“Ayrılmadan önceki son gece Galata Köprüsü’ne gittim. Karaköy’e yakın bir tarafından, yüzüm Anadolu’ya çevrili, yarım saat kadar derinlemesine düşünmeye başladım. O kadar çok sevdiğim İstanbul’dan ayrı, bütün hayatımı nasıl yaşayabileceğimi, memleketimi altüst eden hadiselerin sebeplerini sorguladım. Aradan geçen kırk yedi yıla rağmen İstanbul’a uğradığım her seferinde o köprünün üzerinde geçirdiğim yarım saatlik muhasebeyi ve nemli gözlerle oradan ayrılışımı hiç unutamam.” (İBTAV, 2019).

Bu ifadeler, 60 ihtilali sonrası hiçbir suçu yokken üniversiteden ihraç edilip yurt dışına çıkmak zorunda kalan Prof. Dr. Fuat Sezgin Beyefendi’ye aittir. Bu cümlelerin her birinde, bir bilinmezliğe yelken açmanın, dalgaların götürdüğü sahile doğru savrulmanın ve en önemlisi bir ilim insanının meşakkatli hayat yolculuğunun başlangıç noktasını sezmek mümkündür. İşte bu yazıda, Anadolu’nun ücra bir köşesinden yola çıkarak zirveleri zorlayan Fuat Sezgin’in başarı hikâyesini okuyacaksınız.

Fuat Sezgin kimdir?

O, ister ilim çevrelerinde, isterse normal hayatta olsun genellikle ‘Fuat’ ismiyle bilinir. Ancak onun tam adı Mehmet Fuat Sezgin’dir. 24 Ekim 1924 tarihinde Bitlis’in Kızılmescit mahallesinde dünyaya gelen Fuat Sezgin, Cemile ve Mehmet Mirza çiftinin oğludur. İlkokulu Doğubeyazıt’ta, ortaokulu Bitlis’te (1939), liseyi de burslu ve yatılı olarak Erzurum’da (1942) okur.

Sezgin, 1943 yılında liseyi bitirdikten sonra, matematik okuyup mühendis olma hayaliyle İstanbul’a gelir. Orada bir yakınıyla birlikte, İstanbul Üniversitesi Şarkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde görevli olan Alman asıllı Hellmut Ritter’in (1892-1971) bir seminerine katılır. O gün, bu ilim adamı kendisini büyüler. Dolayısıyla onun talebesi olabilmek için mühendis olmayı gereksiz görür. Ertesi günü -kayıt zamanı geçmiş olmasına rağmen- dekanın odasına çıkar ve bu ilmî şahsiyetin öğrencisi olmak için yalvarırken odaya iri yarı bir adam girer. Dekan, ona “Hoş geldiniz!” dedikten sonra; “Sizin talebeniz olma başvurusunda bulunan biriyle konuşuyorum.” der. Ritter, şöyle bir bakar ve ‘Galiba bu benim dünkü seminerimdeydi’ diyerek onu tepeden tırnağa süzer. 

Ritter, Sezgin’in o kararlı duruşunu görünce; “Gelin biraz konuşalım. Çok zor bir şeye talipsiniz. Arapça öğrenmelisiniz. Ben de zor bir hocayım. Benim talebelerim hep benden kaçar, bunu biliyorsunuz, değil mi?” der. Sezgin de “Biliyorum Efendim! Buna rağmen bu meşakkati göğüsleyebilirim. (İBTAV, 2019) diye karşılık verir. Böylece yaklaşık bir asır sürecek ilim yolculuğu başlamış olur. Ancak Ritter, gerçekten zor bir adamdır. Çünkü henüz ikinci haftada Sezgin, onun seminerine üç dakika gecikir. Hoca cebinden altın saatini çıkarır ve ona göstererek; ‘Üç dakika geciktiniz, bu bir daha tekerrür etmemeli!’ der. 

Sezgin’in okuduğu dönemde İstanbul Üniversitesi’nde bilim tarihi yoktur. Ancak hocası kendisine; ‘Matematiği bırakma, o bölüme giderek matematiği iyi öğren. Zira Müslümanlardan da Harizmî, Ebu’l- Vefa Buzcanî, İbn Heysem, Birunî gibi büyük matematikçiler yetişmiştir.’ deyince dehşete kapılır. Hocası onun hâlini görünce, ‘Bunlar ve daha pek çok isim, büyük âlimlerdi. Hatta arkadan gelen Avrupalı âlimlerden daha üstün seviyedeydi.” (İBTAV, 2019)  der. Ritter’in bu sözleri Sezgin için kırbaç rolü oynar. Bunun üzerine dünyayı bütünüyle terk ederek günde 17 saat bilim tarihi çalışmaya başlar.

Yıl, 1943’ü gösterirken İkinci Dünya Savaşı bütün hızıyla devam etmektedir. Ancak Türkiye, katılmadığı hâlde bu savaşın çok ağır etkisinde kalır ve üniversiteler geçici bir süreliğine kapanır. Ritter, bu durumu fırsata çevirerek Sezgin’in Arapça öğrenmesini tavsiye eder. Sezgin, bu tavsiyeyi emir olarak görür ve altı ay gibi kısa bir zamanda Arapçayı neredeyse ana dili seviyesinde öğrenir. Altı ayın sonunda Ritter, Gazâlî’nin “İhyau Ulumiddin” kitabını okuması için önüne koyduğunda, öğrencisinin bunu kolayca başarabilmesine çok memnun olur. Onun dil öğrenmedeki bu yeteneğini gören Ritter, beş dile aynı anda başlayarak her yıl yeni bir dil öğrenmesini tavsiye eder. Sezgin ondan sonra gece gündüz çalışarak onun istediği dillerin hepsini öğrenmekle kalmayıp Süryanice ve İbranice de dâhil yaklaşık 27 dili çok iyi derecede öğrenir.

Ritter, Sezgin’in azmini ve kendisine olan bağlılığını gördükçe, kütüphanelerde bulunan İslam bilim tarihi alanındaki yazma eserleri ve araştırmaları incelemeye giderken onu yanında götürür. O, bu araştırmalar sırasında Carl Brockelmann´ın “Geschichte der Arabischen Litteratur”u (Arap Edebiyatı Tarihi) eserini inceler ve onun bazı eksikliklerini fark eder. Hocasının kanaati de o yöndedir. Böylece henüz öğrenci iken araştırma yapacağı konular hakkında kaynak toplamaya başlamış olur.

Sezgin; İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arap ve Fars Filolojisi’nden, 1947’’nin Haziran ayında mezun olur. Ekim ayında ise Ritter’in danışmanlığında doktora çalışmalarına başlar. Doktora tezini, Arap dili ve tefsir ilimleri âlimi Ebû Ubeyde Ma’mer İbn el-Musenna et-Teymî’nin (ö. 210/824-5) “Mecâzü’l-Kurʾân” adlı tefsiri üzerine yapar. Bu tezin konusu ise Kur’ân’da geçen mecazi ifadeler hakkındadır. 

Doktorasını tamamladıktan sonra kısa bir süreliğine (1950-1953) Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi’nde asistanlık yapar. Daha sonra tekrar İstanbul’a dönerek (28 Şubat 1953) Umumi Türk Tarihi Kürsüsü’nde asistanlığa başlar. Doktora tezi çalışmaları sırasında, Buhârî’nin hadis kitabındaki bazı yerlerin “Mecâz’ul-Kur’ân”dan alındığını fark eder. Onun bu tespiti hadis derlemelerinin sadece sözlü geleneğe dayandığı tezini de çürütmüş olur. 

Günde 17 saat çalışan Sezgin, zamanın nasıl akıp gittiğinin farkında değildir. Zira bir taraftan asistanlık, diğer taraftan da doçentlik tezi olarak aldığı “Buhari Tefsirinin Yazılı Kaynakları” konusuyla ilgili materyal toplamaktadır. Bu arada İslam Tetkikleri Enstitüsü Kütüphanesi’ne gelen kitapların kayıt ve kataloğunu yapmakta olup aynı zamanda “İslam Tetkikleri” dergisine hem makale yazmakta hem de basımına yardım etmektedir.

Sezgin, 1956’da doçentlik için hazırladığı, ‘Buhârî’nin Kaynakları Hakkında Araştırmalar’ tezini yayımlatır. 1957 yılında ise merkezi Almanya´da olan ve tüm dünyadaki bilim insanlarını destekleyen “Alexander von Humboldt Vakfı” bursunu kazanır. Bu burs ile ilmî incelemelerde bulunmak ve Almancasını ilerletmek üzere 1957-1958 yıllarında Almanya’da gider.   

1960 yılına gelindiğinde ise ülkede hiç hesap edilmeyen bir hadise yaşanır. O da 27 Mayıs ihtilalidir. Ancak Sezgin, o denli meşguldür ki gündelik siyasi gelişmeler onun hiç ilgi alanına girmez. Fakat darbeyle gelen hükümet, 147 akademisyeni üniversitelerden ihraç etmiştir. O, elinde çantası, enstitüye gitmek üzere evinden çıktığında üniversiteden ihraç edildiğinden hâlâ habersizdir. Ta ki gazete satan çocuğun; ‘Yazıyor, yazıyor. 147 profesörün üniversiteden atıldığını yazıyor!’ diye bağırdığını duyuncaya kadar. Gazeteyi alır, bakar ki kendi adı da yazılıdır. Çok büyük bir hadise değilmiş gibi umursamaz bir tavırla gazeteyi çantasına koyar ve enstitü yerine Süleymaniye Kütüphanesi’ne gider. Oraya vardığında ihraç edilen 147 akademisyenden biri değilmiş gibi kitap okumaya başlar. Öğrencileri ve asistanları onu merak ederek aramaya başlarlar. Bora Uzer’in, “Döndün geldin yine kürkçü dükkanına” şarkı sözünde dediği gibi onun nereye gidebileceğini tahmin eden öğrencileri Süleymaniye Kütüphanesi´nde çalışırken bulurlar. 

Aslında Sezgin, kendisinin 147 akademisyenden biri olabileceğini beklemiyordur. Ancak Türkiye’deki atmosferin değiştiği realitesinin de farkındadır. Hatta bu yüzden bazen yurt dışına çıkmayı isterse de memleket sevdası ona yol vermez. Zira saat gibi çalışan bir enstitü kurmuş ve ülkesi için çok şeyler planlamaktadır. Ancak bu sefer durum farklıdır ve istese de memlekette artık bir şeyler yapma imkânı yoktur. İçindeki bu çok şey yapma aşkı onu memleket sevdasından vazgeçirir. Dolayısıyla Amerika’da ve Almanya’da bulunan dostlarına şu ifadeleri içeren kısa birkaç mektup yazar: “Bugünden itibaren ben üniversitesinden atılmış bir insanım, yanınızda çalışmak isterim, benim için bir yer var mıdır?” (sosyoder, 2020). Yazdığı bu mektuplara Frankfurt, Kaliforniya Berkeley ve Yale Üniversiteleri’nden cevap gelir. Sakin bir kafayla oturup ‘Hangisine gitsem?’ şeklinde iyice düşünür. Zira, “İslam Bilim Tarihi” kitabının bütün malzemelerini hâlâ toplayamamıştır. Aslında Amerika oldukça cazip görünse de İstanbul’dan çok uzaklaşmak istemediği için Frankfurt’a gitmeye karar verir. Onun bu kararını etkileyen en büyük sebep ise dünyanın tek “Bilimler Tarihi Enstitüsü”nün orada olmasıdır. Müdürü de onun dostudur. O günün şartlarında hızlı denebilecek bir süratte Frankfurt Üniversitesi’nden, ‘Misafir profesör olarak gelebilirsiniz.’ diye cevap gelir.

Aldığı bu cevap onu hem memnun eder, hem de hüzne boğar. Zira çok sevdiği İstanbul’dan ayrılmak onun için kolay değildir. Ancak zor da olsa gitmelidir. Bu duygularla valizine aldığı birkaç giysi ve birkaç önemli yazmanın fişleri ile (20-25 bin civarı…) yola çıkar. Fakat içinde tuhaf ve çocukça bir korku vardır. Zira meçhul bir dünyaya yelken açmaktadır. Gittiği yerde tanıdık dostları olsa da orada nelerin kendisini beklediğini bilmiyordur. Maalesef düşündüğü gibi beklenmedik bir hadiseyle karşılaşır. Kendisine davetiyeyi gönderen Prof. Hartner oraya gittikten dört ay sonra, acı da olsa hakikati söylemenin zamanı geldiğini düşünür ve hiç eğip bükmeden şöyle söyler: “Biz sizi altı aylığına çağırdık, altı aydan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?” (Turan, 2010, s. 147). Prof. Hartner’i dinledikten sonra hiç bozuntuya vermeden şöyle der: 

Ben hayatımı daima planladım. Liseyi şu zamanda bitireceğim diye planladım. Üniversiteyi şu zamanda bitireceğim diye de. Şu yaşta doçent olacağım, dedim ve muvaffak oldum. Baktım her şeyde muvaffak oluyorum. Bende bir şımarma başladı. Ondan sonra bir askerî darbe geldi. Bir balığın üzerine atılan ağ gibi ben de o ağın içinde kaldım. O zaman baktım ki beşer olarak benim irademin bir sınırı varmış. İşte ben o olaydan sonra şuna karar verdim. Hayatımda eğer altı haftalık bir geleceğim garanti edilse, yani o kadar yaşayabilecek kadar maddi imkânım varsa, yedinci haftayı düşünmeyeceğim. Onun için önümde iki ay daha var. Para da biriktirdim. Onları düşünmüyorum.”

Konuşmanın ardından ateist olan Hartner ona gıpta ile bakar, sonra ayağa kalkar, sarılır ve şunu itiraf eder: “Ben ateistim, Allah’a inanmıyorum. Fakat bu kadar inanan bir insana ne kadar gıpta ediyorum.” (Macit, 2022). Prof. Hartner, onun bu ifadelerinden sonra altı hafta geçmeden Marburg şehrinde bir üniversitenin Şarkiyat Kürsüsü’nü ayarlar.

Sezgin, “Hayatımın belki de en mühim hadiselerinden biri, hayatımdaki talihli bir tesadüf” (TCGSB, 2020, s. 45). diyerek bahsettiği eşi Dr. Ursula Hanım ile Almanya’ya gidişinin dördüncü ayında tanışır. Eşi onunla tanışmadan önce Müslüman olmuş bir Almandır. Önce Coğrafya ve Siyasal Bilgiler okur. Ancak Sezgin’le tanışınca Arapça, Farsça, Türkçe vesaire alanında tahsilini devam ettirir. “Eşim benim için çok mühimdi! O olmasaydı işim çok zor olurdu.” dediği Ursula Hanım’ın desteklemesiyle, 1961 yılında yazmaya başladığı kitabını onun tashihleri sonucunda bastırır. 

Sezgin’in buradaki bilimsel çalışmalarının ağırlık noktası Arap-İslam Fen Bilimleri tarihi olur. Bu alanda Câbir bin Hayyân konulu doçentlik teziyle, “Institut für Geschichte der Naturwissenschaften”’de 1966 yılında profesör olur.

Öğrencilik yıllarından itibaren Carl Brockelmann’ın, “Geschichte der Arabischen Litteratur” (Arap-İslam Bilimler Tarihi) eserini geliştirme maksadıyla kaynak toplayan Sezgin, yaptığı araştırmalar sonucunda ilk cildini 1967 yılında yayımlar. O dönem hâlâ İstanbul’da bulunan hocası Ritter’in, GAS’yi değerlendirmesi için bir kopyasını gönderir. Tecrübeli şarkiyatçı; “Böyle bir çalışmayı daha önce kimsenin yapamadığını ve bundan sonra da hiç kimsenin yapamayacağını” (İBTAV, 2020) ifade ederek öğrencisini tebrik eder. 17 ciltten oluşan bu eserin bazı konuları şöyledir: Kur’an, hadis, tarih, fıkıh, kelam, tasavvuf, şiir, tıp, farmakoloji, zooloji, veterinerlik, simya, kimya, botanik, ziraat, matematik, astronomi, astroloji, meteoroloji, dilbilgisi, matematiksel coğrafya, haritacılık bilgisi vs.  

1978 yılında Kral Faysal İslamî İlimler Ödülü’ne layık görülen Sezgin, verilen bu desteği değerlendirerek 1982 yılında Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi’ne bağlı olan “Institut für Geschichte der Arabisch-Islamischen Wissenschaften”ı (Arap-İslam Bilimler Tarihi Enstitüsü) kurar.

İlk defa Alman fizikçi Eilhard Wiedemann (1900), İslam bilim tarihi eserlerinde bulunan aletleri aslına uygun olarak modelleme girişiminde bulunur. 1928 yılına kadar da sadece beş aletin modelini yapabilir. Sezgin de onun yapmaya çalıştığı modelleme işinde, “Acaba 30 aleti yapabilir miyim?” niyetiyle yola çıkar. Onun bu çalışması meyvesini verir ve Frankfurt’ta kurduğu “İslam Bilim Tarihi Müzesi”nde 700’den fazla aleti modelleyerek hayal ettiğinin çok ötesinde bir başarıya imza atar. 

Sezgin, Almanya’da kurduğu bu müzenin bir benzerini İstanbul’da kurmaya karar verir. Hedefi, 1960 ihtilali neticesinde yarım kalan hayalini gerçekleştirmektir. Bu maksatla kendisine Gülhane Parkı’nda bir bina tahsis edilir. Bu müzede şu an yaklaşık 600 eser bulunmaktadır. Ayrıca bu müzedeki aletleri tanıtıcı mahiyette onun tarafından yazılmış 5 ciltlik “İslam’da Bilim ve Teknik” adlı katalog bulunmaktadır. 

O, günde 17 saat çalışarak bilim dünyasına eşi benzeri az görülür katkılarda bulunmuştur. Bunu yaparken de bir ödül beklentisi içinde olmamıştır. Ancak ‘marifet iltifata tabidir’ kaziyesinin bir gereği olarak onun çalışmaları değişik zamanlarda ödüllendirilmiştir. Ayrıca birçok eseri mevcut olup bu eserler basit karalamalar olmayıp her biri doktora ve yüksek lisans tezlerine araştırma konusu olacak kadar derin mevzular içermektedir. 

Evet, Prof. Dr. Fuat Sezgin için daha yazılabilecek çok malumat olmasına rağmen, dergi formatını aşacağı için burada bitiriyoruz. O, eşine az rastlanan, azim ve insan iradesinin sınırlarını zorlayan çalışmalarıyla ilme adanmış ömrünü, 30 Haziran 2018 tarihinde, İstanbul’da noktaladığında 94 yaşındaydı. Geriye çok kıymetli eserler ve gelecek nesillere yön verecek düşünceler bıraktı ve gitti.

Kaynaklar

İBTAV (2019). İlme Adanmış Bir Ömür Prof. Dr. Fuat Sezgin Özgeçmişi, http://www.ibtav.org/sayfa/1/ozgecmisi

Sosyoder (2020). Tarihî Uyanışın Mimarı: Prof. Dr. Fuat Sezgin.  https://www.sosyoder.net/index.php/2020/01/15/tarihi-uyanisin-mimari-prof-dr-fuat-sezgin/

Turan, S. (2010). Bilimler Tarihçisi Fuat Sezgin. Timaş Yay.

Macit, (2022, Haziran 30). Fuat Sezgin Hoca ardında güzel bir örneklik ve ilmi miras bıraktı. https://www.dunyabizim.com/portre/fuat-sezgin-hoca-ardinda-guzel-bir-orneklik-ve-ilmi-miras-birakti-h29665.html

TCGSB (2020). İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin. https://www.yumpu.com/tr/document/read/63189576/islam-medeniyeti-ve-fuat-sezgin-projesi/45