Dilin en temel işlevi anlaşmadır. Anlaşmanın olabilmesi için meramını anlatan bir hatip ve hitabı anlayacak bir muhatap gereklidir. Anlaşma iki tarafın varlığıyla meydana gelen bir fiildir ancak belli kanallar üzerinden yapılır. Ses ve ışık iki temel iletim kanalıdır. İletişim çoğunlukla hatip ve muhatabın karşı karşıya olmadıkları zamanlarda yaşanır ki bunun gerçekleşmesi yazıyla mümkün olur. Son dönemde icat edilen görüntülü kayıtlar yazıya ilave sayılabilir.
Yazı icat edilmeden önce iletişim nasıl kuruluyordu? O tarihlerde belli başlı şekiller insanoğlunun anlatmak istediği şeylere yeterliyken zamanla ilim ve fennin ilerlemesiyle kifayet etmez olmuştur. Bu durum, neticede her kelimeye veya her sese bir şekil icat edilmesine yol açmıştır. Yazı, ortak kabulle belirlenmiş şekil veya işaretlerle anlatılmak istenenin muhatap olmadan da aktarılması yoludur. Böylece her iki tarafın anlık karşılıklı bulunması gerekliliği ortadan kalkar. Zamana bağlı kalmadan iletişim kurulup mesaj (duygu, düşünce, fikir…) karşıya ulaştırılmış olur. Bu yönüyle de yazı zaman üstüdür.
“Yazı nasıl icat edilmiştir?” sorusunun iki maddeli cevabı vardır: Dildeki seslere veya bu seslerden teşekkül etmiş hece ya da kelimelere birer şekil icat ederek. Dünyada Çince gibi hemen bütün kelimelerine has birer şekil yazmaya devam eden çok az sayıdaki yazı sistemi varlığını hâlen devam ettirmektedir. Ancak genel uygulama, seslerin ağızdan çıkış sırasına göre belli sayıdaki şekillerle dizilmesi şeklindedir. Yine dillerdeki umumi kabullere göre yazılar her zaman sağdan sola, soldan sağa veya yukarıdan aşağıya yazılır. Bu mantıkla tarihte pek çok alfabe icat edilmiştir. Bu alfabelerin temel olarak 14 tanesi değişik versiyonlarıyla günümüzde varlığını devam ettirmektedir.
Alfabeler tarihî seyir içerisinde değişikliğe uğramışlar mıdır? Arap elifbası, ilk başlarda tamamen noktasızken ihtiyaç gereği bazı harflere nokta(lar) ve hatta zamanla seslerin değişik hâllerini gösteren ilavelere ihtiyaç doğmuştur. Bu amaçla bazı açıklayıcı harekeler eklenerek geliştirilmiştir. Yine bu alfabeyi kullanan Türkçe, Farsça, Urduca, Sindice, Pencapça, Beluçça, Peştuca ve Sorani Kürtçesi gibi diller, kendilerince yeni ilaveler yapmışlardır. Osmanlı Türkçesi elifbası bu konuya güzel bir örnektir. Diğer bazı diller ise temel seslerinden farklı olarak temasta oldukları başka dillerden alınan sesler için ya mevcut harflerden yeni türetimler ya da birden fazla harften oluşan kombinasyonlar üretmişlerdir. İngilizcede (sh, ch, gh, kh, oe, ue), Fransızcada (ch), Arnavutçada (sh), Almancada (sch).. vb. Bir diğer nokta da mesela Latin alfabesini kullanan bazı dillerde, kimi harflere birbirinden farklı seslerin karşılanmasında görev verilmesidir. Mesela; (J) harfi Türkiye Türkçesine göre ele alındığında İngilizcede “c”, İspanyolcada “h”, Slav dillerinde “y” olmaktadır. Hatta İngilizce gibi bazı dillerde, aynı harf birden farklı sese de karşılık gelebilmektedir. “C” harfinin cut kelimesinde “k”, cicayda kelimesinde “s”, cake kelimesinde “k” olması gibi. Hangi şeklin hangi dilde neye karşılık geldiğini göstermek maksadıyla transkript alfabeleri meydana getirilmiştir. Bu sebeple ISO-8859-1 (Latin-1) gibi ortak ses kodları listesi dahi yapılmıştır.
Türkçe hep aynı alfabeyi mi kullanmıştır? Günümüzde dünyada birbirinden etkilenmeyen ve kelime alışverişinde bulunmayan bir dil bulma ihtimali hemen hiç yoktur. Sadece kelime değil, bu kelimelerle birlikte diğer dillerden yeni sesler de alınabilmektedir. Bu yeni sesler başlarda sadece mahallî iken hedef lisanda zaman içinde yerleştikçe yazı diline de alınmaktadır. Türk dili tarihi de üstte ifade edilen serüvenleri yaşamıştır. 1300 yıl kadar geriye giden Türk yazı tarihi, bu zaman zarfında Uygur, Göktürk, Arap, Kiril ve Latin alfabelerini kullanmıştır. Günümüzde Türkçe konuşan toplulukların bir kısmı Latin, bir kısmı Kiril ve diğer bir kısmı da Arap harfleriyle yazıp okumaya devam etmektedir.
Türkler, 10. yüzyılın ortalarında İslamiyeti topluca kabul ettikten sonra, 1000 yıl süreyle kutsal kitabın yazıldığı Arap alfabesini temel almışlardır. On asır sonra Garplılaşma cereyanıyla birlikte Latin hurufatı Türkiye Türkçesinde esas olmuştur. Orta Asya’da ise Sovyetler Kazakistan, Tataristan, Yakutistan, Dağıstan, Türkmenistan, Azerbaycan, Kırgızistan ve Özbekistan’da Kiril alfabesini resmen mecbur etmiştir. Ancak bu ülkelerde Rus Kiril alfabesinde yer almayan Türkçe sesler, bazı ilavelerle gösterilmiştir. Çin’deki muhtar Uygurlar ise Arap elifbası ile yazmayı sürdürmektedirler. Ancak Türkçe sesler için bazı ilaveler de yapmışlardır.
Türkçede olan veya sonradan alınan seslere ne oldu? Türklerin hem İslamiyeti kabulü hem de Türkçenin Arapça ve Farsçayla uzun süreli ilişkisi sonucu önceleri kendinde bulunmayan bazı sesler de (j vb.) alınmıştır. Bu seslerin “j” gibi bazıları, günümüz Türkiye Türkçesi Latin alfabesinde gösterilirken h, h, k, â, ‘ayn, ė, ñ, s 29 harf arasında bulunmamaktadır. On asır süreyle kullanılan 28 harfli Arap alfabesinde değişik versiyonlarıyla 40’a yakın harfle Türkçenin bütün sesleri gösteriliyordu.
Latin alfabesine geçişte neden 29 sese düşürülmüştür? Bu sorunun cevapları arasında kimi seslerin aslen Türkçede olmadığı sadece Arapça vb. kelimelerde olduğu vardır. Ancak ñ, ė, â, k gibi sesler aradan geçen yüzyıla rağmen hâlen Türkiye Türkçesi ağızlarında yaşamaya devam etmektedir. Mesela İspanyolcada ñ, Fransızcada ė günümüzde alfabelerde hâlâ kullanımdadır. Ayrıca ñ’nin alfabede olmamasından kaynaklanan Türkçede bazı dil bilgisi problemleri de yaşanmaktadır. Son dönemde Latin alfabesine geçen Azerbaycan bu durumu bütün sesleri göstererek çözmüştür.
Alfabede gösterilmeyen sesler için bundan sonra ne yapılabilir? Her şeyden önce dilin yaşayan ve değişen bir varlık olduğu unutulmamalıdır. Bu değişim ve gelişim sırf Türkçeye mahsus da değildir. Hemen bütün dünya dillerinde vakidir. Dilimizde kadimden bu yana var olan veya bir şekilde sonradan dilimizin bir parçası hâline gelmiş seslerin tamamının alfabede gösterilmesi gerekmektedir. Dilin tabii bir seyir içerisinde yaşadığı değişime suni müdahaleler doğru değildir. Aynı zamanda dili sabit bir noktada tutmaya çalışmak da bir diğer önemli yanlıştır. Son dönemde dilimize Batı lisanlarından X (iks/eks) gibi sesler de girmiştir. Türkçenin ses zenginliğini ortaya koyan alfabesinin yüzyıl önceki bir noktada sabit tutulması doğru gözükmemektedir. Bir şekilde ya yeni harflerin ya da harf kombinasyonlarının, üstte verilen örnekler çerçevesinde, Türkiye Türkçesi alfabesine alınması veya gösterilmesi doğru olacaktır.