Güneş neredeyse batmak üzereydi. Hacı Ömer her gün batımından önce yaptığı gibi mavi boyalı, kireçleri dökülmeye başlamış duvara yöneldi. Duvara gömülü ahşap dolabın kapağını açıp rahmetli karısının çeyizinden kalma yadigâr gaz lambasını çıkarıp havaya kaldırdı. Neredeyse altmış yıllık gaz lambasına derin bir hüzünle baktı. Lambanın içindeki gaz yağını şöyle bir kontrol ettikten sonra içinden “Sanki köyde başka adam kalmadı, bula bula beni mi buldunuz?” diye söylendi.

Bir cerrah titizliğiyle yavaşça lambanın üst camını kaldırıp masaya koydu. Fitili kontrol ettikten sonra yeleğinin sağ cebinden bir çakmak çıkardı, vaktin henüz tamama erdiğinden emin olamayınca bu sefer elini yeleğinin sol cebine attı. Çocuklarının daha ölmeden kime kalacağı hususunda kavga ettiği Serkisoff marka köstekli saatine bakıp vaktin geldiğine emin olduktan sonra lambayı yaktı. Yine aynı yavaşlık ve dikkatle lambanın fanusunu takıp duvardaki çiviye lambayı özenle yerleştirdi. İçeriye yayılan cılız ve sarı ışıktan memnun kalmayınca ışığın ayarını biraz yükseltti. İşte şimdi olmuştu. Gittikçe feri kaybolmaya başlayan gözleri, odadaki bir iki parça eski eşyayı seçmeye başlayınca sedirdeki yerine oturdu ve tesbih çekmeye başladı.

Köy için yarın büyük gündü. Köyün makûs talihi artık değişecekti. Uzun zamandır devam eden çalışmalar bitmiş, köyün her yerine elektrik direkleri dikilmiş ve her eve hat çekilmişti. Yarın sabah kaymakamın teşrifleriyle köye elektrik verilecek ve böylece artık aydınlığa kavuşacaktı. Bu işe en çok kadınlar ve çocuklar seviniyordu. Eve bir televizyon aldırmak için ince, kurnaz planlar etrafta dolaşıyor, zaten kıt kanaat evi geçindiren kocalar ise bu kuşatmadan nasıl kurtulacaklarını kara kara düşünüyorlardı.

Hâli vakti yerinde olanlarsa çoktan kasabaya uğrayıp televizyonlarını almış, salonun baş köşesine oturtmuşlardı. Genç kızlar ise televizyona örtülecek en güzel danteli örmek için hummalı bir yarışa girmişler, dantel modellerini devlet sırrı gibi saklayıp kimseye göstermemek için büyük emek harcamışlardı. Kurbanlar ayarlanmış, makas ve kesilecek kırmızı kurdele muhtar tarafından temin edilmiş, iki gün önce düğünü yapılan Sakızların Ahmet’in evinden de pırıl pırıl parlayan gümüş tepsi, makas koymak için gelin hanımdan yalvar yakar ödünç alınmıştı. Velhasıl köy büyük güne hazırdı, herkes heyecanlı ve mutluydu, Hacı Ömer hariç.

Tüm bu curcuna içinde köyün en saygın ve yaşlı adamı Hacı Ömer’e de büyük bir vazife düşmüştü. Gerçi muhtar, bu vazifeyi ona kabul ettirene kadar akla karayı seçmişti ama zor da olsa sonunda ikna etmişti. Hacı Ömer, kurdele kesilip de trafodan köye elektrik verilmeden önce altmış yıllık yadigârı olan gaz lambasını direğe vurup kıracak, böylece sembolik de olsa karanlık sona erecek ve aydınlık devir başlayacaktı. 

Hacı Ömer, lambayı niye kırması gerektiğine hâlâ tam ikna olmasa da muhtarın “Herkes hazırlıklar için üzerine düşeni yaptı, sen de köyün ileri geleni ve en muhterem adamı olarak bu işi yapacaksın. Hem kaymakam bey özellikle seni istedi, hürmet gösterdi. Şimdi ona ‘hayır’ demek olur mu? Hiç yakışık almaz. Üstelik gazeteciler de gelip fotoğraf çekecekmiş. Gün, köyümüzü gururlandırma günüdür.” sözleri üzerine biraz da gururu okşanmış olarak bu büyük mesuliyeti kabul etti. 

Laf arasında muhtara lambanın yadigâr olduğunu, mümkünse başka birinden lamba ayarlansa daha iyi olacağını anlatmaya çalışsa da muhtar; “Ben anlamam Hacı, o iş sende. Bir de beni basit bir lamba için ev ev aratma şimdi.” deyince yüzü asık ama yine de gururlu bir hâlde, mecburen isteneni yapmaya karar verdi.

Ertesi gün Hacı Ömer, namazdan sonra oturup tesbih çektiği sedirden yavaşça doğruldu ve dolaptan bayramdan bayrama giydiği, ortanca oğlunun kavga dövüş kasabaya götürüp aldığı elbiselerini giydi. O gün boşa masraf deyip kızdığı oğluna içinden bir kez daha hayır dua edip sokağa çıktı. Tören alanı süslenmiş, her şey hazır, kaymakam bey ve misafirler beklenmekteydi. Tüm köy, çoluk çocuk alanda toplanmıştı. Biraz sonra toprak yolun tüm tozunu âdeta üzerinde taşıyan siyah bir araba geldi. Arkasında içinde gazeteciler ve birkaç davetlinin bulunduğu eskice bir minibüs de onu takip ediyordu.

Konuklar tören alanına gelince başta muhtar ve Hacı Ömer tarafından hürmetle karşılandılar ve kahveden getirilip trafonun etrafına dizilen eski, tahta sandalyelere buyur edildiler. Öğretmenin zar zor ezberlettiği şiiri yarısında unutan, muhtarın küçük oğlu Veli’nin ardından, kaymakam bey bir konuşma yapmış ve devletin vatandaşının her ihtiyacını karşılamak için nasıl fedakârca çalıştığını köylüleri ağlatacak şekilde, hisli bir sesle anlatmıştı. 

Şimdi sıra törenin en cafcaflı yerine gelmişti. Kaymakam bey, kurdeleyi keserken Dümbelekçilerin Abdi’nin davulu gümbürdetmesiyle Hacı Ömer, sanki gavura vurur gibi gaz lambasını direğe çalmış ve tüm köyü karanlıklardan aydınlığa çıkarmıştı. Herkes Hacı Ömer’i alkışlarken onun tek düşündüğü ise paramparça ettiği yadigârıydı. Köylüler, köy odasında misafirlere verilen ziyafete katılmak için hızlı adımlarla yürürken Hacı Ömer, kimseye fark ettirmeden evine geçmişti. Zaten kimse de onun yokluğunu hissetmemişti.

Misafirler, akşama yakın yeme içme ve hoşbeşten sonra kasabaya dönerken köy halkı da bir an önce lambanın aydınlığını görmek için evlerine seğirtmişlerdi. Televizyonu olan mutlu azınlıksa erkeklerin “ajans” izlemesinin bitmesini sabırsızlıkla bekliyordu. Börekler ve poğaçalar yapılmış, tavşan kanı çaylar demlenmiş,  biraz sonra başlayacak Türk filmi için bütün hazırlıklar tamamlanmıştı.

Hacı Ömer, her zamanki alışkanlıkla köstekli saatini çıkarıp vakti kontrol etmiş, tam gaz lambasını almak için hareket edeceği sırada sabahleyin onu paramparça ettiğini hatırlamıştı. Bir an duraklamadan sonra duvardaki elektrik düğmesine dokununca etraf aydınlanıvermişti. Akşam vakti odasını ilk defa bu kadar aydınlık gören Hacı, bir an mutlu olmuş ve içinden “İyi ki de lambayı kırıp elektriği bağlatmışız.” diye düşünürken birden oda karanlığa gömülmüştü. Ne olup bittiğini anlamaya çalışan Hacı, cebindeki çakmağı çıkarıp önünü görmeye çalışırken bir yandan da muhtara, kaymakama, elektriğe lanet okumaya devam ediyordu. Uzun yıllar, ara ara devam edecek elektrik kesintisiyle ilk defa tanışan Hacı, “Kırdın kalbini lambanın, çek bakalım şimdi ceremesini.” diye homurdanıyordu.