Fuat EREN
…
…
…
gövdem abanoz
kulaçlarım kurşun
ağzıma yakışacak konuşmalar peşinde
kaynağını arayan nehirlerin bitkinliği
keskin kayalara çarpıp
tepeye doğru yüzüyorum
utancımdan boynum eğri
hangi yüzümü çevirsem küreye
kendiliğinden kuruyor akvaryum
gırtlağıma düğümlenen yumru
lıkır lıkır içsem suyundan
yeşermez kütüğümde filiz
dolmaz ters kuyum
kirim pasım bulaşmış zemine
nasıl vücuda kanser
kente salgın girerse
billuru bulandırırsa damlası mürekkebin
binalar yerle bir olursa tek dokunuşla
harabeyi uzaktan izlemek
kolaydır kendini kahraman bilene
faili benim bu enkazın
mağlubum
kazansam bile savaşları
pişmanlıkla yoğrulan cümleler kazınır
defalarca sildiğim paçavraya
duyularımı açıp ezberliyorum
şehirler sabırla kurulur
akvaryum yeniden nasıl doldurulur
Fuat sebep ilkesinin dört kökü üzerine yazdı.
Bu kökler sırasıyla sürgün, yurt özlemi, enkaz ve varoluşsal bunaltıdır.
Fuat, şiirinde, kendine doğrulttuğu suçluluk mızrağıyla ruhunu delik deşik ederken, bir yandan da « akvaryumun yeniden nasıl doldurulacağına » dair sorgulamalar yaptı .
Fuat’ın şiirinde, onu bir ormanda özgürce yürümekten alıkoyan ya da dış dünyadan ayıran şiddetli bir kapı çarpılması duyuluyor. Dış dünyadan kasıt, gizli bir güzellik bağıyla sıkı sıkıya bağlandığı özgürlük tutkusudur.
Onu, bütün ötekilerden, zamandan, uzamdan ayıran geçirimsiz yüksek duvarlar ile serin nehirlerden kana kana içmesini engelleyen « yumru » aynı engelleme ilkesince çalışıyor.
Bu karamsarlığa ve suçluluğa rağmen Fuat’ın şiirinde umuda dair bir mayalanma sezinlemek de mümkündür.
Fuat’ın şiirinde dünya, baştan sona bir tasarım ve bir isteme biçimidir.
Soyut ya da sezgisel; saf ya da görgül her tasarımın altında olanaklı, kavranabilir olan şey, zamanın sınamalarına direnen umuttur. Ben olanca dikkatimi, onu dağıtmadan, yıkmadan, dünyanın bilinebilir yönüne verdiğimde Fuat’ın şiirinde aralanmıș bir çıkış kapısı görüyorum.
Hicran ve yaraları…
Umuda dair arayışlarla birlikte.
Hislerin tellerine vuran mızrap.