“Adım, zorluklar karşısında eğilmez, umutsuzluğa kapılmaz, yılgınlığa düşmez ve baş eğmez anlamına gelir. Soyadım Pütün ise bir dağ meyvesinin kırılmaz çekirdeği demektir. Annem dindardı ve okuma yazma bilmezdi. Babam ise okuma yazmayı askerde öğrenmişti. Annem gibi o da hiç okula gitmemişti. Dokuz yaşımdan bu yana hayatımı çalışarak kazandım.” (Yıldız, 2020). 

Bu ifadeler, oyuncu, yönetmen, senarist, öykü yazarı, Adana’da ırgat ve beyaz perdede Çirkin Kral namıyla meşhur Yılmaz Güney’e aittir.

Asıl adı Yılmaz Pütün. Annesi Güllü, Vartolu; babası Siverek’in Desman köyündendir. 1 Nisan 1937 tarihinde Adana’nın Yüreğir ilçesine bağlı Yenice’de doğmuştur. Hem baba tarafı, hem de anne tarafı yoksulluk, kan davası ve daha iyi yaşam umuduyla Adana’ya göçer. Burada, henüz çocuk yaştayken ırgatlıkla tanışır. Sokaklarda simit, sinemalarda gazoz satar; çimenliklerde davar güder, pamuk tarlalarında çapa yapar.

Güney, henüz 13’ünde, bisikletiyle 16 mm film bobinlerini taşıdığı günlerde tanışır sinemayla. İlköğretimden sonra liseyi Adana Erkek Lisesinde okur. Daha o yıllarda edebiyata ilgisi çok büyüktür. Bu yönünü arkadaşı Özdemir İnce şöyle anlatır: “Yılmaz boş konuşmaz; o, Türk yazar ve şairlerinin yanında Andre Gide, Sartre, Camus, Descartes ve Bergson gibi yazarları da okudu. Şimdi düşünüyorum da bir lise öğrencisi için müthiş bir donanım. Soğuk kış gecelerinde, bir öğrenci yalnızlığı ve kimsesizliği içinde gaz lambasıyla tek başına okunmuş kitaplar…” (Güney, 1998). Okuduğu kitaplar sayesinde oluşan birikimini, On üç, Yeni Ufuklar, Pazar Postası, Bir… gibi bazı dergilere öyküler yazarak değerlendirir. Ayrıca Kemal Film’in maddi katkı sağladığı Doruk dergisinin çeşitli sayılarında da hem yazar hem de sekreter olarak çalışır. 

Liseyi gecikmeli (1956) bitiren Güney, Ankara Hukuk Fakültesine kaydını yaptırır. Bundaki en büyük etken, fakültenin devam sorunu olmamasıdır. Zira onun Ankara’da okumaya imkânı yoktur. Daha sonra bu üniversiteyi bırakır ve İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesine kaydolur. Bundan maksadı ise edebiyat dünyasıyla tanışmak ve bu arada fırsat bulursa Yeşilçam’a adım atmaktır. 

Düşündüğü hedefine çok yaklaştığı günlerde, Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik adlı öyküsü hakkında soruşturma açılır ve komünizm propagandası yapmakla suçlanır. Bu süreçte Yaşar Kemal vasıtasıyla tanıştığı ünlü yönetmen Atıf Yılmaz kendisine, “Sen bize senaryoda yardım edersin.” diyerek elinden tutarken Yaşar Kemal de 500 TL verir. Bu şekilde kameranın karşısına geçen Güney, 1959’da Atıf Yılmaz’ın yönettiği Bu Vatanın Çocukları filminde oynar. Ardından yine Yılmaz’ın yönettiği Alageyik filminin hem oyuncu kadrosunda yer alır hem de senaryosuna yardım eder. 

Aynı zamanda öykü yazmaya devam eden Güney, Unutulmuş Adam (1956) öyküsünde kenar mahallede yaşayan ayaksız, yoksul bir adamın kendi ağzından yaşamını anlatır. İçimizden Biri adlı öykü, köyden kente gelmiş ve bir handa yaşayan bir adamın iç konuşmalarını dile getirir. Kitabına da isim olan Ölüm Beni Çağırıyor adlı öyküsü, ölüm döşeğinde birisinin iç dünyasında yaşadığı fırtınaları, halüsinasyonları anlatır. Yasaklar Hiç Bitmeyecek adlı öyküsü, kendi kulağını kesmiş birinin sokaklarda gezinmesi ve sonra kendisini sevmeyen ama sevdiği birisinin kapısına dayanması hadisesini hikâye eder. Kötüsünü de Seviyorum Şu İnsanların öyküsü ise, sinemacı Güney’i doğuran öyküdür. Yazar, bu öyküsünde kalemini bir kamera gibi kullanır. 20’li yaşlarda yazdığı bu öyküleriyle usta kalemleri gıptaya sevk eder. 

Bu arada temyize giden dava sonuçlanınca 1,5 yıl hapis, 6 ay da sürgün (1961) cezası alır. Hapis sonrası sürgün için Konya’ya gönderilir ve burada polise her gün imza verir. Aldığı bu ceza nedeniyle eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalsa da tekrar İstanbul’a dönerek sinema çalışmalarına devam eder. Burada kâh sanatıyla kâh siyasi çıkışlarıyla gündemden hiç düşmez. O dönemle ilgili kendi kaleminden şunları anlatır: “Öğrenimim yarım kalmıştı. Önümdeki tek yol hayat okulunda, hayatın kabul ettiği ve dayattığı öğretmenler aracılığıyla kendimi eğitmekti. Öyle yaptım. Kitaplar, sinema, iş, cezaevi, acımasızlık, hayatın katı kuralları vs. Zorlukları yenmek için direnmek ve kararlılık öğretmenlerim oldu.” (Yıldız, 2020).

Çocukluk yıllarından başlayarak ömrünün son anına kadar fırtınalı bir yaşam süren Güney, neredeyse yüzde yetmişe varan oranda orta hâlli insanların gönlüne girmeyi başarır. Dolayısıyla onun filmleri küçük kasabalardaki yazlık sinemalarda bile kapalı gişe oynar. Bazen de filmin heyecanına kapılanlar ilginç olayların yaşanmasına neden olur. Bunlardan en ilginci, Seyithan filmindeki bir sahnede yaşanır ki Güney’in vurulma anı sırasında kendine hâkim olamayan seyircilerden biri beyazperdeye ateş açarak onu vuran oyuncuyu durdurmaya çalışır. O arada filmi izleyen Tenekeci Mahmut lakaplı esnaf, en ön sıralardan kalkarak “Merak etmeyin, merak etmeyin Yılmaz Abi bu kalleşin cezasını da verecektir. (evrensel.net, t.y.) der.

Tarih, 1966’yı gösterirken senaryosunu hapiste yazdığı At, Avrat ve Silah filminde ilk kez yönetmen koltuğuna oturur. Onun ardından oyuncu, yapımcı, yönetmen ve senaryo yazarlığını üstlendiği Seyithan filmiyle Adana Altın Koza Şenliği’nde, (1968) En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alır. Cezaevi ve sürgün günlerinde yazdığı senaryoları hızlıca hayata geçiren Güney, birkaç film daha çektikten sonra (1968) askere alınır.

Yılmaz Güney’in şöhret basamaklarını tırmandığı o yıllar, sağ ve sol çatışmalarının yoğun olduğu yıllardır. Dolayısıyla onun yazdığı senaryolar, çıkardığı dergiler sol siyaset tarafından sahiplenilir. Bu yüzden 1971 Muhtırası’nda bir kez daha gözaltına alınır ve bu kez de üç aylığına Nevşehir’e sürgün edilir.

Buradan yeni senaryolarla İstanbul’a döner. Bu senaryoları hızlıca hayata geçirebilmek için çektiği filmlerde hem oyuncu hem de yönetmen olur. Artık Yeşilçam’ın en fazla tanınan ve sinemanın en sempatik kralıdır. Ancak onun yaşamı, düşünce yapısı, siyasi duruşu ve sanat anlayışı mevcut düzene göre terstir. Bundan dolayı her adımı takip edilerek önü alınmaya çalışılır. İşte bu maksatla Mahir Çayan ve arkadaşlarını sakladığı iddiasıyla (1972) tekrar gözaltına alınır. Yapılan yargılama sonucu iki yıl kadar cezaevinde kaldıktan sonra aftan (1974) yararlanarak serbest kalır. Ancak cezaevi onun için gerçek anlamda bir okul olur ve bir yandan vaktinde okuyamadığı kitapları okurken diğer yandan da yeni senaryolar yazar.

Cezası bittiği gün sinemaya kaldığı yerden daha ileri bir noktaya taşımaya çalışır. Dolayısıyla projeleri daha bir sınıfsal karakter kazanır ve ezilen yoksulların yanında bir de Kürt yanı devreye girer. Bu yüzden Seyithan filminde kullandığı Kejê ismi, filmin sansüre takılmasına sebep olur. Ayrıca gösterime girmesi ve uluslararası yarışmalara katılması da engellenir.

Bütün bunlara rağmen pes etmez, yılmaz, vazgeçmez ve son sürat onlarca yeni filme imza atar. Ancak Adana’da yoksul tarım işçilerinin hayatının anlatıldığı, Endişe filminin çekimleri sırasında bir olay yaşanır. Olayın meydana geldiği yer bir kır gazinosudur. Güney’in film ekibiyle çekimleri değerlendirdiği sırada yan masada bulunan Yumurtalık İlçe Hâkimi Sefa Mutlu ile bir tartışma yaşanır. Tartışma sonucu ortalık karışır ve hâkim silahla vurulur. Kuzeni olayı üstlenmiş olmasına rağmen olay Güney’e fatura edilince hayatı tümden değişir.

Yapılan yargılama sonucu 20 yıl hapis cezasına çarptırılır. Ancak bu durum, yarım kalan Endişe filminin bitirilip gösterime girmesini engelleyemez. O günün şartlarında imkânsızı başarmak denebilecek bir performans ile bir yandan Sürü ve Yol filmlerinin senaryolarını yazarken diğer yandan da Güney adlı kültür ve sanat dergisini çıkarır. 

12 Eylül 1980 Askerî Darbes’’nin yapıldığı gün, hâlâ Isparta cezaevindedir. Darbenin ardından hakkında onlarca dava açılır ve 100 yılı aşkın ceza istenir. Ancak 1981 yılında bir günlük izinli çıktığı cezaevine bir daha dönmez. Kaçak yollardan birkaç ülkeyi geçtikten sonra da Fransa’ya yerleşir. 

Çirkin Kral lakaplı Güney, kısa ömre çok şey sığdırmak istercesine dolu dizgin senaryo yazmaya devam eder ve cezaevinde kaleme aldığı Sürü filmi, yönetmen Zeki Ökten tarafından beyaz perdeye aktarılır. Onun ardından senaryosunu kendisinin yazdığı, yönetmenliğini de Şerif Gören’in üstlendiği (1981) Yol filmi ise 1982’de Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülü alır. Bu film (1982), dünyanın en iyi filmleri arasında gösterildiği günlerde ülkesinde vatandaşlıktan çıkarılır. Tıpkı isminde olduğu gibi pes etmeyerek asıl işine odaklanır ve Fransa’da Duvar filminin çekimine başlar. Ancak bu filmin çekimleri sırasında kanser olduğu ortaya çıkınca film, istediği başarıyı yakalayamaz.

Hayatı boyunca ötekileştirilen, çalışmaları hor görülen ve bu yüzden kendisine Çirkin Kral lakabı verilen Güney, eserleriyle yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda ödül alır. Toplamda 114 filmde oyuncu, 26 filmde yönetmen, 64 filmde senarist ve 15 filmde yapımcılık yapan Güney, aynı zamanda Türk sinemasının dünyaya açılmasını da sağlamıştır. Nihayet fırtınalarla geçen elli yıllık ömrünü, mide kanseri sebebiyle 9 Eylül 1984’te noktalayan Güney, Paris’te Pere Lachaise Mezarlığı’na defnedilir.

Kaynakça

evrensel.net (t.y.). Sinemanın “Çirkin Kral”ı Yılmaz Güney kimdir? evrensel.net, https://www.evrensel.net/haber/499303/sinemanin-cirkin-krali-yilmaz-guney-kimdir

Güney, Y. (1998). Ölüm Beni Çağırıyor. Yaba Yay.

Yıldız, A. (2020, Eylül 9). Bir yazar olarak Yılmaz Güney. Gerçek Edebiyat,. https://www.gercekedebiyat.com/haber/324-6592.html