Çocukluğum Sivas’ın bir köyünde geçti. O günleri yâd etme yazısı bu. Çocukken oynadığımız oyunları hatırımda kaldığınca dile getirmek istedim. Dileyenle o günlere kısa, hayalî bir yolculuğa çıkalım. Türk halk kültürünün dijitalleşmeden önceki son neslinin bir ferdiyim. Çocukluğumuzun oyunlarla ne denli zengin olduğu rakamlara da yansımıştır. Bu bakımdan Türk Çocuk Oyunları Kataloğu hazırlayan Sayın Özdemir, ulaşabildiği 5000 kadar çocuk oyunundan hareketle 284 ana oyun ve bunlara bağlı olarak da 1677 alt oyun türünü kaydetmiştir. Bu iki cümlelik malumattan sonra mevzumuza dönersek; saklambaç, körebe, “Kuşa bak, kuşa bak!” diyerek mendil kapmaca, çayırda kara lastikle top oynama… Bunlar bugün de bilinen ve günümüz çocuklarınca da az çok oynanan oyunlar. Bizdeki farkları; saklambaçı geceleri, körebeyi sadece evin içinde veya okulun bahçesinde, teneffüslerde oynamamızdı. Çayırlar veya düzlük harman gibi yerler lastik toplarla futbol oynama sahalarıydı. En güzel mekân okulun düzlük bahçesiydi.
Köyde kış, bahar, yaz ve güzün oyunları ayrıydı. Kıştan başlarsak ilk oyun tabii ki karda kızakla kaymaktı. Köyün okuluyla mezarlığının arasındaki bayır yol, bu iş için en güzel yerdi bize göre. İlk iş olarak, köydeki bütün çocuklarla bir gün önceden beraberce karı çiğner bazen de karların üstüne su dökerdik buzlanması için. Yeri gelince karşı tepenin üstünden de kayardık. Karamuk veya kuşburnu çalılarının üstlerinden atlama pahasına da olsa. Köyde yazları naylon, kışları ise kara lastik giyilirdi. Kışın kara lastikleri çıkarıp yazlık naylonlarla sokaklarda kayardık. Anadan, babadan gizlice tabii. Kayak pistlerimizin ömrü, üzerlerine kül dökülünce biterdi. Kızaklarımız daha bir başkaydı. Altlarına eskiden öküz arabalarının tekerlerine de geçirilen çemberleri kesip çivilerdik. Kartopu ve kardan adamın çok başka bir hikâyesi yok ama dam boyuna çıkan karın içine ev yapmanın apayrı bir yeri olsun değil mi? Kışın kapalı alanlarda oynadığımız oyunların başında elim sende, sandalye kapmaca ve kibrit kutusu atmaca gelirdi. Yataktayken bir evde kaç kişi var, bilmece ve tekerlemeler sayılmazsa hatırları kalır. İp katlamaca, fincanda saklanan yüzüğü bulmaca, küçük çocukları güreştirme gibi oyunlar da bu yazıda anılmayı hak eder.
Baharın gelişiyle oyunlar değişmeye başlar hâliyle. Kuzu ve oğlakları otlatırken küçük taşlardan duvarlar örülüp evcilik oynanırdı. Kızlar evlerini süsler, komşuya misafirliğe gider, mutfak yapıp yemek pişirirlerdi. Yeşil ve düzlük alanlarda gevende ütülenmiş ve cilalanmış değneklerle sündürmeç oynardık. Bu oyunda, bir çizgi çekilir ve geriden hızlanarak gelen oyuncu değneğini yerden sündürerek diğerlerini geride bırakmaya çalışırdı. En arkada kalan değnek sahibi ceza yerdi. Cezası ne miydi? Kara lastiğinin veya naylonunun diğer oyuncuların değnekleriyle dövülmesiydi tabii. Eğer bunlar zarar görürlerse akşam evde babadan hafifiyle azar, normaliyle pataklama cezası gelirdi. Ökçeleri yırtılan naylon veya kara lastikler genellikle iğne ve iplikle dikilir, giyilmeye devam edilirdi. Baharla birlikte toprağın yağmurlarla yumuşamasıyla çamurdan eşyalar yapılıp onlarla oyunlar oynanırdı. Mutfak eşyaları, oyuncak bebekler en fazla yapılan şeylerdi.
Yazları toprak damların kurumasıyla birlikte forak devri başlardı. Forak, çoğu zaman bir kömüş veya bazen tosunun büyükçe bir boynuzudur. Forak, ufak bir oyuğa sivri tarafı üste gelecek şekilde yerleştirilir. Karşı tarafın oyuncuları değneklerini savurarak forağı yerinden çıkarmaya çalışır. Hiç kimse çıkaramazsa bu sefer de yakalanmadan değnekler geri alınmaya çalışılır. Herkes yakalanınca diğer takım atmaya başlar.
Birdir bir, yakan top, istop, tıp, yumurta taşımaca, çelik-çomak, çuval yarışı, uzun eşek herkesin bildikleri zaten. Yaz geceleri oynanan bir diğer oyunumuz da emen. Emen, saklambaçın takım hâlinde oynananı desek yanlış olmaz. Oyunun adı saklambaçtaki gibi duvarda bir noktaya el sürülmesinden geliyor. Kaçan takımdan birisi oraya elini vurarak “Emen!” diye bağırır, herkes duysun diye. Eğlence de bu noktada başlar. Akşam ve hatta bazen gece yarılarına kadar sürer bu oyun. Akşama kadar tarlada çalışan veya çobanlık eden çocuklar yorgun argın da olsa bu oyunu oynarlar. Bazen oyuncular saklandıkları yerlerde uyuyakalır bazen de yendiklerini bilmediklerinden saklanmaya devam ederlerdi. Hatta bazıları saklanıyorum diye gidip evinde uyur, karşı takım da saatlerce arar ama bulamazdı. Oyunun en eğlenceli yeri eskiden köyde sokak lambaları olmadığından ay ışığında oynanmasıydı. Bir evin duvarına pusan bir oyuncu ancak çok yaklaşınca veya sesi duyulunca fark edilirdi. Kovalayan takımdan biri geldiğinde en mühim maharet saklanılan yerde soğukkanlılığı koruyup gülmeden ve hatta çıt çıkarmadan durabilmekti. Yakalanmamak için dudaklarımızı ısırırdık bazen.
Çobanlık yaparken karıncalara köprü yapmak, onlara ekmek verip yuvalarına kadar takip etmek gibi icat edilmiş oyunlarımızın ayrıntılarına girmiyorum. Cıncık veya bilye dediğimiz misketin en çok oynadığımız oyunu üçgendi. Tırnaklarımızın etleri soyulmuş gibi olurdu. Herkesin sevdiği bir eke misketi olurdu. Misket atmayı iyi bilenlerin üttüğü misketleri bazen yüzleri bulurdu. Ama her fani gibi her iyi misket oynayan çocuk da bir gün ya yeni bir okula gider, ya taşınır ya da büyür ve bilyelerini birilerine verirdi. Misket sahibi önceleri misketlerine kıyamaz ve saklardı. Ancak zamanla misketler kardeşlerden birine, yoksa mahalledeki bir çocuğa, kimi zaman isteyerek kimi zaman da istemeyerek geçerdi. Aşığı belki de son oynayan nesiliz. Hele onu havada döndüre döndüre atmak yok mu, işte o tam bir ustalık işiydi. Sapanla ya da taşla hedef vurma, oyuncak ok yapıp atma diğer eğlenceli oyunlarımızdı. Yaz sıcaklarında Kızılırmak’ta yahut onun serin serin akan kollarından birinde çimme de saymam gereken eğlencelerimizdendir.
Güzleri en eğlenceli oyunlar közde patates pişirirken ateşin etrafında halay çekmekti. İsis denilen Sivas halayı harman sonrasında yapılan düğünlerin olmazsa olmazıydı. Yaz ve güzleri köyün girişindeki düz yolda en sevdiğimiz oyun çember çevirmekti. Kağnıların tekerlerinin dışına geçirilen çemberler eskiyince bize oyuncak olurdu. Bir çubuk yardımıyla çemberi çevirirdik. Güzün okulun açılmasıyla top sektirmece, beş taş, dokuz taş, üç taş, taş devirmece diğer eğlenceli oyunlarımızdı. Seksek kızların, tek kale maç ise tabii olarak erkeklerin oyunuydu.
Çocuk, iç yahut dış mekân fark etmeksizin, ferdî veya takım hâlinde oyun oynamalı. En gelişmiş dijital oyun bile bence sokakta oynanan bir çocuk oyununun yerini tutamaz, diyerek bu faslı kapatalım.