Bugün yeryüzünde yedi bine yakın dil konuşulmaktadır. Şayet dillerin konuşulduğu coğrafyalar, bir haritaya farklı renklerle işaretlenseydi; dünya, binbir renge bürünmüş, her biri başka bir diyarın kokusunu ve rengini taşıyan göz kamaştırıcı bir çiçek tarlasına benzerdi.
Görsel albenisiyle bir renk cümbüşü içinde zihnimizde canlandırdığımız dünya dilleri, insanlarda olduğu gibi akrabalık bağları ile birbirlerine bağlıdır.
Farklı dil aileleri ve kemiyet bakımından dikkat çeken diller, yalnızca birer haberleşme aracı değil; aynı zamanda insanlık tarihinin en eski devirlerinden bugüne kadar fertler arasında ünsiyet köprüleri kuran muhteşem bir yapıya sahiptir. Aynı zamanda her biri, ait olduğu halkın kültürel hafızasını, tarihî derinliklerini ve yaşam biçimini en ince detaylarına kadar ifade etme gücüne sahip eşsiz bir hazinedir.
Dil sayesinde sözün ete kemiğe büründüğü edebî ve tarihî eserlerde, kimi zaman bir milletin çağlar öncesinde yaşadığı felaketler, sevinçler, zaferler hikâye edilirken; bazen de bir manzumenin satır aralarında vuslata erememiş bir âşığın yüreğinde yanan hasretin acısı terennüm edilir. Kalbin derinliklerinden dizelere dökülen sızı, bazen bizleri de alıp geçmişe götürür; aşk ateşine düşen faninin yüreğinde kopan fırtınadan nasibimizi alır, kederine ortak oluruz.
Ait olduğu kültürün inceliklerini ve geçmişini günümüze taşıyan dil, her daim derin duyguların, tarihî hatıraların ya da edebî motiflerin taşıyıcısı olarak çıkmaz karşımıza elbette. Bazen de lisanlar, iletişim kazalarının gerçekleştiği bir alan olup arzıendam eder.
Hayatın türlü alanlarında kazalar olur da canlı bir varlık olan dilde olmaz mı?
İletişim kazaları farklı dil ailelerinde olabileceği gibi, birbirine yakın lehçeler arasında da vuku bulur. Elbette aynı dil ailesine mensup ve birbirine yakın lehçeler arasında, anlam kaymasından mütevellit dil kazalarına daha sık rastlanır.
Dilin temelini oluşturan ses birimleri — yani ünlüler ve ünsüzler — lisanın evrensel yapı taşlarıdır ve dilde benzer görevler icra ederler. Bu benzerlik, farklı dillerde bazı kelimelerin ses yönünden örtüşmesi neticesinde, iki ayrı dilde, farklı manaları taşıyan kelimeler olarak karşımıza çıkabilir. Bu kelimeler, iki farklı dilde bambaşka anlamlara gelebilir.
Bahsedilen yapıların bir araya gelme ihtimali, binlerce söz varlığına sahip dillerde hangi düzeydedir bilinmez ama dilin iç içe geçmiş labirentlerinde bu tür sürprizler, kimi zaman tebessüm ettirir kimi zaman dillendireni mahcup edebilir.
Sovyetler Birliği döneminde birlik içerisinde bulunan ülkeler arasında müzik müsabakası yapılır, farklı cumhuriyetlerden Moskova’ya gelen sanatçılar kabiliyetlerini ortaya koymak için birer birer sahnede yerlerini alır. Sahneye çıkmadan önce görevli şahıs, grubun sorumlusuna ifa edecekleri eserin türünü kontrol amacıyla tekrar sorar ve kaydeder. Sıra Azerbaycan’a gelmiştir. Azerbaycanlı grup sözcüsüne de aynı soru yöneltilir. Temsilci, kendinden emin bir eda ile “Zabıl” der. Sunucu, yüzünde şaşırma ifadesiyle birlikte temsilcinin cevabını kaydeder.
Bütün grupların eserleri teyit edildikten sonra cumhuriyetler, sıra ile sahneye davet edilip şarkılarını takdim etmeye gelir. Ülkeler, peşi sıra parçalarını aşk ve heyecanla ifa ederler. Fakat Azerbaycan’ın ismi bir türlü anons edilmez. Ülkeler sahnede yerini almış, müsabakanın sonuna gelinmiştir. Azerbaycanlı grup hâlâ heyecanla beklemektedir ama nafile… Kendileri sahneye davet edilmez. Sunucu katılımcılara teşekkür eder, yarışmanın bittiğini ilan eder. Azerbaycanlı sanatçılar daha fazla dayanamaz, kendilerini niçin çağırmadıklarını sorarlar. Sunucu da “Size hangi parçayı seslendireceğinizi sorduk, siz de ‘Zabıl’ dediniz; bu yüzden sizi çağırmadık.” der. Azerbaycanlı ekip, Rusçada “unuttum”, Azerbaycan Türkçesinde ise “bir makam” anlamına gelen “Zabıl” kelimesinin azizliğine uğramıştır. Rus sunucu, kelimeyi kendi dilinde anladığı şekliyle değerlendirmiş ve unutulan bir parçanın söylenemeyeceğini düşünmüştür.
İki farklı dil ailesinde dil kazaları olur da aynı grupta yer alan diller arasında yanlış anlaşılmalar olmaz mı? Elbette daha çok kazaya rastlarız. Hayatın her alanını kaplayan dil, sürekli gelişmekte; kelimeler biteviye yeni ve farklı anlamlar kazanmaktadır. Lehçeler arasında anlam kaymaları elbette tabii bir sürecin neticesidir. Bir dilin kendi içinde dahi kelimelerin farklı anlam kazanmaları, tarihî süreç içerisinde beklenen dil hadiselerindendir. Anlam iyileşmesi ya da anlam kötüleşmesi gibi dil hadiseleri neticesinde bir dil, kendi bünyesinde dahi semantik değişimlere açıktır.
Eskiden “yabız>yavuz” kelimesi “kötü” anlamında kullanılırken, bugün anlam iyileşmesi neticesinde “tuttuğunu koparan, azimli, kararlı” insanların vasfını anlatmada ve güzelleme diyebileceğimiz farklı bir anlama gelmiştir. Bugün Türkiye Türkçesinde kullandığımız “uşak” kelimesi de eskiden “genç erkek, delikanlı” anlamlarında dildeki yerini alırken, bugün anlam kötüleşmesi yoluyla “hizmetçi” için kullandığımız bir kelime olarak dilde yerini almıştır. Bu konuda Azerbaycan bizden daha tutucudur, kelimenin ilk anlamını muhafaza etmiş; ülkemizde çocuk anlamında bu kelimeyi kullanmaya devam etmişlerdir. Elbette bir dilin kendi tarihî seyrinde buna benzer kelimelerin anlamlarında farklılaşmalar gerçekleşirken, lehçeler arasında anlam kaymasına maruz kalmış onlarca kelime ile karşılaşmak mümkündür.
Üniversitemizin yemekhanesinde Azerbaycanlı aşçılarımız özveri ile yemekler hazırlıyor, öğrencilerin ve hocaların gönüllerini fethediyorlardı birbirinden güzel, yöresel leziz yemekleri ile. Önceden üniversiteye gelen hocalar, daha sonra gelenlere göre yerel kültüre ve dile aşinalığı biraz daha ileri idi tabii olarak. Yani sonradan gelenlere göre biraz daha kıdemli idiler. Yeni öğretim yılında bölümümüze bir hoca geleceğini duyunca hem sevinmiş hem de kendilerini dört gözle bekler olmuştuk. Bölümümüz yeni bir hoca kazanacak, hem de ders yükümüz biraz da olsa hafifleyecekti.
Günler geçti, beklediğimiz arkadaşımız bir akşamüstü üniversiteye teşrif etti. Yoldan gelmiş bir insana “Aç mısın?” denir mi? Hemencecik arkadaşımızı yemekhaneye götürmüştük. Kısa bir tanışmadan sonra bir taraftan arkadaşımızın etrafı şüphe ile süzen bakışları eşliğinde merak ettiği sorulara cevaplar vermeye çalışırken diğer taraftan da akşam yemeğini yiyorduk.
Aşçımız, çorbadan sonra her zaman çok lezzetli yaptığı etli patates yemeğini ikram etti. Belki misafirimizin iştahla yemek yediğinden olsa gerek, aşçımız masaya geldi ve “Erdal Bey, misafirimize sorar mısınız, biraz daha ‘sümük’ ister mi?” dedi. Yeni misafirimizin yüzü garip bir hâl aldı. Ben iştahının daha fazla kaybolmaması için hemen müdahale edip “Kemikli et ister misin?” diye araya girdim. Yüzündeki ifade değişse de biraz önceki şok devam ediyordu. Arkadaşımız, iki dilde çok yaygın kullanılan sesteş bir kelimeyi belki iştah kaçıracak bir hadise ile öğrendi; hem de hiçbir zaman aklından çıkmayacak bir hikâye ile.
Evet, Azerbaycan ve Türkiye Türkçesi sahasında daha onlarca kelimede kaza hikâyeleri anlatmak mümkündür. Sovyetler Birliği döneminde uzun yıllar sınırlar kapanır, demir perde geliş gidişlere izin vermez. Yetmiş yıla yakın hasret dönemi nihayet biter, iki kardeş ülke arasındaki gidiş gelişler canlanır. Doksanlı yıllarda ülkemizden bir grup, Azerbaycan Havayolları ile Bakü’ye uçmak üzere uçaktaki yerlerini alırlar. Her şey yolundadır; uçak Bakü Havaalanı’na sağ salim ulaşır. İnişe geçmeden önce pilot, Bakü’deki hava durumunu bildirdikten sonra uçağın biraz sonra “düşeceğini” ekler. Türk vatandaşlarını korku sarar; bazıları kelime-i şehadet getirmeye bile başlar.
Bir sözcük bazen bir dilde çok güzel bir kavramı ifade ederken, diğer lisanda bambaşka anlamlarda hatta toplumda söylenilmesi ayıp kaçan kavramlara tekabül edebilir. Muazzam bir çiçek tarlasında rengârenk çiçeklerle birlikte dikenlerin olması ne kadar tabii ise sesteş kelimelerin farklı anlamlarda kullanılması da aynı derecede makuldür. Burada önemli olan, dil kazasının zararları — daha doğrusu yanlış anlaşılmaları — ne kadar kısa sürede telafi edilirse, doğacak olumsuzluklar da o derece minimize edilmiş olur. Keşke her kaza, sesteş kelimelerden mütevellit kazalar gibi sonu tebessümle bitse…
Bu metin, dilin sadece bir iletişim aracı olmanın ötesinde; kültürel kimliği, tarihsel hafızayı ve toplumsal değerleri taşıyan dinamik bir yapı olduğunu çarpıcı örneklerle ortaya koymaktadır. Aynı dil ailesine mensup lehçeler arasında bile yaşanabilen anlam kaymaları üzerinden, dilin doğal evrim süreciyle semantik farklılaşmalara açık olduğu vurgulanmakta; iletişimde meydana gelen aksaklıklar ise hem sosyolinguistik hem de pragmatik açıdan anlamlı birer gösterge olarak değerlendirilmektedir. Anlatı, dilin gücünü mizahi bir üslupla sunarken, dilsel farkındalığın kültürlerarası etkileşimdeki önemine dikkat çekmektedir.
Emeğinize sağlık, heyecanla ve tebessümle okuduk
Azərbaycan türkləri əsasən oğuz olsalar da, qıpçaq türklərinin də xalqın etnogenezisində iştirak faizi yetəri qədər çoxdur. Anadolu türkçəsində olmayan və fərqli məna daşıyan sözlər bu qəbildəndir… Yeni-yeni yazılarınızı bölüşmək ümidi ilə, uğurlar…