Türk edebiyatı tarihi, yalnızca büyük toplumsal meseleleri ve ideolojik dönüşümleri değil, aynı zamanda bireysel hayatlara sızmış ve çoğu kez karşılıksız kalmış aşk hikâyelerini de barındırır. Yahya Kemal’in öğrencisi Celile Hanım’a duyduğu ancak dile getiremediği duygular, Behçet Necatigil’in mektuplara gizlenen kırılgan aşkları, Edip Cansever’in dizelerine sinmiş yalnızlık ve arayış temaları bu bağlamda düşünülebilir. Bu hikâyelerin bir kısmı, şairlerin yaşam öykülerinde küçük anekdotlar olarak kalmış; bir kısmı ise dönemin edebî atmosferiyle birleşerek güçlü bir anlatıya dönüşmüştür. İşte bu ikinci gruba giren örneklerden biri, hiç kuşkusuz Sezai Karakoç’un Mona Roza şiiridir.

Türk edebiyatının en gizemli aşk hikâyelerinden biri olarak rivayet edilen bu şiir, 1950’li yılların Ankara’sında, Mülkiye Fakültesinin koridorlarında önce duygularda filiz verdi; sonra da boy atıp gelişti. Genç ve idealist gençlerin buluştuğu bu mühim mekânda anılan meşhur şiirin yazılmasının sebebi, aynı okulda öğrenim gören bir kız öğrenciydi. Bu hüzünlü aşk serüveninin kahramanları, zamanla yeni Türk edebiyatının dev isimleri hâline gelecek olan Sezai Karakoç ve Cemal Süreyya idi. Açığa çıkması uzun yıllar süren bu hüzünlü aşk hikâyesi, aynı zamanda bir edebiyat tarihinin, kültürel dönüşümün ve iki farklı şiir anlayışının ortaya çıkardığı rekabetin hikâyesiydi. 

Diğer yandan bu yıllar (1950), Türk şiiri açısından büyük dönüşümlerin yaşandığı bir zaman dilimiydi. Bu dönemde Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat’ın öncülük ettiği Garip akımı, divan şiiri geleneğinin kalıplarını kırdı ve halk şiiri unsurlarını gündelik hayatla harmanlayarak yeni bir ifade biçimi ortaya koydu. Buna tepki olarak ise hem Hisar dergisi etrafında toplanan şairler hem de ilerleyen yıllarda İkinci Yeni adı verilecek bir grup, farklı bir estetik anlayışa yöneldi (Akbayır, 2007).

İşte İkinci Yeni’yi başlatanlardan biri de Sezai Karakoç idi. O da yöneldiği bu yeni estetik anlayışla Mona Roza şiirini yazdı. Bu şiire ilham kaynağı olan kız, yıllarca gizliliğini korusa da bir gün şiirin akrostiş yapısı çözüldü ve ilham kaynağı olan bu kızın kim olduğu anlaşıldı. 

Muazzez Akkaya, Sakarya’nın Geyve ilçesinde, 1930’da dünyaya geldi. 1948’de Kandilli Kız Lisesini pekiyi derecesiyle bitirdikten sonra 1949’da Mülkiye’yi yatılı olarak kazandı. Karakoç ve Süreya ile aynı sınıfta okuyan bu kız, okulun en gözde öğrencilerinden biriydi. Daha sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinin fark derslerini vererek 1954’te mezun oldu. Ardından yıllarca hazine avukatlığı yaptı. 

Fiziki yapısı itibariyle çekici olan Akkaya neşeli, şen şakrak, eğlenmeyi, dans etmeyi ve gülüp oynamayı seven biriydi. Cemal Süreyya’nın bir anısında belirttiği üzere, Akkaya’yı elinde kitapla gören hiç olmadı. Şiirmiş, sanatmış, o taraklarda hiç bezi yoktu. Ancak onun bu hâli az konuşan, durgun, içine doğru derin Diyarbakırlı Sezai’yi yüreğinden vurmuştu. Fakat, Sezai’nin yürek yangını onun umurunda bile değildi. Bu yüzden şair, Mona Roza şiirini yazarak aşkını yüreğindeki mezara gömdü (Erman, 2025).

Yıllar sonra “Aşk bazen mihrapta imam olarak bazen elinde bir kitap olarak, bazen filozof olarak ve bazen de büyük bir sanatkâr olarak ortalıkta dolaşır” (Yanardağ ve Bati, 2023, s. 144) diyen Karakoç’un aşka bakışı, aslında onun bütün sanat anlayışının temelini oluşturuyordu. Onun için aşk sadece beşerî bir duygu değil, metafizik bir yolculuğun da başlangıcıydı. Kendisi o dönem Türk edebiyatı için; “Ben hecede ısrar ediyordum. ‘Gül’ kavramını yeniden diriltmenin gereğini düşünüyordum hep. ‘Mona Roza’ böyle doğdu. Modern bir Leyla ile Mecnun denemesiydi bu.” (İlyasoğlu, 2023) diyecekti.

Tarihler, 20 Nisan 1952’yi gösterirken Ankara’nın mesirelik alanı Söğütözü’ne giden Karakoç, arkadaşlarının ısrarıyla yeni yazdığı bu şiiri orada okudu. Türk edebiyatı açısından ileride önemli bir gün olacaktı. O gün orada bulunan Cevat Geray, şiiri çok beğendi ve kopyasını istedi. Daha sonra bu şiiri Karakoç’un bilgisi dışında Hisar Dergisi’ne götürdü.

Dergi yöneticilerinden İlhan Geçer, şiirin uzunluğu sebebiyle kısaltılmasını istedi. Fakat Karakoç buna kesin bir dille karşı çıktı. Bunun sebebi, şiirin akrostiş yapısının bozulmaması arzusuydu (Akbayır, 2007). Gerçekten de şiirin her bendinin ilk harfi bir araya geldiğinde Muazzez Akkayam ifadesi ortaya çıkmakta idi. Bu gizli mesajın keşfi ise şiirin ilk yayınından tam 30 yıl sonra fark edildi. Derginin yöneticilerinden Mehmet Çınarlı bir arkadaşıyla şiirin beğenilmeyen kısımlarının çıkartılmasını konuştu. Ancak arkadaşı metni bozmanın mümkün olmadığını çünkü şiirin bir akrostiş olduğunu söyledi. Çınarlı önce şaşırdı, manzumeye tekrar baktı ve her kıtaya bir harf vermesiyle şiirin akrostiş olduğunun farkına vardı (Yanardağ ve Bati, 2023, s.147).

Bundan sonra şiir, internette paylaşılınca çok beğenildi. Ancak esin kaynağı olduğu Mona Roza şiirinden uzun yıllar haberdar olmayan Akkaya, şiirin kendisi için yazıldığını öğrendiğinde büyük bir sürpriz yaşadı. Bunun üzerine uzun yıllar sürdürdüğü sessizliğini 90’lı yaşlarda bozdu ve hem Karakoç’un hem de Süreya’nın duygularına niçin karşılık vermediğini açıkladı. Onun için en büyük engel, dönemin toplumsal kabulleriydi: “Büyüklerimizin kafamıza çiviyle çaktıkları bazı fikirler vardı; erkek yaşça büyük olmalıydı. Ayrıca Karakoç’un benden küçük olması da bu kararımda etkili olmuştu” (Erman, 2025). Akkaya, daha sonra Mülkiye mezunu Orhan Giray ile evlenmiş ve dört çocuk yetiştirmişti.

Süreyya’nın Akkaya’ya olan sevgisine gelince, onunki Karakoç’tan farklıydı. Yıllar sonra Akkaya, “Cemal Süreyya daha çok cebime şiirler koyardı. Sonra sınıfa girince aynı şiiri tahtada da görürdüm. Şiirlerin ona ait olduğunu sonradan öğrendim” (diken.com.tr, 2024) diyecekti. Bu da Süreyya’nın daha çekingen, belki de daha romantik bir yaklaşım sergilediğini gösteriyordu.

Türk edebiyatının en meşhur efsanelerinden biri de Süreyya’nın, soyadındaki ikinci y harfinden vazgeçmesiydi. Bu konuda da yıllarca çeşitli rivayetler dolaştı. Ancak Akkaya, bu söylentilere de 70 yıl sonra açıklık getirdi. Soyadındaki ikinci y harfinden vazgeçmesi bir iddia sonucunda olmuştu. Bir gün Karakoç, arkadaşlarıyla Akkaya’nın da bulunduğu aynı masada oturmuşlardı. Bir müddet sonra diğerleri kalkıp gitti. Karakoç onunla masada kaldı. Gençlik heyecanıyla yapılan bu iddianın ardından Süreyya soyadını resmî olarak kısalttı ve edebiyat tarihine Cemal Süreya olarak geçti (edebiyathaber.net, 2024).

Her iki şair de aşklarının karşılık bulmamasına rağmen, bu deneyimden büyük kazanımla çıktı. Karakoç’un Mona Roza’sı Türk şiirinin klasikleri arasına girdi. Süreya da bu dönemde yazdığı şiirlerle modern Türk şiirinin önemli isimlerinden biri oldu. Ancak bu hikâyenin belki de en dokunaklı bölümü, Akkaya’nın Karakoç’u vefatından bir ay önce Fenerbahçe sahilinde görmesi ama tanıyamamasıyla oldu. Bu durumu da kendisi şöyle ifade etti: “Karşıdan yürüyor ve o kadar dikkatli bana bakıyordu ki… Ama beyaz saçları, sakalları olunca tanıyamadım. Bir süre sonra gazetede vefat ilanını görünce onun Sezai olduğunu anladım. Eğer o olduğunu bilseydim, bir kafede oturup beraber bir kahve içmek isterdim” (Erman, 2025). 

Evet, kader bu üç insanın yollarını kesiştirerek birbirlerinden bağımsız Türk edebiyat tarihinin en etkileyici aşk hikâyelerinden birini yazdırmıştı. Ve ömürleri boyunca bu aşkın aziz hatırasına zerre kadar leke sürmeden yaşadılar ve toz pembe hayallerini de kalplerine gömerek bu dünyadan çıkıp gittiler. Karakoç, “Aşk cellâdından ne çıkar mademki yâr var” diyerek tek taraflı aşkını edebî bir zafere çevirdi. Süreya, soyadından bir harf kaybetmesine rağmen, bu maceradan güçlenerek çıktı. Akkaya ise sadece iki şairin ilham perisi olmakla kalmadı, aynı zamanda kişisel anılarıyla 1950’lerin sosyolojik portresini çizdi.

Kaynaklar

Akbayır, S. (2007, Şubat 25). Yüzyılın Aşk Şiiri Mona Roza’nın Öyküsü. Kırk İkindi, https://www.40ikindi.com/edebiyat/oku.php?id=2165

diken.com.tr (2024, Ocak 2). Aşk şiirlerinin baş kahramanı: Muazzez Akkaya, Karakoç ve Süreya’nın aşkını anlattı. diken.com.tr, https://www.diken.com.tr/ask-siirlerinin-bas-kahramani-muazzez-akkaya-karakoc-ve-sureyanin-askini-anlatti/

edebiyathaber.net (2024, Ocak 3). Şair Sezai Karakoç’un adına Monna Roza şiirini yazdığı 94 yaşındaki Muazzez Akkaya, yıllar sonra sessizliğini bozdu. edebiyathaber.net, https://www.edebiyathaber.net/sair-sezai-karakocun-adina-mona-roza-siirini-yazdigi-94-yasindaki-muazzez-akkaya-yillar-sonra-sessizligini-bozdu/

Erman, H. (2025, Temmuz 28).  İki şairin aşkı: Mona Rosa. Tahta Gemi, https://tahtagemi.net/iki-sairin-aski-mona-rosa/

İlyasoğlu, H. (2023, Kasım 3). Edebiyatımızda İkinci Yeniyi Başlatan Şair: Sezai Karakoç. Helezon Dergisi, https://helezondergisi.com/edebiyatimizda-ikinci-yeniyi-baslatan-sair-sezai-karakoc-hizir-ilyasoglu/ 

Yanardağ, M. F. & Bati, A. (2023).  Türk Şiirinde Destansı Sevdalar ve “Monna Rosa” – II. Asya Studies, 7(26), 141-150. DOI: https://doi.org/10.31455/asya.1373370