Şiir denince ilk akla gelen kavramların başında ilham gelir. Zira bu iki kavram, birbiriyle öyle bütünleşmiştir ki biri olmadan diğerinin varlığından söz etmek âdeta mümkün değildir. Şair, şiirini kaleme almadan önce ilhamın peşinden gider. Fakat bu, sıradan bir takip olmayıp şiirin temelinin atılmasından gün yüzüne çıkmasına kadar geçen ortak bir proses demektir. O kadar ki şiirin temasından teorik yapısına, üslûbundan ahenk unsurlarına kadar her merhalesi, ilhamın eşliğinde gelişir ve yine onun ince dokunuşları sayesinde sonuca ulaşır. 

Peki, şiirle son derecede özdeşleşmiş olan ilham, sözlüklerde ve ilgili kaynaklarda nasıl tanımlanır? Kökeni Arapçaya dayanan ve Türkçede esin olarak da bilinen ilham, esasen derin bir anlama sahiptir. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde din bilimi bir terim olarak ele alınmakta olup “Allah tarafından peygamberlerin ve seçkin kulların gönlüne verilen ilahi düşünce veya duygu” şeklinde tanımlanır. Bu tanım, onun hususi bir ihsan olduğunun altını çizer. İslam Ansiklopedisi’nde ise “içmek, birden yutmak” anlamındaki lehm (lehem) kökünden türediği belirtilerek lügat tanımı detaylı bir şekilde verilir. Terim olarak da “Allah’ın, doğrudan veya melek aracılığıyla iyilik telkin eden bilgileri insanın kalbine ulaştırması” şeklinde tarif edilir. Bu ve benzeri tanımlara göre ilham, bilgi kaynaklarına başvurulmaksızın zihinde aniden ortaya çıkan ya da kalbe doğan herhangi bir duygu veya düşüncedir. 

Yukarıda verilen tanımların yanında şairlerin ilhama bakışları nasıldır acaba? Onlar için bu tarifler hangi sınırlara dayanır? Tıpkı şiirleri gibi tanımlarında da şairanelik var mıdır?

Öncelikle Eflatun, yukarıdaki tariflerin yapı taşı niteliğinde, şairin her an şiir söyleyemediğine dikkat çekerek onu şair kılan hâlin ilahi bir vect olduğunu belirtir ve bu hâle ilham adını verir. Ona göre şair, her an ilhamın doruklarında dolaşamaz; ilham, ona bir lütuf ve bir ilahi dokunuş olarak gelir. Bu dokunuş, şairin ruhunu sarsar ve onda bir vect hâli meydana getirir. İşte ancak o zaman kaleminden dizeler dökülmeye başlar. Bundan ötürü ilham, şair için şiirinin özünü oluşturan ilahi bir iksirdir. 

Victor Hugo; “Esrarlı bir ses yükselir içimden, dışımdan esrarlı bir ses gelir. Kimin sesi bu, ne söyler bilmem.” ifadeleriyle anlatır ilhamı. Buradan yola çıkarak ilham, şairi harekete geçiren bir ses olarak tanımlanabilir. Fakat yalnız bu tanım, tek başına yeterli değildir. 

Şiir söylemeyi bir hatırlama olarak gören Ahmet Hamdi Tanpınar, bu düşüncesini şöyle açıklar: “Ani bir cehdle kendini bulan ruhun insandaki ezelî hakikatle temasından doğan bir konuşma.” Dolayısıyla şair de bu hâli ruh dünyasında yaşayan kimsedir. 

Abdurrahim Karakoç, ilhamsız şiirin yazılamayacağını belirterek onu, yağmur yağmadan önce bulutların gelişine benzetir: “Şiirde ilham vardır. Şiir ilhamsız olmaz. Cenab-ı Allah bir ilham veriyor. O ilham bana yazmayı emrediyor. Bakın yağmur yağarken bulutların geldiği gibi, Allah bulutsuz yağdıramaz mı yağmuru? Ama bir vesile ihdas etmiş. İnsana da bazı şeylere görerek, duyarak ihsas ettirdiği için yazdırıyor…”

Bütün bu tanımlarla birlikte ilham ile birlikte anılan bir sözcük daha vardır ki o da peri olup her ikisi yan yana gelerek şiir literatüründe yaygın olarak kullanılan ilham perisi tamlamasını oluştururlar. “Sanatçılara esin verdiği varsayılan hayalî bir varlık” olarak bilinen ilham perisi, insanlık tarihinin ilk zamanlarından günümüze değin varlığını sürdüregelen bir kavramdır.

İlham perisi, bu tarihî yolculuğu içerisinde kültürlere göre farklı yorumlara açık bir kavram olagelmiştir. Söz gelimi Antik Yunan mitolojisinde Müzler (Mousalar) olarak bilinen dokuz ilham perisinin varlığından bahsedilir. Bu perilerin her birinin, farklı bir sanat veya bilim dalını temsil ettiğine inanılır. Bunlara örnek vermek gerekirse epik şiirin perisinin Calliope, aşk şiirininki Erato, ilahi şiirin ve kutsal şarkıların perisinin de Polyhymnia olduğu kabul edilir. 

Yunan sanat ve kültüründe ilhamın sembolü hâline gelmiş olan Müzlerin varlığı, sanatla bilgeliği teşvik eden bir güç olarak bilinir. Dolayısıyla bu gücün, sanatçıların eserlerini, yeni duygu ve düşüncelerle daha estetik bir düzeye getirmelerinde yardımcı olduğuna inanılır.  

İlham perisi kavramı, sadece Antik Yunan mitolojisiyle sınırlı kalmamış; aynı zamanda günümüz edebiyat ve sanat dünyasında da geniş bir yankı bulmuştur. Örneğin birçok yazar ve sanatçı, eserlerine ilham veren kişileri veya olayları ilham perisi olarak adlandırır.

Buraya kadar olan açıklamalardan hareketle her sanatçının, -konumuzla ilgili olarak söylemek gerekirse- her şairin, bir ilham perisi var mıdır? Şair mi ilham perisini arayıp bulur, yoksa ilham perisi şairi mi? Güzel bir şiirin hatta bir dizenin ortaya çıkması için şair ile ilham perisinin buluşması kâfi midir? Bu ve benzeri sorular, birçoğumuzun zihnini zaman zaman meşgul etmiş olabilir. İsterseniz buna yine ilham perisini yakından tanıyanların yani şairlerin dilinden cevap verelim.  

Şiirin ortaya çıkış sürecinde şairi, önce hayaller ziyarete gelir ve incecik bir tül gibi zihnine süzülürler. Daha sonra da bu hayaller, ilhamın büyülü sesiyle seslenir şaire ve onu masalımsı bir dünyanın içine çeker. Sonra da dilden dökülen kelimeler dizelere, dizeler de şiire evrilir ve ortaya şaire özgü bir eser çıkar. Buna bağlı olarak ilhamın, şiirin tasarımı olduğu ve şairin de bu tasarımı hayata geçiren mimar olduğu söylenebilir. 

Fakat şunu da unutmamak gerekir ki şiir yazmadaki yeri tartışılmaz olan ilham, bir bekleyişin değil bilakis arayışın meyvesidir. Jack London’un, “İlham gelmesini bekleyemezsiniz, ilhamı kovalamanız gerekmektedir.” sözünde olduğu gibi şair de ilhamı beklemez; âdeta rüzgârın peşinde savrulan bir yaprak gibi onu kovalar. Kuşkusuz bu efsanevi süreç, bir kaçma ve kovalama serüveninden ibaret değildir. Şiirle iç içe olmanın, mısralar üzerinde sabır ve tutkuyla saatlerce hatta günlerce çalışıp çabalamanın adıdır. Her dizenin, ilhamın bir yankısı olduğunu söylemekle birlikte şairin de emeğinin semeresi olduğu unutulmamalıdır. Tıpkı Frank Tibolt’un dediği gibi: “Bize bir şeye başlamak için ilham gelmesi gerektiği söylenmemeli. Eylem her zaman ilham üretir. İlham nadiren eylem üretir.”

Şairin, ilham perisi ile buluşması ne bir kurala ne de herhangi bir şarta bağlıdır. Bu buluşma, günün herhangi bir anında, müzik dinlerken, kitap okurken veya yolda yürürken gerçekleşebilir. İlham, şiirin doğduğu ve hayat bulduğu anların en büyüleyici esintisidir. Her şair, ilhamı kendi ruh aynasında görür ve ona bir ad verir. Bu, kimi zaman bir yağmurun sesi kimi zaman bir yıldızın parıltısı ve kimi zaman da bir gülün kokusu olur. 

Ne var ki şaire ait de olsa ruh, bazen tıkanıp çıkmaza girebilir. O anlarda sabır ve umutla ilham perisini kollamak, şairin sanat serüveninin bir parçasıdır. Birçok şair, bazen düşebilecekleri bu zor durumdan kendilerine ilham veren Allah’ın yardımıyla çıkabilecekleri inancındadır. Bunu yer yer mısralarında da dile getirmişlerdir. Nitekim Bakî, aşağıdaki beytinde, şiir söylemenin doruğuna ancak ilahi inayetle çıkabileceğini belirtir:

“Bâkî suhanda fark-ı sipihre kadem basar

Lutf-ı Hudâ olursa eger dest-gîr ana”

Özetle ilham, eskilerin deyimiyle ‘muharrik-i evvel’dir yani ‘ilk nüve’dir. Bu bakımdan onun arkasından yapılacak çalışmayla şiir ortaya konulabilir. İnsan elinden çıkması hasebiyle alın teri ister. Belirli bir çabanın sonucu olduğu için de değer kazanır. Zira Valery’nin “Şiirde ilk mısra Tanrı vergisi, sonrası çalışma.” sözünde olduğu gibi şiir, perilerin değil insanın ürünüdür.

Sonuç olarak duygu ve düşüncelerin şiir yoluyla anlatılması, kayda değer bir süreci gerektirir. Bunu başarmanın yolu da ancak ilhamla hemhâl olmaktan geçer. Çünkü ilham, şiirin yolunu açan, onu besleyip büyüten ve modern dünyanın çizgileriyle buluşturan faktörlerin başında gelir. Sonrası ise malum: Çokça okumak ve çalışmak. Bir de Stendhal’ın şu önerisine kulak vermek:

 “Her gün, ilham gelsin veya gelmesin yirmi satır yazınız.”