Adaletin mazlumun yanında olmadığı kanaati hasıl olduğunda adresler, okunu sadağına koyup, kılıcını kuşanıp zalim idarecilerle mücadeleye giren Robin Hood gibi ormanların derinlikleri veya Köroğlu gibi dağların başlarıdır. Bir zamanlar bu gibi isimler kaçak ya da isyankâr iken zamanla hep birer halk kahramanı olmuşlardır. Bir müddet sonra isteyerek yahut istemeyerek hükümetler, bunları kahramanlar olarak anmaya başlamışlardır. Bu kahramanların hikâyeleri okullarda ders kitaplarına girmiş, filmleri çekilmiştir. Sözleri ve yaptıkları tarihe mal olmuş ve dilden dile yayılmıştır. Bu sebeple adalet, esasında bir hak arama mücadelesidir, denebilir.
Bu yazıyı kaleme aldığım günden takriben 25 yıl öncesiydi. Sean Connery’nin ses getiren filmlerinden biri olan The Rock (Kaya) isimli sinema filmini VHS video kasetinden seyretmiştik arkadaşlarla. Birkaç gün filmin üzerine konuştuğumuzu bile hatırlıyorum. Filmin konusu, bir grup devletini seven fakat kırgın deniz komandosunun turist kılığında gittikleri Alcatraz Adası üzerinde hâkimiyet kurup diğer turistleri de rehin almalarıdır. Bu deniz komandoları, herkesin korkulu rüyası olan çok tehlikeli kimyasal silahları da yanlarına alır ve ölen komandolar için devletten fidye isterler. Filmin devamını dileyenler seyredip görebilir.
Alcatraz, bir dönem siyasi ve en azılı mahkumların hapsedildiği bir hapishane aslında. Mahkûmlar buraya dış dünyayla en az irtibat kurabilecekleri için konulur. Diğer bir yönü de buradan kaçma ihtimalinin neredeyse imkânsız olmasıdır. Denize kıyısı olan birçok ülkede buna benzer mahpushaneler inşa edildiği bir vakıa. Türkiye’de de Cumhuriyet Döneminde Yassıada ve öncesinde Girit, Kıbrıs ve Rodos gibi adalar yine siyasi sürgün veya mahkûmların adresleri olmuştur. Hapishane olarak kullanılan adalarda yaşananlara dair romanlar, hikâyeler, hatıratlar ve türküler yazılmış; filmler çekilmiştir. Papillon (papyon) Türkçeye çevrildiği üzere “Kelebek” filmi de bunlardan biri. Hem 1973 hem de 2017’deki yeni versiyonu sinema tarihinin kalburüstü filmlerinden.
Üstteki film ve filmin geçtiği adaya benzer şekilde bu yazıda ilki bir hapishane adasından diğeri de ada benzeri bir yerden, iki zindan şiirinden bahsedeceğim. Yugoslavya döneminde siyasi mahkûmların gönderildiği adres Goli Otok (Kel Ada)’tur. Burası sıcağı ve ağaçsız bir kayalık yer olması hasebiyle meşhurdur tüm ülkede. Siyasi muhaliflerin buluşma yeridir sanki bu küçücük cezire. İşte bu ada ve yaşananlar alttaki 4+4 hece ölçülü şarkıyla dile gelmiş ve tarihteki yerini almıştır.
Şarkının üç kıtasının da ilk iki mısrası aynıdır. Öyle acı ve mihnet çekilir ki adını ezberler yaşayanlar. Ada öyle sıcaktır ki taşlar bile yanar. Geride kalanlara söylenecek ilk şey adanın yakıcı hararetidir.
“Otok goli, otok goli
otok goli, otok goli
sunce sije, kamen gori
to je, majko, otok goli
Kel ada bura, Kel ada
Kel ada bura, Kel ada
güneş parlar, taşlar yanar
İşte anacım, Kel ada”
Kayalar kırılır balyozlarla, taşlar insanın yüzüne çarpar. Yollar yapılır, fayanslar döşenir Kel Ada’da.
“Udarci se cuju, kamen puca
plocice se rade, bura puse
otok goli, otok goli
otok goli, otok goli
Darbeler duyulur, taşlar çarpar
Taş döşenir, fırtına eser
Kel ada bura, Kel ada
Kel ada bura, Kel ada”
Orada çekilen zorluklar yetmezmiş gibi bir de mahkûmların yedikleri ve içtikleri ne doyurur ne de tat verir damağa.
“Otok goli, otok goli
otok goli, otok goli
juha i brom glavna su klopa
na otoku golom, na otoku bijelom
Kel ada bura, Kel ada
Kel ada bura, Kel ada
Tayınım hep şaplı çorba
Kel ada, kayalık adada”
Diğeri edebiyat okurlarının yakından tanıdığı bir isme ait. Az çok müzik dinleyenler hemen hatırlar Sabahattin Ali’nin bu hüzün yüklü mısralarını. Biz de küçükken ilk mektepte söylerdik bu türküyü. Üstteki Hırvatça şarkı gibi alttaki türkümüz de 4+4 hece ölçülü. İlk kıtasında çiçeksiz bahçeler, kuşsuz ve yıldızsız gökyüzüyle bir hapishane tasviri yapılır.
“Burda çiçekler açmıyor
Kuşlar süzülüp uçmuyor
Yıldızlar ışık saçmıyor
Geçmiyor günler geçmiyor”
İkinci kıta mahpuslukta günlerin nasıl geçtiği anlatılır. Şair avluda volta attığını, duvara yaslandığını ve belki de geçmiş gelecek günlerini düşünüp hayaller kurduğunu dile getirir.
“Avluda volta vururum
Kah düşünür otururum
Türlü hayaller görürüm
Geçmiyor günler geçmiyor”
Ütteki kıtalarda hapishaneyi ve günlerini nasıl geçirdiğini anlatan şair, üçüncü kıtada içerdekilerle dışarıdakilerin farkını ifade eder. Mahpuslar dışarıdakilerin belki kıymetini bile bilmeden yaptıkları gündelik hayata dair işleri görmeyi düşlerler. Damda mevsimler bilinmez, istense de gezip dolaşılamaz, günler su gibi akmaz çünkü.
“Dışarıda mevsim baharmış
Gezip dolaşanlar varmış
Günler su gibi akarmış
Geçmiyor günler geçmiyor”
Beşinci kıta, şairin içli içli hüzünlendiği kısımdır türküde. Kimleri ve neleri sevmiştir? Nereleri gezmiştir? Aynaya bakınca dalıp gider.
“Gönülde eski sevdalar
Gözümde dereler bağlar
Aynadan hayalin ağlar
Geçmiyor günler geçmiyor”
Sevdiklerinden ayrı ve mecburen beraber aynı çatı altında kaldığı insanlar vardır onun. Hayatları yabancıdır ona. Ortak hatıraları yoktur. Güzel şeyler söylemezler. Herkesin dili acıyı mırıldanır. Hepsinden de zoru bütün bu zorluklara katlanırken zamanın çok yavaş akması.
“Yanımda yatan yabancı
Her söz zehir gibi acı
Bütün dertlerin en gücü
Geçmiyor günler geçmiyor”
Hasılıkelam Sabahattin Ali’nin türküsünün yıllara meydan okuması misali Benden selam olsun Bolu Beyi’ne mısrası çağları aşmıştır. Diğer taraftan Bolu Beyi’nin adı belki tarih kitaplarında bile kalmamıştır. Direnişte, sürgünde veya hapiste hak aranırken fikir ve mücadeleler yeri gelmiş, söze dökülmüştür. Yaşanan haksızlıklar bazen sazla, bazen sözle tenkit edilmiştir.
Duyguların sınır tanımadığı ve yaşananların hep aynı olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Emeğinize sağlık.