Takvimler 6 Şubat’ı gösterirken, Türkiye’de iki büyük depremin meydana geldiği haberi, kısa sürede her yere yayıldı. Yerel saatle 4.17’de, Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde meydana gelen ilk deprem, yerin 7 km altında ve 7.7 büyüklüğünde idi. Ondan yaklaşık 9 saat sonra, 13.24’te ve Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde olan ikinci deprem ise 7.6 büyüklüğüne sahipti. Bu dehşetli iki deprem Kahramanmaraş, Adıyaman, Gaziantep, Osmaniye, Adana, Şanlıurfa, Malatya, Diyarbakır, Kilis ve Hatay şehirlerinde ciddi yıkımlara sebep oldu.
O gün kardeş Azerbaycan, sabahın şafağında bu acı habere gözlerini açtı. İnanması ne kadar güç olsa da bu uğursuz haber, yüzlere bir anda hüzün getirdi; dramın büyüklüğünü hissettirdi… Ülkede üzüntülü günler başladı. Öncelikli olan Türkiye’yi böylesine zor bir günde yalnız bırakmamak, onun yanında olmak ve acısını paylaşmaktı. Buna göre derhal Azerbaycan’ın acil arama-kurtarma ekipleri deprem bölgesine sevk edildi. Trajedinin boyutu başta anlaşılamamıştı ancak acı haberler geldikçe Bakü halkı, Türk konsolosluğu önünde toplandı.
Evim, büyükelçiliğin karşısında olduğundan bu kederli haberi ilk öğrenenlerden biriydim. Her gün gözlerimin önünde dalgalanan bayrağın yarıya indirildiğini gördüm. Daha fazla dayanamadım, kapüşonlu ceketimi giydim ve koşarak büyükelçiliğin kapısına gittim. Havaların çok soğuk olmasına rağmen ziyarete gelenlerin sayısı giderek artıyordu. Ziyaretçiler, ellerinde tuttukları Türkiye ve Azerbaycan bayraklarını, çelenklerini elçilik önüne koyuyorlardı.
İlerleyen günlerde de deprem bölgelerinde hayatını kaybedenler anısına ülkemizdeki Türk Büyükelçiliği önünde anma köşesi hazırlandı. Aynı zamanda depremzedeler anısına Gence’deki Türkiye Başkonsolosluğu önünde de bir köşe oluşturuldu. Halkın temsilcileri, aydınlar ve kentliler, burayı her gün ziyaret ederek çiçek buketleri getiriyorlardı.
Yüzyılın trajedisi olarak anılacak bu zor günler, Azerbaycan halkında derin izler bıraktı. Deprem haberi alınır alınmaz, devlet yetkililerinin yardım çağrısına uygun olarak yurdun bütün il, ilçe ve bölge merkezlerinde yardım merkezleri düzenlendi. Şu anda Türkiye’ye yardım etmek için ne yapılmalı, nelere ihtiyaç duyuluyor veya duyulmuyor? Tüm bu sualler her birimizi düşündürdü. Yüreklerde yeşeren arzular dillere döküldü: “Kardeş Türkiye’nin yanındayız.”
Böylece insanlar yardım istasyonlarına akın etti. Ellerin ve gönüllerin seferber olduğu, gözlerden yaşların döküldüğü bir gün oldu. Toplanan yardımlar gönüllüler tarafından ayrıştırılıp paketlendi, arabalara yüklenerek kardeş ülkeye gönderildi. Yardım kampanyasında yüzlerce kişi gönüllü olarak çalıştı ve çalışmaya da devam ediyorlar.
Toplanan ürünler ağırlıklı olarak kışlık giysilerden oluşuyordu: Eldivenler, ceketler, pantolonlar, eşarplar, kalın ve yün çoraplar… Bundan başka yatak takımları, halılar, temizlik malzemeleri, su, yiyecek, el fenerleri, jeneratörler ve odun sobaları gibi ev eşyaları da üstünlük ifade ediyordu.
“Varını veren utanmaz.” derler… Verdiği söze sadakat örneği göstererek evinden yorgan, döşek hatta üstünden çıkarmış olduğu sıcak mantoyu bile gönderenler vardı. Şüphesiz bu acı haberin yankısı, Azerbaycan’ın diğer bölgelerine de düştü. Köy halkı, anında varını yoğunu toplayarak Bakü’deki yardım merkezlerine koştu.
Laçin doğumlu hemşehrimiz Server Beşirli’nin eski arabasıyla evinden aldığı battaniye ve şiltelerle yola çıkışı ile yurdun güney bölgesindeki Lerik dağ köyünden karda yola çıkan, şiltelerle dolu paket taşıyan annelerin fotoğrafı, bu ağır günlerin unutulmaz simgeleri oldu.
Yardım toplama noktaları gece gündüz çalışıyor, kalabalığın ardı arkası kesilmiyordu. Kuyruk uzadıkça uzuyor, insan sayısının haddi hesabı olmuyordu. Nasıl da canla başla çalışıyorlardı! Depremin üzerinden 6 saat bile geçmeden ilk yardım uçağı havaya kalktı. Bu sırada etkileyici haberler de ortaya çıktı: Kıdemliler emekli maaşlarını gönderiyor, çocuklar akranlarına oyuncak, defter, kalem, mont gönderiyor ve montların ceplerine şeker koyuyorlardı.
Bir ebeveyn de şehit oğullarının çeyiz eşyalarını, yanına fotoğrafını da koyarak gönderdiler. Şehidin çeyizlikleri, Türkiye’de bir şehit anasına bağışlandı. Azerbaycanlı şehit anası, Türkiyeli şehit anneye şunları söylüyordu: “Sen benim bacımsın, beni iyi anlarsın.”
“Gerçekten de bir dost ve bir kardeş kötü günde, dar geçimde belli olur.” Atalarımız doğru söylemiş. Dürüstçe söyleyebiliriz ki Azerbaycan halkı, kelimenin tam anlamıyla depremzedeler için seferber oldu.
Diğer yandan depremin ilk gününden itibaren Türkiye’ye gönderilen Azerbaycan ekipleri, meydana gelen şiddetli depremin sonuçlarını ortadan kaldırmak için arama ve kurtarma çalışmalarını kesintisiz sürdürüyorlardı. Kurtarıcılarımız, “Türk bizim kendimiz demek. Onların acıları bizim acımız, onların dertleri bizim derdimiz.” diyerek özverili bir şekilde çalışıyorlardı. Azerbaycan’da ise hepimiz televizyon karşısında, arama ve kurtarma işlerinde hiçbir şeyi gözden kaçırmadan izliyorduk. Taş-kesek altından sağ çıkarılanların her biri, bayram gelişi gibi yüreğimizde sevinç uyandırıyordu.
Onların bu gayretleri, bizim de kardeş ülkede daha çok insanı, taş ve toprak yığınının altından kurtaracakları umudumuzu da yeşertiyordu. Bu kardeşliğin kuru ve soğuk bir söz olmadığını, kanımıza işlediğini ve kalbimizin beraber attığını bir kez daha hatırlıyorduk. Oradaki enkazları gördükçe de herkes gibi biz de hemen koşup ellerimizle taşı toprağı kazıp atmak istiyorduk.
Evet Azerbaycan halkı ve devleti, Türkiye’nin bu zor gününde de iyi gününde de yanındadır, kardeşlerinin acısını paylaşmaktadır. Azerbaycan camilerinde, Türkiye’de meydana gelen korkunç depremde hayatını kaybedenlerin anısı derin bir hüzünle anılırken, depremde hayatını kaybedenler için gıyabi cenaze namazı kılındı. Bu, tek millet ve iki devletin kardeşliğinin, birliğinin ve dayanışmasının bir timsalidir. İnanın, her defasında böyle fedakârane haberleri okudukça ve gördükçe gözlerim yaşarıyor. Milletimizin bu şekilde fedakârlığı kardeşliğimizin ne derecede itibarlı, candan aziz olduğunu gösteriyor.
Depremlerden sonra Türkiye ve Azerbaycan birleşti, tek yürek oldu. Bu zor günde kardeş Türkiye ile dayanışmanın simgesi olarak Haydar Aliyev Merkez Binası, Türk bayrağı renginde aydınlatılıyor. Tüm bunlar göz yaşlarımızı azca da olsun kurutmaya yetiyor. Bu arada yardımlar devam ediyor. Zarar görmüş insanları barındırmak için çadırlar, yatak takımları, ısıtıcılar ve diğer ekipmanlar gönderiliyor. Bütün bunlar, Türkiye’nin bir an önce yaralarını saracağı, güzel ve huzurlu günlerine döneceği umudunu veriyor. Gönül ah`larımız bir anda duaya çevriliyor: “Allah acınızı bir daha yaşatmasın. Yürek ağrınıza dayanamıyoruz, bu son üzüntünüz olsun!”
Ah canım, candan aziz Türkiye’m! Senin güzel çağlarının şahıyım. Aziz misafirin olarak sende güzel günlerim az olmadı. Umut ediyor ve inanıyorum ki yine o bayram gibi şen günlerin gelecek. Biz de yine senin o mutlu günlerinin şahidi olacağız.
*Prof. Dr. Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesi.
bu yazı çok anlamlı… tarihe not düşmüş…