İcra edilen sanat, sırf havassa mı hitap etmeli yoksa avam halka mı? Dil mi öndedir, irfan mı? Aruz mu hece mi? Halk dili mi sanat dili mi? Edebî tenkit nerede başlar, nerede durur? Son dönemde bu kabîl suallere zarf mı mazruf mu? gibi lengüistiğin tahlil usulleri de eklendi. Kadimden bu yana ediplerin ve dil üstatlarının üzerinde münazara ettiği bu tür mevzular vardır ve var olmaya da devam edecektir. 

Öteden beri bilindiği üzere dil, daimi surette değişen ve farklılaşan mücerret bir varlıktır. Onu müşahhas hâle getiren yazı yani edebiyattır. Hislerimizi, her türlü isteklerimizi ve kendimizi başkalarına aktarabileceğimiz, onların da dediklerini anlayabileceğimiz hemen hemen yegâne vasıtadır dil. Müşterek aklın, irfanın, anlayışın ve düşüncenin aksidir birçok bakımdan. Böylece hem fertlerin hem de milletlerin ortak mirasıdır. Hâliyle ortak miras, müşterek bir kültürü de beraberinde getirir. 

Dil, bir ortak miras ve ortak değer ise neden herkesin ve her milletin dili az veya çok diğerinden farklıdır? Hatta daha da ötesinde bütün fertlerin çocukluğu, gençliği ve yaşlılığındaki dili de bir miktar değişiktir. Aynı dili konuşan toplumdaki hemen tüm insanların lisanında, hayatları boyunca az yahut çok değişim ve farklılaşmalar meydana gelir. İçtimai hayatta insanların konuşma tarzları az çok başkadır ancak milleti teşkil zümrelerin müşterek tavır ve kültürleri vardır. Bu hâllerin yekûnu bir milletin diğerinden farkını gösterir. 

Peki; milletlerin, milletler içinde sınıfların, sınıflar içinde meslek erbaplarının, onların da içinde cinsiyet ve bölge farklılıklarının olması nedendir? Tabii, bu arada hatırda bulundurmak gerekir ki daire küçüldükçe benzeşme artar ve fertler arasındaki dil farkı neredeyse sıfırlanır. Daire genişledikçe fark çoğalır ve benzerlikler azalır. Ancak ne en dar halkada farklılıklar sıfıra iner ne de en geniş dairede diller birbirinden tamamen bambaşka hâle gelir.

Girişteki sorulardan biri olan dil ile irfanın yani kültürün ilişkisi nasıldır? Dil mi kültürü değiştirir yoksa kültür mü dili farklılaştırır? Bu suale ak ya da kara şeklinde bir cevap vermek pek mümkün değildir. Dilin kültürü ve kültürün dili değiştirmesi söz konusu farklı nispetlerde. Öncelikle dilin nasıl değiştiğine temas etmek icap eder. İnsanlar, belli bir dil vasatı içinde neşet ederler ve her türlü duygularını bu hazır dil mirası vasıtasıyla ifade ederler. Bunu yaparken de toplumun diğer fertlerinin aksine hareket edemezler. Elmaya armut, armuda elma diyemezler. Herkes bu ortak mirası aynı biçimde kullanmak mecburiyetindeyse dil nasıl değişiyor o zaman? Kültürün dili değiştirmesi bahis mevzu ise o vakit kültürü nelerin başkalaştırdığına bakmak gerekir.

Milletin irfanı göçler, harpler, fen ve teknikteki gelişmeler, inanç değişiklikleri sebebiyle derinden etkilenir. İlk olarak sayılan madde göçlerdir. Göçmenlerin dili geldikleri yerin lisanını değişik yönlerden belli ölçüde değiştirir. Göçmenler azsa sadece kelime katkısı yaparlar. Kalabalıklar ama medeniyetçe gerilerse ancak mahallî dile epeyce etki etmekle kalırlar. Hem medeniyetçe ileri ve hem de kalabalıklarsa yerli lisanı zamanla ortadan kaldırırlar. Bunun Latin Amerika, Kuzey Afrika ve Kuzey Amerika gibi istisnaları vardır. Buralarda dışarıdan gelen topluluklar, nüfus bakımından az olmalarına rağmen güç ve medeniyetle yerli toplulukların dillerini ya yok etmiş ya da tamamen kendine benzetmiştir. Kuzey Afrika ve Arap Yarımadası’nda ise mahallî diller, zamanla galip ama sayıca az olan toplumun lisanında inanç sebebiyle eriyip kaybolmuştur. Kürtçe, Farsça, Urduca, Sindice, Peştuca, Darice, Beluçça ve Türkçe gibi diller ise Ceziretü’l-Arap’taki Arami ve Şimalî; Afrika’daki Sibi, Libi, Kıpti, Habeşî, Berberi gibi dillerinden farklı şekilde Arapçalaşmamıştır. Çünkü Türklerin, Farsların ve Hintlilerin kadim medeniyetleri vardı. Bu milletlerden bir kısmı İslam’ı kabul etmiş ve Müslüman olmayan diğer milletlerle yüzlerce yıl beraber yaşamışlardır. Arapça, bu anılan dillere hususen dinî, ilmî ve hukuki ıstılahlar noktasında kaynaklık etmiştir. 

Eğer galip millet mağlup devletin medeniyetçe gerisindeyse, lisanı ekseriyetle harp meydanında yendiği halkın dilinde zamanla kaybolur. Çünkü birçok mefhumun, ilmî ve ticari eşyanın karşılığı muzaffer milletin dilinde yoktur. Önce dildeki eksiklikler yerli lisandan karşılanmaya başlar. Zamanla kelime alımı, yerini toptan dilde erimeye bırakır. Neticede dil, değişe değişe yok olup gider. Balkanlar ve Şarki Avrupa’ya gelen Türk kavimlerinin dilleri bu duruma misaldir. Bu Türk kavimlerinden geriye çok az kelime ve yer ismi kalmıştır günümüze. 

Dilin değişmesi ve farklılaşmasına müessir bir diğer amil ise birbiriyle beraber yaşayan veya komşu dillere mensup milletler arasında yoğun izdivaçların vuku bulmasıdır. Böylece yeni nesiller, çift dilli olup daha melez bir lisan kullanırlar. 

Dile tesir eden bir diğer nokta, tabii seyir içindeki değişimlerdir. Burada en dikkat çeken husus, ilim ve fende yaşanan ilerlemeler, icatlar ve yeni mefhumların ortaya çıkmasıdır. Her yeni çıkan icat ve ilmî ilerleme, beraberinde önceden var olmayan kelimeleri lisan ve irfana katar. Mesela günümüzden 150 yıl önce;

“Kara tren gecikir belki hiç gelmez

Dağlarda salınır da derdimi bilmez

Dumanın savurur hâlimi görmez

Kan dolar yüreğim gözyaşım dinmez”

Veya

“Kara çadır is mi tutar

Martin tüfek pas mı tutar

Ağlayanım anam bacım

Elin oğlu yas mı tutar?”

biçimindeki mısralarında tren ve martin kelimesi geçen halk türküleri veya “Demirden korksam trene binmem” gibi atasözleri söylenebilir miydi?

Lisanın tabii değişimleri arasında başka lisanlar, topluluklar ve medeniyetlerle karşılaşmalar da yer alır. Diğer dillerden alınan kelimeler ve dil unsurları, zamanla ödünçlenen dilde bazı gramatik, fonetik ve semantik tebeddülata kapı aralar. Türkiye Türkçesinin tarihî seyri içerisinde J, H, Â gibi sesleri, tonlama, med ve teşdit unsurlarını veya kimi ekleri alarak değişmesi buna örnek olarak verilebilir. Burada edebiyatta Farsçanın, ilmî ve hukuki ıstılahta Arapçanın ve son dönemde özellikle içtimai ve ticari sahalarda Fransızcanın ciddi yer tuttuğu görülür.

Peki, lisan kültürü değiştirir mi? Bu mesele günümüzün gözde konularındandır. Ancak şu kadar ifade edilebilir ki dil, kültürü farklı biçimlerde değiştirir.