝi , pamuk nenesi ve dedesini hafizasinda tekrar anımsatan çok nahif bir öykü olmuș.
Teșekkürler
Sümeyra hanım!