Güz, hasattır. Tüm yılın veriminin alındığı zamandır. Lahana, pırasa, roka, dere otunun incecik yapraklarıyla gece soğuklarına acaba nasıl dayanıyor, demedir. Çocukça bir hisle tarla ve bostanlarda artakalan havuç, yer elması ve patatesleri bulabilmenin heyecanıdır güz. Dalında yaz güneşini zor bulan domateslerin pencere önlerine üç günlük misafirliğinin resmidir. Kireçten ağarmış duvarların alınlarına sarı, kırmızı, mor, ak, kara dizilerin gelip konuk olmasıdır, telkâri misali. Kara mürver, kuşburnu, karamuk, böğürtlen, ahlat ve daha nicelerinin ağızları tatlandırmaya koyulmasıdır.
‘‘Güz hazandır.‘‘ derler. Doğru. Dallardan nimetlerin dökülmesinin namıdır da ondan. Ormanlar, bağlar, bahçeler meyve ve sebzelerle dolar. İnsanlar, hayvanlar, kuşlar ve hatta yerdeki elsiz ayaksız solucanlara kadar herkes rızkından nasiplenir. Hele o kargalar yok mu, o ne zeki kuşlar öyle? Kaptıkları kozları kırmak için belli irtifadan ustalıkla yollara veya taşlara bırakıverirler. Bir de bakarsınız sokakta yürürken önünüze olmuş taze ceviz düşmüş!
Öyle ki küleklere taze tereyağının, tenekelere içyağlı kavurmanın ve bidonlara acılı hıyar turşularının konulduğu günlerdir onlar. O heyecanla, dopdolu pekmezin koyultulduğu, hediklerin setende kabuklarından sıyrıldığı ve mısırların ambarda durultulduğu tatlı koşuşturmaca. O günlerde olur tohumluk tanelerin kilerde istiflenmesi, değirmen taşlarının taze un öğütürken çıkardığı taktakların sesi, yüze göze danenin saflığının bulaşması. Kağnıların mazılarından ‘‘Gıcııı gıcııı‘‘ seslerinin çıkardığı melodidir odun ve buğday çuvalı taşırken.
Duman duman rayihasıdır ayvanın reçel, narın şerbet, kayısının hoşaf olurken tüten. Onun adıdır helvalık kabağın üstüne kıyılmış taze cevizin dökülmeyi beklediği dem. Onun namıdır kelemin, pazının, salamura asmanın, kara lahananın kimi zaman muska kimi zaman da kalem gibi sarıldığı sofralar. Onun zamanıdır bostanlardan sökülen fasulye, barbunya, ve bezelyelerin bacalarda dövüldükten sonra tane tane çuvalların yolunu tutması. Sadece onlar mı? Elbette hayır! Pancarların da sırasını beklemesidir dal turşusu olmak için.
İnsanlar dinlenir de hayvanlar geri kalır mı hiç? Sincapların palamut, köstebeklerin kök, arıların da petek doldurmayı bitirip dinlenmeye çekilmesinin resmidir hazan. Yaz başında memleketlerinden ayrılan leyleklerin, kazların, ördeklerin sıla hasretlerinin kanat kanat dinişidir. Çobanların günü evde geçirişi ve ailesiyle ötelediği işleri yerine getirmeye başlamasıdır. Burası yoncalık, şurası koruluk, ötesi arpalık denmeden rahatça yayılmasıdır davarların, sığırların. Sabahtan akşama diledikleri yerde otlayıp hava kararmaya başlayınca dönüp gelmeleridir. Güz her bakımdan özgürlüğün mevsimidir onlar için. Analarıyla birlikte yetişkin bireyler olarak sürüye katılmasıdır kuzuların, oğlakların.
Dallarda salınan zümrütlerin bir simyacının iksirini içtikten sonra altın varaklara dönüşüverme mevsimidir. Sanki bir kimyahanede altın suyuna batırılıp çıkmış gibi olurlar. Bir dağ başından seyredince ovayı, mahir bir ressamın elindeki fırçayla rengarenk kanvasa çevirdiğini görebilmektir güz. Her bir fırça darbesiyle sırf yapraklar değil, meyve sebzeler de rengarenk oluverir. Adından, Cahit Sıtkı’nın dediği gibi “Ayva sarı nar kırmızı sonbahar” diye bahsettirir.
Bu renkli günlerin sonunda gelinlik giyecek ağaçların nişanlanmasıdır hazan. Ağaçlar nişan merasimine hazırlanır gibi süslenirler. Küpelerini, gerdanlıklarını, bileziklerini takınırlar. Al-yeşil bindallı kuşanır, fistanla dolaşırlar. Bütün orman, tüyleri diken diken çamgiller sülalesi dışında bu alayişe katılır. Ağacın eteklerinde durmaktan sıkılan yapraklar önce döne döne süzülür, ardından da bir çağıltıya kapılır gider. Ya bir ummana varır, ya da yorulduğu yerde bir ırmak taşının üstünde güneşlenmeye koyulur. Öyle bir bolluk, bereket ve zenginlik ki kırk gün kırk gece, gelen geçen herkesin başına altın saçılır. Yerdeki bu zenginlikten gökler nasibini almaz olur mu hiç? Gökteki pamuktan bulutlar, birer gümüş tel yumaklarına dönüşür.
O, üzüm ayı Eylülle başlar. Şenliklerin faslıdır. Tadıdır kaynayan kazanların etrafında çekilen halayların. Hele bir harman bitsin denilerek ötelenen kavuşma anıdır yavukluların. Davulun zurnaya eşlik ettiği, zillerin saza ayak uydurduğu, şarkıların türkülerin nağmelere karıştığı demlerdir. Gelinlerin al-yeşil duvaklarını, simli peçelerini giydikleri heyecanlı anlardır. Gelin güveyin üstüne ‘‘Darısı başınıza!‘‘ denerek darılar saçılır. Sözün kısası tarlada, dağda, bayırda çalışan ahalinin bir araya geldikleri dernek vaktidir. Yazın yorgunluğu dinlenerek değil güzü yaşayarak atılır.
Sonbaharın güneşi yakmaz. Soğuğu da çok üşütmez. Akşamları hava erken kararır. Çoluk çocuk eve üşüşür. Sobaların bir önceki seneden tıkanmış boğazları iyi nefes almaları için açılır. Bacaların kurumları temizlenir. Pelit ya da kayın odununun sıcağında sobalar kâh patates közler, kâh kestane kızartır. Tereyağı sürülecek sac ekmeği pamuk gibi olur.
Ekim tohum ayı ise Kasım da koç ayı sayılır. Ekim toprağın tohumlara, Kasım da baharda doğacak kuzulara koyunların dâyelik etmeye başlama hengamıdır. Ağaçlar da toprak ve hayvanlardan geri kalırlar mı sandınız? Her biri sabır abidesine dönüşür. Bedenine aşılanan kalemlere kendi yavrusu gibi bakarlar. İncinmeden başkasının dalına kendi dalı yarılsa da ömür boyu analık eder, hiç yaralanmamış gibi davranırlar.
Sonbaharda hava neme, otlar suya doyar. Sabahları her yaprak inciler saçar. Nemlenen toprak; kurumuş otları ve çam yapraklarını, kuzu göbekleri, çıntarlar ve daha nicesi için gıdaya çevirir. Kabaran çam yapraklarının altları apak mantarlara ev sahipliği yapar.
Kasım, dokuma tezgahlarının da kurulma ayıdır. Artık vakti gelmiştir yazdan hazırlanan yapağıların, tiftiklerin, yünlerin ve dahi kılların iğe geçirilmesinin. Kirmanlar çorap, papah, yelek, süveterlik örülecek yün iplikleri döndükçe eğirir ha eğirir. Sonrasında halılardan kilimlere, rengarenk örmelerden binbir nakışlı kazaklara ve cepkenlerden hırkalara kadar iplik iplik, nakış nakış örgüler başlar. Tığların orlon iplerinin arasından geçerken yaptığı kıvrak manevralara az ötede dokuma taraklarının patır patır sesleri karışır. Evlere geri dönüşüdür kasnakların gerilmesinin, kanaviçelerin işlenmesinin ve iğne işlerinin kahve muhabbetlerine arkadaşlık ettiği fasılların. Bohçaların çeyizliklerle ve sandıkların da bohçalarla hazırlandığı umut dolu hayallerin zamanıdır. Nineler torunlara nakış gösterir, analar kızlarına tığ tutmayı öğretir bu uzayan gecelerde. Şişler tığlarla, tığlar da iğnelerle haneleri süsleme yarışına girer. Ha unutmadan söyleyim! Güzün başı anaların ve ninelerin döşeklerin yünlerini yuduğu, yüzlerini kocaman iğnelerle sırıdığı mevsimin de adıdır. Hele o kacaman iğneler yok mu, ninelerin yorgan sırırken bacaklarında? Uzayan geceler ayrıca merak kesilen kulaklardır masallar, gazavatnameler ve efsanelerin kapısının çalındığı. Geç olup da uyumayan afacanların alkarılarla ve hortlaklarla uykuya daldırıldığı tatlılıklardır. Sırım yorganın altında üçlü beşli kadife yastığa uzanmadır. Anaların dedelerden kalma masalları yaşatmasıdır yün döşeklerde nesilden nesile. Köy odalarında sonbaharın uzun geceleri, ev sahibidir binbir oyuna. Buğusudur odun sobasında kaynayan çaya, düdük gibi öten bakır güğüme. Gençlerin uzun gecelerde kibrit kutusu atmadan elim elim üstündeye nice oyunlarda yediden yetmişe yüzünü güldürmesidir herkesin.
Hasılı; güz baştanbaşa güzelliklerle lebaleb doludur görene.