Sandra Beasley, Virginia’da büyüdü. Virginia Üniversitesi’nden İngilizce lisans derecesi ve Amerikan Üniversitesi’nden MFA derecesi aldı. Uzun yıllar The American Scholar‘da editör olarak çalıştı. “Count the Waves” (2015) adlı şiir koleksiyonlarının yazarıdır. Barnard Kadın Şairler Ödülü‘nü kazandı. Beasley, “Müzik Kutusuydum” (2010) ve “Düşme Teorileri” (2008), Yeni Sayılar Şiir Ödülü sahibi. Ayrıca “Doğum Günü Kızını Öldürme: Alerjik Yaşamdan Masallar” (2011) adlı bir anı kitabı yayımladı. 2015 yılında National Endowment for the Arts‘tan burs aldı. Sandra Beasley, Washington DC’de yaşıyor.

Sevgili Sandra Beasley,

Öncelikle Helezon dergisinin “Beş Kıta Beş Şair Projesi” kapsamında bu görüşmeyi kabul ettiğiniz için size çok teşekkür ederiz. Sohbetimize şöyle bir soru ile başlamak istiyorum.

Handan Tunç: Bir röportajınızda insanlara kendilerini ifade etme alanı açmanın öneminden söz ediyorsunuz. Sizin kendinizi en iyi ifade etme alanınız nedir? Şiir kendinizi ifade etme özgürlüğünü size veriyor mu?

Sandra Beasley: Eserlerime bir bütün olarak bakınca, şiirlerime neleri konu edindiğimi soracak olursanız açıkça insan kalbinin kararsız ve kusurlu tarafları konusunda çok açık olmaya çalıştığımı söyleyebilirim. Bu, çok sıra dışı bir şey değil. Birçok şair bunları kaleme almıştır. Mevzular aynı olsa da aşk ve aile kavramları hem kişiye özel hem de benzersiz evrensel dinamiklerdir.

Devletin özürlülerle ilgili politikaları, sakatlık politikaları, bir kültürel yapı olarak beyazlık ve Amerikan vatanseverliğinin ciddi tehlikeleri, muhtemelen son çalışmamın öne çıkan yanları olarak sayılabilir. Şiirlerimde bu konuları ele alırken kendimi olabildiğince özgür ve açık sözlü olmaya zorluyorum. Bu sık sık kişisel deneyimim ve daha geniş manada kültürümüzle ilgili dile getirilmesi zor gerçekleri ifade etmek anlamına geliyor.

H.T: Zaman zaman yazmayı ertelemek gibi bir çıkmaza (kısır döngüye) girdiğiniz oluyor mu? Bu durumun üstesinden gelmek için kendinizi nasıl motive ediyorsunuz?

S.B: “Yazmış olmak adına sürekli yazmak gerek.” sözüne katılmıyorum. Böyle bir alışkanlık kimilerine uyabilir ancak öyleleri var ki —özellikle birilerine bakmakla yükümlü olanlar, ağır işlerde çalışanlar, müzmin bir hastalıkla mücadele ederek yaşamını devam ettirenler—böyle insanlar için bu söz boğucu olabilir. Benim yeni bir çalışma ortaya koymadan haftalar hatta aylar geçirdiğim oluyor. Fakat önemli olan, bu zaman zarfında ortaya çıkaracağım eseri besleyecek şeyler yapıyor olmam. Mesela okumak, bir müzede ressam eşimle bir sanat eserine bakmak ve yolculuk yapmak, özellikle de araba ile yolculuk yapmak gibi. 

Bununla birlikte, buna yazmamanın “kısır döngüsü” denmesine hak veriyorum. Kendilerini kuru geçen bir mevsim veya sıradan bir yazı tomarı gibi hissettirecek şeylerden kurtulmak için tatlı hileler arayan yazarları hoş karşılayabilirim. Bu yüzden en sevdiğim iki yaklaşımı paylaşacağım.

Başarısız bir eser veya makale ortaya koyma durumundan kaçınmak için ipucu arayan yazarları anlayışla karşılıyorum. Bu sebeple en sevdiğim iki yaklaşımımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

İlk yaklaşımım, şiirin “kapı eşiği” olarak adlandırdığım herhangi bir şiir yazmaktır: Aralık bir kapı hayal edin. Bu kapı size has olabilir, bildiğiniz bir odanın veya evin parçası olabilir veya tamamen hazır bir şey olabilir. O kapının diğer tarafında sizi bekleyen yaratık, tehlike veya keşif nedir? Orası sizi  nereye götürürse götürsün, sonucu merakla beklenen bir yolculuk olur.

Diğer yaklaşımım ise “olmamış” dediğim bir şiiri yazmaktır. Aklınızdan “[Şey] Hakkında Olmamış Bir Şiir” diye bir başlık geçirin ve kâğıda dökün. En kötü ihtimalle başarısız olan bir şey yazmış olursunuz. Belki beğendiğiniz bir şey de ortaya çıkabilir. Yazmanın tadını çıkarın! Üzerinizdeki baskı gitti, değil mi? Çoğu zaman yazdığımız şiirimizin müzik, aşk, ölüm, yağmur, ay veya kuşlardan bahseden daha önce birçok insanın yazdığı bilindik bir konu hakkındadır ve biz başarısız olacağından endişe ederiz. Ancak şairlerin bu konuları tekrar tekrar kaleme almalarının çok iyi bir nedeni vardır; o da onlarla ilgili söylenecek sözlerin tükenmeyecek olmasıdır. Bu konulardan biri hakkında “başarısız” bir şiir karalayın, en azından her istediğinizi ifade etmede rahat olduğunuzu görün.

H.T: Bir ifadenizde “Gerçek şiir, okurken eğlendiren değil de merak uyandıran şiirdir.” diyorsunuz. Sizce bir şiirin merak uyandırması için gereken kriterler nelerdir?

S.B: Merak uyandıran şiiri kastederken yazarları, konuyla ilgili ilk ve anlık gözlemlerini yansıtmak yerine, başta genellikle şiirlerinin konu edindiği şeyle ilgili detayları veya geçmişleri hakkında kendilerini eğiterek mısralarını zenginleştiren yazılı dünyayı araştırmaya teşvik ediyorum. Mesela bana sadece bir kuşun ne kadar güzel olduğunu anlatmak yerine; gagasının neden bu şekilde olduğunu, çiftleşme ritüelini ya da 1743’te tüylerinin nasıl para birimi olarak kullanıldığını açıklayın! Bu dünyada yaşamanın sürekli insanı hayrete düşürecek şeylerle çevrili olduğunu anlamama kapı aralayın. Öyle bir dünya ki orada gerçek veya imgesel silüetler beni hayalen Holosen Çağı’na götüren bir yol açsın. Gerçek dünyadan imajlar şiirde önemli yer tutar ve keyif veren bir şiir iyi şiirdir ancak bende merak uyandıran ve üzerinde düşünmeye sevk eden bir şiiri okumak beni çok daha fazla heyecanlandırır.

H.T: “Doğum Günü Kızını Öldürme” (şiir) ve “Alerjik Yaşamdan Masallar” (anı) kitaplarınız var. Bu kitaplar için Amerika’da ve dünyada gittikçe artan hastalıklar, alerjiler ve sebepleri ile edebî bir mücadele diyebilir miyiz?

S.B: Alerjilerle ilgili yaşadıklarımı edebî bağlamda veya başka bir bağlamda “mücadele” olarak nitelendirmekten kaçınmaya çalışıyorum. Benim yaşadığım çevrede sağlam veya özürlü herkesin herhangi başka bir insanı acıyarak bakmadan anlamasına değer veririz. Ben, alerjilerim olmadan nasıl biri olurdum, tahmin edemiyorum hatta yarın biri bana tedavi imkanı sunsa kabul eder miyim, onu da bilemiyorum. Bu benim ilaç kullanmadığım veya zorluklarından kaçınmadığım ya da ciddiyetlerini azaltmak için elimden gelen her şeyi yapmadığım anlamına gelmiyor. Hayatımı zorlaştırmaya çalışmıyorum. Bu, kendimi olduğum gibi kabul ettiğim anlamına geliyor.

Herkes engelliliğe bu açılardan yaklaşmaz. Örneğin belirli kronik hastalıklarla mücadele konusunda maddi yardım veya araştırma yapılabilmesi için toplumsal “mücadele” açısından yararlı bir organizasyon örneği olabilir, diye düşünüyorum. Özellikle bu artış, belirli topluluklarda orantısız bir şekilde kendini hissettirdiği için bizlerin sosyal, ekonomik ve çevresel açıdan aldığımız kararları ve yaptıklarımızı alerji ve astım gibi hastalıklarda artışa neden olmaları açısından gözden geçirip kritiğe tabi tutmamız lazım. Sonuçta bir birey olarak alerjileri ile acı çeken biri değil de alerjileri ile kendini geliştirebilen bir rol model olmayı tercih ederim.

H.T: Bazı şairlerin kendilerine has alışkanlıkları vardır. Örneğin T. S. Eliot yüzünü yeşile boyar öyle yazardı. Maya Angeloa otel odasında yazar veya Virginia Woolf ayakta yazardı. Sizin şiir yazarken yapmayı sevdiğiniz farklı bir alışkanlığınız var mı?

S.B: Enteresan! Bu bahsettiğiniz örneklerle kıyas edilebileceğimi  sanmıyorum. Benim için pencere önünde dışarıya bakan düzenli bir masa olması yeterli… Hımmm… (Bir yüz boyama seti almak için biraz harcama yapmam gerekecek. ????)

H.T: Şiirlerinizi yazarken nelerden ilham alıyorsunuz? Ayrıca size ilham veren bilinmiş şairler var mı?

S.B: Herhangi sıradan bir şey, bir manzara, bir ses, bir diyalog şiiri tutuşturabilir. Son yıllarda, büyüdüğüm Washington D.C. ve Virginia gibi memleketimin çeşitli manzaralarından ve siyasetinden ilham aldığımı söyleyebilirim. Özellikle yemek gelenekleri, hayvanlar, tarihsel anıtlar ve tarihî eserler hakkında yazmayı seviyorum.

Benim için önemli olan şairlere gelince sık sık kendimi bulduğum şairleri Gwendolyn Brooks, Sylvia Plath ve Elizabeth Bishop diye sıralayabilirim. The American University’deki MFA programımda Myra Sklarew, Cornelius Eady ve Henry Taylor ile tartışmalarımıza ilaveten Virginia Üniversitesi’nde geçirdiğim süre boyunca da Rita Dove, Lisa Russ Spaar ve Gregory Orr gibi sıra dışı şairlerin tavsiyelerini aldığım için kendimi talihli sayıyorum. Sözleri kulağımdan gitmiyor.

“Unit of Measure” başlıklı “Kapibara (Ana vatanı Güney Amerika olan bir hayvan)” ile temalandırdığım şiirim normalde okuyamayacak birçok insan tarafından da okundu. Bunda sosyal medyanın, “The Poetry Foundation”s web sitesinde yer verilmesinin ve tabii ki kapibaranın yadsınamaz cazibesinin de büyük katkısı var. Aksi hâlde bu kadar insana ulaşamazdı. Ayrıca “Disability-Justice” (Engelli-Adalet) konulu şiirim ‘Say the Word’ Amerikan Şairler Akademisi’nin Her güne Bir Şiir serisi aracılığı ile binlerce kişinin e-postasına ulaştırıldı. 

H.T: Sizce dijital dünyanın, şiiri daha geniş kitlelere ulaştırmada katkısı var mıdır? Size göre sanal dünya, şiirin düşmanı mı yoksa kahramanı mı? Bu konuda neler söylemek istersiniz?

S.B: Sanal dünya -özellikle bu pandemi sürecinde- yazıların ve çalışmaların canlı internet üzerinden paylaşılmasına olanaklar sağladı. Buna ilaveten online çalışmalarımıza işaret dili, CART tekniği ve diğer erişmeyi kolaylaştıran teknikleri de kullanarak daha iyisini yapma imkânımız var ve yapmamız da gerekir!

Sosyal medya kullanmıyorum ama sosyal medyayı hafife de almıyorum. Dijital dünyanın gücünü ve potansiyelini hor gören veya onu gereksiz gören insanlar yaşadıkları çağa karşı büyük çetin bir çatışmaya girmiş olurlar.

H.T: İnsanı gerçek bir şair yapan şey ne olabilir? Doğuştan gelen kabiliyet mi, okumak mı, yolculuk yapmak mı yoksa sık sık yazmaya devam etmek mi?

S.B: Gerçek şair, şiir okumayı sevdiği kadar şiir yazmayı da seven kişidir. İşte burada benim için çok önemli olmayan ama sizi gerçek şair yapan şey yayımlanmış eserlerinizdir.

H.T: Sizce tercüme edilmiş eserler şiirde aslı ile aynı etkiyi yaratabilir mi? Edebiyatta, özellikle şiirde çevirinin bir dezavantaj olduğunu düşünüyor musunuz?  En sevdiğiniz yabancı şairi bizimle paylaşır mısınız?  

S.B: Çeviri fevkalade önemli, zor ve muhteşem bir sanattır. İnsanın ana dilinde yazılmış bir şiiri tercümesiyle karşılaştırması aynı şey midir?  Hayır. Ama bu konumuzun dışında.

Şiirde diyalog ne kadar uluslararası olursa, özellikle söz konusu şiirlerin ortaya çıkmasında katkısı olan yer ve dönem hakkında daha fazla bilgi edinebiliyorsanız o kadar iyidir. Valzhyna Mort ve Ilya Kaminsky, bu konudaki düşüncelerime rehberlik etmede çok yardımcı oldular.

Mahcubiyetle söylemeliyim ki ana dilim olmayan bir lisanı akıcı olarak kullanamıyorum. Kanonik anlamda (insanî değerler) beni en çok etkileyen ve Amerikalı olmayan şair, çevirmen Clare Cavanagh sayesinde Wisława Szymborska’dır. İnsanları, Almanya’dan hem çevirmen hem de şair olarak iştiyakla çalışan Ron Winkler ve Kıbrıs’tan Senem Gökel adlı iki genç ve çağdaş şairin çalışmalarına yönlendiriyorum. Amerikalı şair Mira Rosenthal’ın Polonyalı şair Tomasz Różycki’den ve yine Amerikalı şair Wayne Miller’in Arnavut şair Moikom Zeqo’dan yaptıkları çevirilere hayranım.

H.T: Sizce şiirde kültürlerin ve kuralların ötesine geçen evrensel bir dile ve temalara ulaşmanın bir yolu var mı? Örneğin şiir, özgürlük ve insan hakları açısından ne kadar etkilidir?

S.B: Evrensel  şiir yazma konusunda endişelenmenize gerek yok. Tam anlamıyla sizi yansıtan bir şiiri, elinizden geldiğince en can alıcı ve en seçkin ifadeleri kullanarak yazın. Bu vesile ile insanlar, diller ve çağlar arasında bağlantı kuracaklardır. Özgürlük ve insan hakları mücadelesi oldukça büyük ve devam edegelen bir mesele. Şiir, insana yaşama ve sevme enerjisi verdiği sürece bu mücadeleye katkıda bulunacaktır. 

H.T: Sevgili Sandra, sorularıma vermiş olduğunuz samimi ve içten cevaplarınız için çok teşekkür ederim. Bu söyleşiye katıldığınız için Helezon dergisi olarak da size çok teşekkür ederiz.