Nelson Mandela, Robben Adası’nda geçirdiği 18 yıl boyunca bir kitabın kendisine; insan ruhunun yenilmezliği hakkında çok şey öğrettiğini fark eder. O da Amsterdam’da, Prinsengracht Kanalı üzerindeki Gizli Ek’te iki yıla aşkın saklanan ergen bir kızın sessiz çığlıklarıdır. Gelecekte Güney Afrika’nın devlet başkanı olacak Mandela, bu genç kızın çığlıklarını kendisi okumakla kalmaz, aynı zamanda bu kitabın çağrıştırdığı gücü fark etmeleri için mahkûm arkadaşlarına da okutur. Mahkûmlar, kendilerini tehlikeye atacak bu kitabı, mum ışığını kullanarak, gizlice sırayla okurlar. Öyle ki elden ele dolaşmaktan kitabın sayfaları dağılır. Dağılan bu sayfaları elle kopyalayıp bir araya getirirler ve daha genç mahkûmlara da bu genç kızın hikâyesini okuturlar (Wolfisz, 2018). Sessiz çığlıklarıyla Mandela’ya ilham kaynağı olan bu ergen kız, Anne Frank’tır.
Anne Frank’ın Hayatı
Anne Frank, 12 Haziran 1929’da Edith ve Otto Frank çiftinin ikinci kızı olarak Frankfurt am Main’da dünyaya gelir. Babası Otto, Birinci Dünya Savaşı sırasında Alman ordusunda teğmenlik yapmış olup cesaretinden dolayı Demir Haç ile ödüllendirilir. Daha sonra bankacı olan Otto, orta sınıf geleneksel bir aile reisidir.
Anne’in dünyaya geldiği dönem Alman ekonomisi çok kötüdür. 1933 yılında Adolf Hitler, iktidara gelir ve bu kötü ekonominin sebebini Almanya’da yaşayan Yahudi toplumuna bağlar. Bundan sonra Almanya’da yaşayan Yahudilere pek çok şey yasaklanır ve hayat giderek zorlaşır. Anne Günlük’lerinde bu yasaklardan şöyle bahseder: “Yeni yasalar sayesinde özgürlüğümüz gittikçe kısıtlanıyordu. Yahudiler Yahudi Yıldızı takmak zorundalar; Yahudiler bisikletlerini iade etmek zorundalar; Yahudiler tramvaya, arabaya binemez; özel arabalara da binemez; Yahudiler sadece 15:00 ve 17:00 saatleri arasında alışverişlerini yapabilirler; Yahudiler sadece Yahudi berberine gidebilirler; Yahudiler akşam saat 20:00’den sonra sabah 6:00’ya kadar sokağa çıkamazlar.” (annefrank.org, 2024).
Ayrıca bütün bunlarla beraber, Alman toplumu tarafından hem aşağılanır ve hem de dışlanırlar. Sırf bu yüzden 1933-1939 yılları arasında yaklaşık 300.000 kişi Almanya’yı terk eder. Anne’in ebeveynleri Otto ve Edith Frank da bu dönemde Hollanda’ya taşınırlar. Baba Otto orada, pektin (reçel yapımında kullanılan bir madde) üreten bir şirket kurar. Anne de okula başlar.
Hollanda’da hayat bu şekilde devam ederken Anne’in on üçüncü doğum günü kutlanır. Ailesi kendisine hediye olarak günlük yazabileceği bir defter hediye eder. O da bu defterin ilk sayfasına şunu yazar: “Umarım sana bütün sırlarımı açabilirim, çünkü şimdiye değin kimseye içimi dökemedim ve umarım bana büyük bir teselli ve destek kaynağı olursun.” (Uygun, 2018).
Anne’in doğum gününden birkaç ay sonra İkinci Dünya Savaşı patlak verir. Ardından 10 Mayıs 1940’ta Alman ordusu Hollanda’yı işgal eder ve burada yaşayan Yahudilerin büyük çoğunluğunu tespit eder. Henüz 10 yaşındaki Anne, o günleri şöyle dile getirir: “Hayatımız endişe içindeydi zira Almanya’daki akrabalarımız Hitler’in Yahudi karşıtı yasalarından çok çekiyordu. 1938’deki baskılardan sonra iki dayım Almanya’dan kaçarak Kuzey Amerika’ya sığındı. Yaşlı büyükannem yanımıza yerleşti. O zaman 73 yaşındaydı.” (annefrank.org, 2024).
Almanya’daki baskıların aynısı Hollanda’da da uygulanınca baba Otto şirketini kaybeder. İlerleyen günlerde, iş çağrısı adıyla çalışma kamplarına götürmeler başlar. Anne’in ablası Margot, bu maksatla ifade vermeye çağrılır. Aile, bu çağrının anlamını bildiği için Prinsengracht Kanalı üzerindeki bir işyerinin ek binasına saklanacak bir yer yapar. Burada, arkadaşları olan Van Pels ailesi ve Fritz Pfeffer ile birlikte; toplamda sekiz kişi çoluk çocuk iki yıldan fazla kalırlar. Önceden tanıdıkları bazı dostları onlara dışarıdan yiyecek, giyecek, kitap, dergi ve gazete getirirler.
Anne Frank’ın Günlükleri
Anne, yaşadığı bu küçük ve kalabalık evin içindeki olayları ergen bir kız hassasiyetiyle gözlemler; duygu ve düşüncelerini kendisine hediye edilen günlüğe yazar. O, yazılarına Sevgili Kitty şeklinde başlar. Kitty, onun tüm günlük ve mektuplarında hitap ettiği kurgusal bir karakterdir. Aslında o, bu olayları bir kitap olarak yayımlamayı ve ileride bir gazeteci olmayı hayal etmektedir ki bu duygularını şöyle dile getirir: “Ve eğer kitap ya da gazete makalesi yazacak kadar yetenekli değilsem de her zaman kendim için yazmaya devam edebilirim. Ama bundan daha fazlasını istiyorum. Annem, Bayan van Daan ve unutulan diğer tüm kadınlar gibi olmayı hayal bile edemiyorum. Bir koca ve çocuklar dışında kendimi adayacağım bir şeye ihtiyacım var benim!” (annefrank.org, 2024).
Günler, bu şekilde gün ışığı görmeden geçerken, 4 Ağustos 1944 tarihinde saklandıkları yer Gestapo tarafından keşfedilir ve beraber kaldıkları sekiz kişiyle birlikte onlara yardım eden iki kişi de tutuklanır. Anne, o günü kurgusal olarak hitap ettiği Kitty’e şöyle anlatır:
Sevgili Kitty,
Bu sabah, giriş kapısına şiddetle vurulmasıyla uyandım. Hemen pencereden aşağıya baktım ve gördüklerim karşısında donup kaldım. Kapısında ürkütücü gamalı haçların sıralandığı siyah bir kamyon. Çelik miğferli, elleri silahlı askerlerle beraber, uzun ve siyah deri paltolar giyinmiş sivil adamlar. Almanca ve Felemenkçe bağırmalar. Annemin ve Margot’nun çığlıkları. Kanepeye büzülüyorum. Postal sesleri yaklaşıyor. Kapı açılıyor. Bir asker içeriye giriyor. “Benimle gelin, tutuklusunuz” diye bağırıyor. Kalkmaya çalışıyorum. Of, karnım çok ağrıyor. Asker, “Hasta mısınız?” diyor. Evet, hastayım, hem de çok hastayım. Karnım ağrıyor ve kasıklarım sancıyor… (Özgen, 2021).
Tutuklamanın ardından Frank ailesi, Polonya’daki Auschwitz toplama kampına götürülür. Burada Anne, ablası Margot ve Anneleri Edit, kadınlar için ayrılan bir kampa yollanır. Babaları Otto ise erkekler için belirlenen bir kampta kalır. Toplama kampı yaşam şartları bakımından Gizli Ek’te kaldıkları yerden daha berbattır. Anne ve ablası Margot, Kasım 1944’ün başlarında tekrar Almanya’daki Bergen-Belsen kampına sürülür. Bu kamp Auschwitz’deki kamptan daha kötü durumdadır. 1945’in, Ocak ayında Anneleri, Auschwitz’de ölür. Aynı yılın Mart ayında İngilizlerin kampı özgürlüğe kavuşturmasından birkaç hafta önce bu iki kız kardeş de tifodan ölür (encyclopedia.ushmm.org, 2024).
Henüz on altı yaşındayken vefat eden Anne, ilk yazısını 14 Haziran 1942’de yazar. Bu tarihten itibaren sürekli olarak yazdığı günlüğünde Gizli Ek’teki yaşanan olaylarla birlikte hislerini, inançlarını, hayallerini ve hedeflerini de kaleme alır. O, günlüğünün yanı sıra okul hatıralarını ve kendi hayal ürünü olan otuzun üzerinde masal yazar. Güzel Cümle Kitabı isimli bir çalışması da vardır. Bu kitap, okuduğu kitaplardan kopyaladığı cümlelerden oluşmaktadır. Cady’nin Hayatı isimli bir roman da yazmaya çalışır fakat birkaç bölümden sonra devam edemez (Gün, 2024).
Bu arada tarihler 1944’ü gösterirken İngiltere’ye kaçan bir bakan, Alman işgali sırasında yaşanan vahşetin kanıtlanabilmesi için insanlardan savaş günlükleri tutmalarını ve belgeler oluşturmalarını ister. Anne, bu haberi okuyunca kaldıkları Gizli Ek’te günlüğünü yeniden derler ve Het Achterhuis (Gizli Ek) isimli kitabını yazmaya başlar. İlk günlüğünün büyük bir bölümünü bu kitapta yeniden yazarken bazı yerlerine de eklemeler yapar. Bu anlatımları yaklaşık 50.000 kelimeyi geçer (Gün, 2024).
Anne’in babası Otto, birlikte saklandıkları sekiz kişiden hayatta kalan tek kişidir. Savaş bitince Auschwitz’ten Hollanda’ya geri döndüğünde karısı ve kızlarının hayatta olmadığını öğrenir. Burada yardımcısı Miep Gies ile karşılaşır. O, Anne’in çalışmalarının bir kısmını tutuklanmadan sonra bulur. Anne’ye geri verebileceğini umarak sakladığı bu defterleri baba Otto’ya verir. Baba kızının yazdıklarını okuyunca çok duygulanır. Zira iki yıl boyunca, günün her saatinde beraber olduğu kızının aslında ne kadar da yalnız olduğunu anlar. Bu durum yaşadığı ağır travmaları ikiye üçe katlar. Bu yüzden olsa gerek bu hatıraları kitap olarak bastırma önerisini uzun süre direnirse de daha sonra kabul eder. Zor günlerde kaleme alınan bu hatıralar, daha sonra yüzlerce kez basılır, ders kitaplarına girer. Tiyatroya uyarlanır ve filmleri çekilir. Böylece küçücük Anne, bir insanlık ayıbının tüm dünyada tanınan ismi olur. Kitap sonraları yaklaşık 60 dile çevrilir.
Otto ailesinin Prinsengracht’ta kaldığı o eski bina sonraları yıkılmak istenir. Ancak Anne’in yaşam hikâyesi daha fazla insana ulaşınca, 1950’de yıkım engellenir ve burası, Anne Frank Evi Vakfı olur. Ardından restore edilen bina, 3 Mayıs 1960’ta müze şekline getirilir. Daha sonra 1961’de, bu evin bitişiğine onun ideallerini yaşatma adına Anne Frank Uluslararası Gençlik Merkezi kurulur. Babası Otto da öleceği 1980 yılına kadar Anne Frank Evi ile ilgilenir.
Het Achterhuis kitabı çok satanlar listesine girince ilk kez Anne Frank’in Günlüğü ismiyle 5 Ekim 1955’te New York’taki Cort Theatre’da canlandırılır ve ABD’de Pulitzer tiyatro ödülü, Tony Ödülü ve New York Drama Eleştirmenleri En İyi Oyun Ödülü kazanır. Ardından film çalışması başlar ve filmin senaryosunu Goodrich ve Hackett yazar. 1959 yılında George Stevens’ın yönettiği bu film 3 dalda Oscar ödülü kazanır (Mitrani, 2019).
Kaynaklar
Wolfisz, F. (2018, November 2). How Anne Frank’s diary taught Nelson Mandela ‘the invincibility of human spirit’. jewishnews.co.uk/
annefrank.org (2024, Şubat 27). Anne Frank günümüz için bir tarih. annefrank.org, https://www.annefrank.org/nl/downloads/filer_public/10/4b/104b5144-c27a-4d1f-aaf9-33d70dbeeee9/mezzo_v2_tur_uk_1_06.pdf
Uygun, G. (2018, Mayıs 2). Irkçılığa karşı bir ders. gazetekadikoy.com.tr, https://www.gazetekadikoy.com.tr/kultur-sanat/irkiliga-karsi-bir-ders
Özgen, L. (2021, Mayıs 4). Anne Frank’ın hatıra defteri. muhalif.com.tr, https://www.muhalif.com.tr/makale/anne-frankin-hatira-defteri-324
encyclopedia.ushmm.org (2024, Şubat 27). Anne Frank. encyclopedia.ushmm.org, https://encyclopedia.ushmm.org/content/tr/article/anne-frank-abridged-article
Gün, K. (2024, Şubat 27). Anne Frank Kimdir? Hayatı ve Hatıra Defterleri. iyikigormusum.com, https://iyikigormusum.com/anne-frank
Mitrani, E. (2019, Ocak 9). Farklı Bir Anne Frank´ın Hatıra Defteri. salom.com.tr, https://www.salom.com.tr/haber/109266/farkli-bir-anne-frankin-hatira-defteri
Anne Frank ismini ilk kez bu biyografi sayesinde öğrenmiş oldum. Hızır İlyasoğlu’nun kalemine sağlık. Oldukça ilgi çekici bir biyografi…