Hangi alanda olursa olsun, istisnai yıldızlar doğar mutlaka. Fakat bu yıldızlar yüzyılda bir ya gelir ya gelmez. Güneş, Sirüs, Aldebaran, Vega nasıl göz kamaştırıcı iseler bu yıldızlar da öyledir. Değişmez bir gerçek vardır ki gerek şiirde, nesirde, resimde, müzikte ve gerekse bilim, düşünce ve maneviyat ekseninde majör yıldızlar hiç eksik olmaz.
Bunlar, zaman olur dürr-i yekta gibi tek başına görünürken, zaman olur aynı anda birkaçı birden tarih sahnesine çıkar. Farklı farklı sahalarda kimler kimler yoktur ki… Bestekâr olarak Itrî, Dede Efendi, Bach, Haydn, Mozart, Beethoven…; şair olarak Bâkî, Fuzûlî, Hâfız Şirazî, Ali Şir Nevaî, Yunus Emre, Mevlânâ, Rimbaud, Gothe…; ressam olarak Leonardo da Vinci, Michelangelo, Rembrandt, Vermeer, Delacroix, Monet, Vincent van Gogh, Picasso ve daha nicesi.
Şairin, “Zambaklar en ıssız yerlerde açar.” dediği gibi bunlar da dünyanın bir köşesinde doğmuş ve kendileri için biçilmiş kaderi yaşamak için binbir emekle çırpınarak hafızalardaki müstesna yerlerine kaydolmuşlardır. Her birisinde ayrı bir ikram göze çarpan bu deha şahsiyetler, farklı bir pencereden bakabilenler için en yüce sanatkârın birer tecellisidir. Yalnızca yaşadığı çağa değil, çağlara damga vuran bu kimseler, sadece içinden çıktıkları milletin değil, sevme bahtiyarlığına eren her insanın övüncü olmuş ve olacaktır.
İşte henüz çocukken fark edilen ve ilk gençliğinde başlara taç edilen bu yıldızlardan biri de şüphesiz Dimash Kudaibergen’dir. Daha şimdiden müzik dünyasına mührünü vuran Dimash; Elvis Presley, Michael Jackson, Ümmü Gülsüm, Celine Dion ve Andrea Bocelli gibi ses abideleri arasındaki yerini çoktan alarak geleceğe emin adımlarla yürümektedir. Aldığı eğitim, aileden gelen yetenek ve zarafeti bir yana, onu böyle kıymetli kılan şey o enfes sesidir.
Bir rüyayı ya da göğe yükseliş anını çağrıştıran “The Love of Tired Swans”ı, ses perdeleri içinde dalga dalga süzülüşünün canlı bir imgesi gibidir. “Yorgun kuğuların aşkı” der şarkısında. Ayrılıktan şikâyet eder. Mevlânâ’nın, ney sesinde ayrılıktan şikâyeti bulması misali, Dimash da “Kuğular ayrı yaşayamaz.” diyerek romantizmin sularında yelkenlerini doldurur. Bu tür şarkıları vect ile dinleyince “İyi ki aşk var!” diyesi geliyor insanın. Değilse böyle içten, böyle duygu dolu ve samimi bir icra, böyle güzel bir ahenk yakalanabilir miydi? Sanmıyorum.
Evet, Dimash, Kazak bozkırlarından doğarak nice diyarlara çağıltılarla akan dev bir ırmak gibi İdil’e, Nil’e, Amazon’a, Mississippi’ye, Murray’e, Tuna’ya kardeş olmuştur çoktan. Olmuştur ve “Olimpico”, “Love is Like a Dream” ve “Know” gibi nice şaheser yorumuyla müzik dünyasının dağlarına, vadilerine, ovalarına elmas, zümrüt ve safir yapraklı rengârenk ormanlar gibi otağını kurmuştur.
Şayet o, magazin dünyasına tatlı bir mesafe koyarak ve sosyal projelerde yer alarak, bir sanatçıyı sanatçı kılan değerleri yaşayarak ve yaşatarak yol alırsa, popülizmden ziyade kalıcı olana kıymet vererek yepyeni bestelere ve şarkılara imza atarsa, gönüllerdeki yerini sağlamlaştırarak geleceğe yürüyecek ve daha nice nice kalplere kuracaktır otağını.
O, gönüllere otağ kuradursun, biz de “S.O.S. D’un Terrien En Détresse” ile göğe kuralım otağımızı; zira dertler yığın yığın ve yakından bakınca pek çok sıkıntı göze çarpıyor dünyada. Biraz olsun huzur bulmak, yer yer bir kenara çekilmekle ya da yukarılara yükselmekle mümkün sanki: “Neden yaşıyorum, neden ölüyorum?/ Neden ağlıyorum, neden gülüyorum?/ Sanırım dalgalar alıyorum / Başka dünyadan gelen / Ayaklarım hiç yere tam basmadı / Daha güzel olurdu / Yukarıdan görülen daha güzel / Daha güzel olurdu…”