Güzel sanatlar diye tabir edilen bediiyat, sinema icat edilene kadar altıya ayrılırdı. Edebiyat, resim, heykel, mimari, müzik ve dans olarak tasnif edilirdi. Bunlardan ilk dördü umumen icracısının yaptığı anakronik sanatlar, müzik ve dans ise senkronik icra olarak kabul edilir(di). Sinemayla birlikte hem anlık hem de önceden icra edilmiş sanatlar bir arada sergilenmeye başlanmıştır. 

Her sanat bir beyandır. Sanat, sanatkârın ustalık ve hissiyatını başkalarına açma veya ulaştırma meşgalesidir. Bu noktada konu dil ve iletişimin alanına girmektedir. Yani sanatkâr sanatını icrasında bir dil ve yol kullanmaktadır. İnsandaki beş duyunun hepsi de iletişimde kullanılır. Bunlardan göz, kulak ve burun iletinin alımında, ağız iletiminde vazife alır. Dokunma ise iki yönlü iş görür. Edip, bir eserini yazı kanalıyla iletirse gözle veya dokunmayla, sesle okursa kulakla alınmış olur. Böylece havass-ı hamsenin tamamından istifade edilir. Sinema öncesindeki altı sanatı (sınırları tam ayrılmasa da) görülen ve duyulan sanatlar olarak da tasnif edebiliriz. Edebiyat, heykel, mimari, dans ve resim görülen, müzik ise duyulan sanattır. Bir edebiyatçı şiirini sesli olarak dinleyenlerin karşısında duyacakları ve görecekleri şekilde okuyorsa o zaman her iki gruba da girer. Sahne sanatları olan tiyatro ve dans, genellikle hem ses hem de görüntülü olurken pandomim gibi sanatlarda ise sadece görüntü vardır.

Sanatın hangi kanalla alıcıya ulaştığına göre yapılan tasniften ayrı olarak icra şekillerine göre de başka bir tasnife daha gidilebilir: Yazı, hareket ve inşa. Şiir ve her türlü nesirle birlikte edebiyat ve resim, yazıyla icra edilen sanatlar olarak; dans, orta oyunları ve bilumum sahne sanatları hareketle icra edilen sanatlar biçiminde kabul edilebilir. Heykel, plastik sanatlar ve mimari ise inşai sanatlardır. Sanatlara boyutları açısından bakıldığında edebiyat, müzik ve resim çift boyutlu; sinema, mimari, heykel ve dans üç boyutludur.

Sinema, önceden icra edilen sahnelerin seyirciye ses ve görüntüyle iletilmesidir. Bu durum hâliyle sinemayı diğer sanat dallarından bir adım öne çıkarmaktadır. Çünkü sinema yazı, hareket ve inşanın karışımından meydana gelir. Eldeki senaryo yazıya, roller harekete ve dekor inşaya örnek verilebilir. Bu konu üzerine çokça yazılmış ve konuşulmuştur. Bu yazıda yedinci sanata ilaveten günümüzde teknolojinin ilerlemesiyle hayatımıza giren dijital sanatlar üzerinde durulacaktır.

Önceleri iki boyutlu olan dijital dünya zamanla üç boyutlu hâle de gelmiştir. Sanatın yedi dalının tamamı artık dijital olarak icra edilebiliyor. Edebî eserler yazılı ve sesli olarak dijital dünyada alıcıya ulaşıyor. Eskiden kaleme alınan edebî eserler de zamanla dijital dünyaya aktarılıyor. Endüstriyel tasarımdan tutun da gazete ve kitap sayfalarının dizaynına kadar resmin hemen her türü değişik programlarla dijital olarak çiziliyor. Hatta çizilen tasarım ve resimler, yazıcılar ve boya makineleriyle kâğıt, kumaş vb. üzerine tatbik ediliyor. Heykeller ve endüstriyel ürün tasarımları üç boyutlu hâlde tasarlanıp çizilebiliyor ve fiziken uygulanmaya hazır duruma getiriliyor. Tüm mimari yapılarla beraber hemen bütün dijital ve hatta geleneksel oyunlar üç buutlu olarak tasarlanıyor. Tasarlanan ürün ve mimari yapıların istenilen ölçüdeki maketleri veya gerçek ebattaki asılları üç boyutlu yazıcılarla ya da makinelerle elle tutulur hâle getiriliyor. Tiayatro, dans ve sahne sanatlarının neredeyse tamamı insan hayalinin sınırlarını zorlar şekilde üç boyutlu olarak göreceğimiz ve duyacağımız şekilde üretiliyor. Bu noktada eksikliği hissedilen koku ve dokunma dört boyutlu salonlarla bir ölçüde gideriliyor. 

Dijital dünya, yedi sanata günümüzde -üstte temas edildiği üzere- artık tasarım adı altında sekizinci sanatı kattı. Tasarımlar, insan eliyle yapılabildiği gibi istenilen veriler girildiğinde değişik programlara da yaptırılabiliyor. Gelecekte bilimi sadece işleyen makinelerin muhtemel problemlerle de başa çıkabilmelerinin öğretilmesi üzerinde çalışılıyor. Sanat, bir duygunun açığa vurulmasıdır. Makinelerin duyguları olabilir mi? Bu duygusal makineler bize bilim ve sanat üretebilir mi? Bir edebî metnin yapısını ve malzemesini analiz edebilen bir program onun tahlilini de yapabilir mi? Sevdiği bir başka makinenin kopan kablosu üzerine bir mersiye yazabilir mi? Bu soruları artırmak mümkün. Bence şu anki görüntü itibariyle makinelerin ihtiyaç analizine göre endüstriyel ve mimari tasarımlar çizebilecekleri, şehir planlaması yapabilecekleri yönünde. Sinemada kendini verilen sınırların ötesine taşıyabilen duygulu veya duygusuz makinelerin yapabileceklerine dair sayısız film çekilmiştir. Geleceğe dair tahminler anılan filmlerde de kendini göstermektedir. Düz mantıkla çalışan makinelerin aldanabileceği ve aldatılabileceği çokça işlenmektedir beyaz perdede. Bir maçın istatistikleri üzerinden analiz yapmanın çok ötesi bir şey bu. Kimi başka filmlerde de makinelere insani duygular vermenin yolu, insan beyninin bir makineye adapte edilmesi biçiminde kurgulanır. Hatta başka dünyalardan duygular taşıyan makinelere yer verilir.

Dijital dünyanın insanlığa ulaşım ve iletişimde pek çok kolaylık sağladığı inkâr edilemez. İnsanların yapabildiği kumaş dikmek, demir kaynak etmek, depoda bir siparişi toplamak, bir markette raflara ürün yerleştirmek  gibi sınırları belli ticari ve sınai işlerde daha da ilerlemeler kaydedileceği bir tahmin değil artık. Sadece nereye kadar sorusunun cevabını bilmiyoruz. Ancak iş sanata gelince üzülmeyen, sevinmeyen, acı hissetmeyen bir makine nasıl bir eser üretecek ki? “Aşk ağlatır, dert söyletir”se bir makineyi ne ağlatacak ve ne dertlendirecek?

Günümüzde dijital âlemde insanlarca yapılan tasarımların, makinelerin insan zihnini okumasıyla çok daha hızlı ve pratik olabileceğini düşünüyorum. Soz söz olarak insanın duygularını yansıttığı edebiyat, heykel ve resim gibi sanatlarda, insan zihni ve kalbinin, gelecekte yine en temel sanatkâr olacağı fikrindeyim.