Bu şiir, “Çocukların Treni” filminden

 esinlenerek kaleme alınmıştır.

bir vagonun puslu penceresi

şahittir bir çift ıslak göze

gri ama maviye çalan

uzaklara, çok uzaklara dalan

ayrılık kornası çalarken trenin

dumanı öbek öbek, üstünde göklerin

ışıldar yarım ay ve yıldızlar  

içinden geçerken demir raylar

yanık bir nida kaybolur Napoli’de,

bedbin annenin yüreğinde: “Amerigo, Amerigo!”

her duraktan geriye kalan

uyku kuşağında köprüler, köyler

ekinsiz tarlalar, boyasız evler

dağlarda kar fırtınası,

yamaçlarda kara yel

gece ayazında buz gibi çocuğun nefesi

ah, keşke ayaklarını ovsaydı annesi!

hiç yoktan kırmızı elması var

annesinden biricik yadigâr

ederi saklı dünyalar kadar.

vagonda derin bir sessizlik

boz bulanık gökyüzü

ağlamaklı, yorgun bulutlar

yolların adsız hüzünlerine

damla damla yaş, süzülen

talihsiz çağların günlerine

kirpiklerinde uzun yolun tozu

kaygıdan bitap, sesi soluğu

her hâlinden belli çocuğun

anlatacak çok şeyi olduğu.

eski koltuğunda, hıncahınç vagonun

ciltler dolusu öykü, dile gelen

henüz taptaze mevsiminde iken

bir gölge gibi ortasında çocukluğun

bırakırken dün, en şefkatli eli

hamisine koşarken safça hayalleri

bilmeden şimdi ah ve enini, 

yıllar sonra kemanında tınlayan:

“sahi bazen daha çok sever seni

geride kalan, yanına alandan?”

bir vagonun puslu penceresi

şahittir bir çift ıslak göze

gri ama maviye çalan

uzaklara, çok uzaklara dalan

yanık bir neva duyulur Napoli’de:

“gözlerin çok güzel,

yıldızlardan daha parlak

daha koyu, karanlıktan

iki iç çekiş gibi

her iç çekiş yakar

oysa tatlı bir ateşi var

gitmez asla, bir kez sarınca kalbi.”