Ali Nihat Tarlan, Necati Beg Divanı’nın ön sözünde; 

Edebiyat tarihi, hâlâ çeşnici zihniyet ve mantığından kurtulamamıştır. O sahada verilen hükümler tamamen âmiyânedir. Meselâ üslûbu kuvvetlidir, lisana hâkimdir, hassastır, liriktir… gibi hükümler, ilim muvacehesinden hiçbir kıymet ifade etmez… Bu âmiyâne hükümler birer ‘niçin?’ mezarıdır ve tamamen şahsîdir. Elmayı meyvedir diye tarif etmek elma hakkında bize ne derece âmiyâne bir bilgi verirse, bir sanatkâr hakkında yukarıda saydığımız hükümleri sıralamak, bizi bundan fazla tenvir etmez. Hâlbuki bir sanatkârı muayyen dozda bir lirizme veya lisan hâkimiyetine veya üslûp kıymetine isal eden vasıtaların tahlil ve terkibi yapılarak hepsinin birleştiği hareket noktasına kadar yürümek ve o noktada yani bütün melekelerinin düğüm noktasında sanatkârı bulmak lâzımdır (1997, s. II). 

derken eleştirmeni bir şarap fabrikasının çeşnicisine (şarapları tadan kişi), kimyagerini ise edebiyat âlimine benzetmektedir. Dolayısıyla çeşnicinin zevk sarhoşluğu içinde verdiği hükümleri, kimyagerin mutlaka incelemesi gerektiğini söylemektedir.

Doğumu ve Eğitimi 

Ali Nihat Tarlan, 1898 yılında İstanbul Vezneciler’de dünyaya gelmiştir. Annesi, Ümmühani Hanım, babası ise Mehmed Nazif Bey’dir. Onun muhiti ilme, edebiyata meraklı bir çevre olup babası Nazif Bey, Arapça ve Farsça eğitimi görmüş, eski kültürümüze vâkıf bir askerî memurdur. Tarlan henüz üç yaşında okuma ve yazmayı öğrendiğini, babasından düzenli bir şekilde ilim tahsil ettiğini “İlk hocam babamdı. Ondan okuma yazma ile Farsça ve Arapça’nın sarfını öğrendim. Bana Sâdî’nin Gülistan’ını, Bostan’ını, Hafız’ın bazı gazellerini o okuttu.” (İnan, 1965, s. 37-38) sözleriyle anlatır.

Babasının ordu muhasebeciliğine atanmasıyla İstanbul’dan ayrılıp Manastır’a gitti. İlkokulu orada Rehber-i Maarif Mektebi’nde okudu. Tayinleri Selanik’e çıkınca orada bir yıl Fransızca öğrendi. Babası emekli olup tekrar İstanbul’a döndüklerinde ilk önce Koska’da Burhân-ı Terakkî Rüştiyesi’ne girdi. Ardından Vefa İdadisi’nde orta eğitimini tamamladı. Vefa İdadisi’nde edebiyat hocası, İbrahim Necmi Dilmen’di. İlk edebiyat zevkini de ondan aldı. Son sınıfta iken Birinci Dünya Savaşı çıkınca askere alındı. Burada kanunları Farsçaya çevirme işiyle görevlendirildi. Bundan sonra İstanbul Darülfünun Edebiyat Fakültesi’ne girdi. Burada Edebiyat, Farsça ve Fransızca bölümlerini (1920) bitirdi (Cunbur, 1995, 1-2; Timurtaş, 1965, s. 1). Okulu bitirdikten sonra İslam Edebiyatında Leylâ ve Mecnûn’un Mesnevisi adlı doktora tezini başarılı bir şekilde savunarak ilk Türk edebiyatı doktoru ünvanını aldı. 

Dönemin önemli isimlerinden Süleyman Nazif, onun Leylâ ve Mecnûn mesnevisi üzerine yaptığı çalışma hakkında şunları söyledi: “… Şarkın bin şu kadar seneden beri a’sâb-ı garâmından heyecanlar geçiren ve büyük küçük şairlerine binbir dâstân-ı aşk yazdıran bir efsanenin tarihini ihtiva etmemek edebiyatımız için bir nakısa, bir ayb u âr idi. Muallim Ali Nihad Bey’in münevver ve ta‘ab- nâpezir ilm ü gayreti bu noksânı cebr ile kütüphâne-i millîmizi tezyin edecek mufassal ve müdellel ve mükemmel bir eser vücuda getirdi.” (Ergun, 1936, s. 452).

Tarlan, Fransızca öğretmeni olarak ilk defa Gaziosmanpaşa Ortaokulunda başladı. Daha sonra Maarif Nezareti’nin açtığı imtihan sonucu 17 Nisan 1919’da Beşiktaş Sultanîsi’ne Fransızca öğretmeni olarak atandı. Ardından Maltepe Askeri Lisesi ve İstanbul’un değişik Sultanilerinde görev yaptı (Cunbur, 1995, s. 2; Tarlan, 1995, s. 16).

Tarih 1933’ü gösterirken adı Darülfünûn Edebiyat Fakültesi olan eğitim kurumu İstanbul Üniversitesine dönüştürülünce Tarlan buraya Metinler Şerhi doçenti oldu. Ayrıca Fars Filolojisi bölümüne de vekâlet etti. Doçentlik tezi olarak Şeyhi Divanını Tetkik adlı çalışmayı hazırlayan Tarlan, 1 Temmuz 1941’de profesör oldu. Ardından Eski Türk edebiyatı kürsü başkanı olarak emekliye sevk edildi (Tarlan, 1995, s. 16). 

Fakültedeki derslerinin yanında Yüksek Muallim Mektebi ve Yüksek İslâm Enstitüsünde de ders veren Tarlan, uzun yıllar Eski Türk Edebiyatı Kürsüsü başkanlığını yürüttü. 54 yıllık meslek hayatında (39 yıl üniversite) çok sayıda öğrenci yetiştirdi (Çelebioğlu, 1989, s. 8).

Fatma Leman Hanımefendi ile evlenen Tarlan’ın diğer çocukları henüz bebek yaşta öldükleri için geride sadece Adnan Siyadet kaldı. Ondan da Nejat adını koyduğu bir torunu oldu (Çelebioğlu, 1989, s. 9).

Tarlan, Zerdüştün Gataları adlı eserinin ön sözünde belirttiği üzere, ilk kez 1934 yılında Firdevsî’nin 1000. doğum yılı münasebetiyle Türkiye Cumhuriyeti adına Fuad Köprülü’yle birlikte İran’a gitti. Bundan sonra 1966’da İranoloji Kongresine, 1967’de taç giyme törenine ve 1971’de de 2500. yıl Şehinşahlık törenlerine katıldı. Ayrıca İran edebiyatı üzerine yaptığı çalışmalarından dolayı 1973’te İran Şahı Rıza Pehlevî tarafından Nişân-ı Ali-i Hümâyûn ile mükâfatlandırıldı (Cunbur, 1995, s. 4).

Muhammed İkbal’in tüm eserlerini de Türkçeye çevirdiği için 1961’de İslamabad’a davet edildi. Bu çalışmalarından dolayı Pakistan hükûmetinden Sitâre-i İmtiyaz nişanı aldı. Tercüme ettiği Hicaz Armağanı adlı eserin ön sözünde “İkbâl’i Türk münevverlerine tanıtmak, hayatımın en büyük mazhariyetlerinden biri olmuştur.” (Çelebioğlu, 1989, s. 14-15) ifadesini kullandı.

Henüz küçük yaşlarda iken “Hoca olacağım.” diyen Tarlan, mesleğin 30. yılında “Hayatım daimî bir hocalık heyecanı içinde geçti.” cümlesiyle başladığı sözlerini, “Sanki bu uzun yıllar bir bahar rüzgârı gibi geçti. Ama nasıl biliyor musunuz? Hani okşayan bir bahar meltemi olur ya, insanın yüzünde bir tüy hafifliğiyle dolaşan tatlı bir rüzgâr olur ya öyle!” diye devam ettirir. Mesleğinin 50. yıl dönümünde ise bir öğrenci ile yaptığı röportajında “Hayatta hocalıktan daha mukaddes meslek tanımadım, başka meslek sevmedim.”  (Cunbur, 1995, s. 3) der.

Eserleri

Tarlan, edebiyatın hemen her devri ve her türü üzerinde çalışmıştır. Ancak büyük zaferdir dediği divan edebiyatından gazel nazım şeklini sevdiğini, şairlerden de Nailî ve Nedim’i beğendiğini söyledikten sonra şöyle der: “Divan edebiyatına sun’î bir edebiyat demek hakikaten mânâsız olur. Bir cemiyetin herhangi bir tesir altında kalan bir sınıfı o cemiyetten sayılmaz mı? Bu edebiyatta gayr-i millî demek için altı asrı mütecaviz bir zaman bu milletin münevver zümresini teşkil edenleri Türklük camiasından çıkarmak icap eder.” (Tarlan, 1995, s. 3-4).

Bir ilim insanı olarak Tarlan, asıl şöhret ve otoritesini metin şerhi yani divan şiirini yeni, modern bir tarzda değerlendirmesi ve açıklamasıyla kazanır. O modern bilimin ışığında klâsik edebiyat metinlerine yaklaşmakla birlikte gelenekten de kopmaz. Hocası olan Ömer Ferit Kam ile başlayan divan şiirinin orijinal tarzda ele alınması, Tarlan tarafından geliştirip sistemleştirilir (Çelebioğlu, 1989, s.12).

Tarlan, sadece Türk ve Doğu edebiyatları üzerinde çalışmakla yetinmez, aynı zamanda Fransız edebiyatı ve batı kültürüne ait eserleri de dilimize çevirir. Kendisi bu konu hakkında şöyle der: “Fransız edebiyatına merak sarmıştım… Harbi Umûmî’de zeytinyağı kandili ışığında Virjin’in Eneide’ini tercümeye çalışıyordum. Alman edibi Schiller’in Marie Stuart adlı eserini Fransızcadan tamamen tercüme ettim… Serveti Fünûn üslûbu ile ne şiirler yazardım. Lamartine’den, Alfred de Musset’den tercümeler yapardım.” (Tarlan A. S., 1995, s. 5).

Onun ilk eseri Sarhoş adlı bir nesirdir. Yayımlanan ilk şiiri “Belli Değil” başlıklı olup Şebab Mecmuasından çıkmıştır. Daha sonraki şiirleri Servet-i Fünûn dergisinde yayınlanır (Ergun, 1936, s. 452). Şiirlerinde hece, aruz ve serbest ölçüleri denemiş olup, mahlas olarak da Nihad adını veya Tarlan soyadını kullanır. Ayrıca şiirlerinin bazıları, Güneş Yaprak ve Kuğular adlı iki kitapta toplar. Türkün Yemini, Meryem yahut Efsâne-i Sevdâ adlı manzum piyesler Abdülhak Hâmid’in etkisinde yazdığı piyeslerdir (Çelebioğlu, 1989, s. 19).

“Hayatımda bir an dahi şairlik davasında bulunmadım.” diyen Tarlan, şairliği meslek ya da maksat olarak görmez. (Tarlan, 1953, s. 3) Ancak hayatı boyunca şiirden de uzak kalamaz. Daha gençlik yıllarından itibaren şiirleri ve yazıları Şebab, Servet-i Fünûn gibi kırka yakın dergide yer alır. 250 civarındaki çeşitli makale ve röportajları ise Babıali’de Sabah, Zafer, Büyük Doğu gibi birçok gazetede yayınlanır (Kut, 2011, s. 109).

Tarlan, “Hocaların emekliliği mezarda olur.” ilkesinin en güçlü temsilcilerinden biridir. Emekli olduktan sonra da çalışmayı ve öğrenci yetiştirmeyi ihmal etmez. Vefat ettiği 30 Eylül 1978 tarihinde, elinde ona yakın eseri neşre hazırlamakla meşguldür. Vefatı sonrası öğrencilerinden Mehmed Çavuşoğlu, kabir taşında kayıtlı olan şu tarih kıtasını düşmüştür: 

Bu mevki’de yatan bir âlem-i mânâdır ey zâir

Son üstâdı budur Şerh-i Mütûn’un âlim ü şâir

Bu Tarlan-ı fezâ-yı ma’rifet ya‘nî Alî-meşreb

Muvahhid ehl-i takvâ ârif-i billâh idi nâdir (Tarlan, 1995, s. 19).

KAYNAKLAR

Cunbur, M. (1995). Hayatı. A. S. Tarlan içinde: Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan (S.I.) Hayatı ve Eserleri (ss. 1-8). Kültür Bakanlığı Yayınları.

Çelebioğlu, Â. (1989). Ali Nihad Tarlan. Kültür Bakanlığı Yayınları.

Ergun, S. N. (1936). Türk Şairleri. İstanbul.

İnan, Y. Z. (1965). Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan (Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri). Sıralar Matbaası.

Kut, G. (2011). Ali Nihad Tarlan. İçinde: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 40/ 108-110.

Tarlan, A. N. (1953). Güneş Yaprak. İstanbul.

Tarlan, A. S. (1995). Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan, Hayatı ve Eserleri (S. I.). Kültür Bakanlığı Yayınları.

Tarlan, A. N. (1997). Necati Beg Divanı. Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları.

Tökel, D. A. (2003, Mayıs-Haziran-Temmuz). Divan Edebiyatında Eleştiri. Hece, Aylık Edebiyat Dergisi, Eleştiri Özel Sayısı, (77/78/79), 14-47.