Değerli Okurlarımız,
Bundan tam üç yıl önceydi. Mevsim yine sonbahar, aylardan kasımdı. Yani Helezon’la edebiyat, kültür ve sanat yolculuğuna çıktığımız zamanlardı. O gün bugündür bu fantastik yolculuğumuz devam ediyor. Sözcükler cümleleri, dizeler dörtlükleri kovalıyor. Biyografilerde edebî çehreler boy gösteriyor. Hatıraların izinde yaşanmışlıklar paylaşılıyor. Denemelerden yeni düşünceler doğuyor. Şiirlerin duygu dünyalarıyla kalplerimiz mevsimler gibi hâlden hâle evriliyor. Çizgilerden ve renklerden muhteşem sanat eserleri doğuyor. Kalemlerin namı dünyanın dört bir tarafına yayılıyor. Bu da on-line / çevrim içi bir dergi olmanın avantajını ortaya koyuyor.
İşte biz, bir yandan bu duygularla ve 37. sayımızla sizi selamlarken diğer yandan penceremize sessiz bir ‘elveda’ dercesine, toprağa düşen güz yaprakları yansıyor. Sararıp düşen her yaprak, gönüllerde buruk bir his ve her rüzgâr esintisi de melul bir düşünce bırakıyor. Durgun gökyüzü altında, rüzgârın savurduğu yaprakların arasından fısıldayan bu hüzün, aslında her şeyin gelip geçici olduğunu anımsatıyor. Belki de bu yüzden kalplerimiz biraz daha yumuşuyor, dostlarla paylaşılan anılarımız daha kıymetli hâle geliyor. Derken tam bu hassas nokta, edebiyat ve sanatla buluşmanın vakti olduğunu anons ediyor. Biz de bu hislerin iz bırakan zarafetini biraz hazan, biraz hüzün ve üç beş damla gözyaşıyla sarıp sarmalayıp sizlere takdim ediyoruz. Öyleyse hep birlikte okuyup yorumlamaya buyurun…
Yeni sayımız, Azerbaycan’ın büyük şairi Bahtiyar Vahabzade’nin hatırasını yaşatan bir yazıyla başlıyor. Yazıyı kaleme alan Erdal Karaman, “Şiiri Bahtiyar Vahabzade İle Sevdim” diyor ve bu büyük şairin hayatı ile mücadele dolu sanatının izinde gelişen bir dostluk hikâyesini gün yüzüne çıkarıyor. Yazarın samimi duyguları, bağımsızlık tutkusuyla dolup taşan Bahtiyar Vahabzade’nin şahsında, şiirin gücüne duyulan hayranlığı gözler önüne seriyor. Biz de bu anlamlı ve kıymetli yazıyı okuduktan sonra şu soruya nasıl cevap vereceğinizi merak ediyoruz: Size de şiiri sevdiren bir şair var mı, varsa kim?
Siz sorunun cevabını düşünürken bir şiir çevirisi olan ikinci eseri takdim edelim isterseniz. Bu defa yüzümüzü Batı’ya dönüyoruz ve pek çoğunuz için oldukça bilindik bir isim ve eseriyle karşılaşıyoruz. Victor Hugo ve onun “Clair de lune” şiiri. Bu meşhur şiiri, kendisi de şair olan Ahmet Terzioğlu “Ay Işığı” adıyla Helezon okurları için Türkçeye çevirmiş. Şiir, gece ve deniz temalarıyla tabiatın mistik dokusunu ve insana dair ince duyguları bir araya getiriyor. Sessizce parlayan ay ışığı, dalgaların dansı, uzaklardan gelen uğultular, karabatakların zarif dalışları ve sonuçta masalsı bir atmosfer… Şiirin her dizesinde yankılanan zengin imgeler, sizce de Hugo’nun eşsiz gözlem ve hayal gücünü hissettirmiyor mu?
Ağacın dalında tek başına duran bir kuşu görseydiniz “Ketum” gibi bir fotoğraf çekip onun hikâyesini yazabilir miydiniz? Bunun çok kolay olmadığını, birçoğunuzun da bizim gibi ‘hayır’ manasında kafa salladığınızı tahmin edebiliyoruz. Fakat Durdu Ozan, bunu başarmış. Tek başına, sessizce etrafına bakmakta olan ve her tüyünde yaşanmışlıklar birikmiş bu kuşu fotoğraflamış, üstelik var olmakla kaybolmak arasında süzülen hikâyesini satırlara döküvermiş. Rüzgârın sert esintilerine, gökyüzünün kışa dönen rengine karşı dimdik duran bu kuş, hem gitmek hem de dalda kalmak arasında sıkışmış bir ruh gibi… Hayal kırıklıkları, umut kırıntılarıyla dolu bu fotoğrafın ve kısa öyküsünün yüreklere dokunmaması mümkün mü?
Tam da bu hâletiruhiyede iken güzel bir şiir okumaya ne dersiniz? Emily Yaramis, “Şiirin Müdavimleri”ne seslenerek sözcüklerden yuvalar kurmanın, dizelerle barış dolu şehirler inşa etmenin hayalini kuruyor. Okurlarını kelimelerle yeşeren bir bahçeye, duygu ve düşünceyle örülmüş bir dünyaya çağırıyor. Derin sözlerin kök saldığı, saf niyetlerin nehir olup aktığı, toprağa saçılan tohumların filizlendiği, ağaçların huzurla büyüdüğü ve dallarından vuslat meyvelerinin taştığı bir dünyaya… İyilik ve sevgiyle kurulan bu dünya, herkesi ve her şeyi kucaklayacak kadar geniş bir umut barındırmıyor mu?
Peş peşe kaleme aldığı mektuplarla yıllar önce kaybettiği bir aşkın gölgesinde yaşayan bir hikâye kahramanı düşünün desek kendinizi nasıl bir hikâyenin içinde hayal ederdiniz? Adem Yağmur, böylesi bir yitik sevdayı “Mektup” hikâyesinde kurgulamış. Hikâye kahramanı, elinde kâğıt ve kalemiyle masasının başında, gerçek ve hayal arasında gidip gelirken mektuplarının bir iç hesaplaşmasına dönüştüğünü de hissettiriyor. Akıcı bir dile, sıra dışı üsluba sahip olan bu dokunaklı hikâyenin, sevdanın mektuplara dökülen hâline ve cevapsız bir bekleyişte nasıl bir ruh portresine sebep olduğuna farklı bir bakış açısı getirdiğini söyleyebilir miyiz?
İbrahim Türkhan’ın, “Bakıyorum” başlığıyla Türkçeye çevirdiği, Norveçli şair Sigbjørn Obstfelder’in “Jeg ser” şiiri, Norveç edebiyatının tabiat gözlemlerini ve modern hayata dair eleştirel bakışını ustalıkla harmanlıyor. Şiirdeki gri bulutlar, kızıllaşan güneş, yağmur damlaları gibi betimlemeler, tabiatın insan ruhundaki izlerini gözler önüne sererken; yüksek binalar ve uzak kilise kuleleri ise yalnızlık duygusuna vurgu yapıyor. Sonuçta şair, “Yanlış gezegene gelmiş olmalıyım!” sözleriyle, muhtemel bir şaşkınlığa tercüman oluyor. Tabiat ve şehir arasında sıkışmış olan insanın çelişkilerini ustalıkla dile getiren bu şiirden hepimiz dünyaya bakabiliriz, değil mi? Peki, “Burası gerçek dünya” derken şair, başka hangi duyguları kastetmiş olabilir acaba?
Ne zengin bir sanat türü şiir! İnsana dair her duyguyu barındıyor bünyesinde. Tahsîn-i Kelâm, bu kez “Nerdesin?” diyor hece ölçüsüyle kaleme aldığı şiirinde. Bu sorusunun ardından da özlemin, sükûtun ve hayal kırıklıklarının izlerini taşıyor dizelerine… Bitmeyen bir arayış, suskun bir yakarış hissediliyor her uyakta; sanki yâr, ulaşılmaz bir mesafede, sanki dokunmak isteyip de dokunulamayan bir yerde… Kimi zaman aşkın ateşinde yanıp kimi zaman yalnızlığın soğuğunda titriyor şair… Bekleyişin onulmaz yarasından esin alan bu veya benzer duygular, şiirin gölgesine sığınmış bir serzeniş değil midir?
Peş peşe gelen bu duygu yüklü eserleri, mevsime çok yakışan bir deneme takip ediyor. Doğan Yücel, “Dilimizde Hazan” başlıklı yazısıyla, hazan mevsiminin izini süren bir dil serüveni yaşatıyor meraklılarına. Deneme; güz ile ilgili farklı kelime ve terkipte, halk deyişlerinden divan şiirine, edebiyatımızın zengin yelpazesi içinde hazanın nasıl işlendiğine temas ediyor. Dilimizin kıymetli sözcükleriyle güz mevsiminin hüznünü, yenilenme sancısını ve bağ bozumu heyecanını bir araya getiren yazar, hazanın yalnızca sonbaharı değil, insan ruhunun dönemeçlerini de simgeleyen derin anlamlarına dikkat çekiyor.
Güz, kendine özgü niteliklerini her fırsatta kalemlere yansıtmaktan geri durmuyor. Zaman ve mekân içinde derin bir bekleyişin, özleyişin ve serzenişin dile geldiği “Sisler Durağı” şiirimiz de bu minvalde kaleme dökülmüştü. Şiirin dizelerinde, sislerin ardına saklanmış çığlıkları duyabilir, kök salmış bir yalnızlığın hüznünü hissedebilirsiniz. Bundan başka uzun gecelerin ayazında terk edilmiş sokakların, yalnız kaldırımların ve uzak denizlerin serzenişlerine kulak kabartabilirsiniz. Bütün bunlara rağmen, yalnızlığın soğuk taşlarına karışan bu yolculukta, sislerin ardından doğacak aydınlık bir sabahı da görebilir misiniz?
Mehmet Bozdağ’ın, geleneksel Türk ebru sanatının modern bir yorumu olan ve “Tavus” adını taşıyan ebru çalışmasıyla 37. sayımızı sonlandıralım isterseniz. Renklerin görkemini soyut bir biçimde gözler önüne seren eser, canlı yeşiller, derin morlar ve parlak kırmızılarla çevreleniyor. Ebrunun ritmik kıvrımlarıyla simetrik hatlarına serpiştirilmiş mavi, gri tonları ise tıpkı tavus kuşunun tüylerinde olduğu gibi insanda ihtişam ve zarafet duygularını uyandırıyor.
Helezon ailesi olarak, üçüncü yaşımızda yalnızca okuyan değil, düşünen, sorgulayan ve paylaşan siz okurlarımızla aynı çatı altında buluşmayı hedefliyoruz. Her düşünce ve yorumunuzun, dergimizin sayfalarında yankılanan bir ses, kalemlere değer katan bir nefes olacağını biliyoruz. O hâlde eserlerinizi, yorumlarınızı ve düşüncelerinizi bizlerle paylaşarak, siz de Helezon’un bir parçası olabilirsiniz. Yepyeni bir sayıda buluşmak dileğiyle. İyi okumalar.
Sağlıcakla kalın!
Mevsimlerden sonbahar artık her şeyimizi içimize atma, toplama zamanı. Güzel bir dergi okuma zamanı.
Emeklerinize bereket. Daha nice sayılara.
Elinize sağlık