Değerli Okurlarımız,

Geçtiğimiz ay iki yaşını dolduran Helezon, zaman geçtikçe adım adım büyümeye devam ediyor. Ömrü olan her şeyde olduğu gibi. Dünyamız da ömründen bir seneyi daha doldurmak üzere iken birçok ülkenin yolları, kış mevsimiyle kesişmiş durumda. Bugünlerde etkisini iyiden iyiye gösteren soğuklara rağmen bütün ekibimiz, sımsıcak ve dolu dolu bir sayı hazırlamak için hız kesmeden çalıştı. Tıpkı şimdiye dek yayımlanan 25 sayıda olduğu gibi. Üstelik zamanla yarışırcasına. Şimdi de hem kocaman bir yılı geride bırakıyor olmanın burukluğu hem de yepyeni bir yılı karşılayacak olmanın umudu içinde sizlere bu sayımızı takdim ediyoruz. 

İlk sırada bize coşkulu bir konser ortamında olduğumuzu hissettiren güzel bir röportaj var: “Blues in Hell” Müzik Festivali Üzerine Kjell Inge Fischer ile Röportaj.  Amerika’da ortaya çıkan ve daha sonra Avrupa’da da icra edilmeye başlayan Blues müzik, Norveç’te ilk kez 1920’li yıllarda ortaya çıkmış, 1960’lardan sonra ise yayılmaya başlamış. Blues Müzik Festivali, 1992 yılından beri Stjørdal şehrine bağlı küçük bir kasaba olan Hell’de yapılıyormuş. Sadece Norveç’in değil, Avrupa’nın da en tanınmış müzik festivallerinden biri olan bu etkinlik, birçok gönüllü insan ve kurumun desteğiyle gerçekleştiriliyormuş. İbrahim Türkhan, bu yıl o gönüllüler arasında yer alarak, yakından tanıma fırsatı bulduğu festivali, Helezon okurlarına tanıtmak için, uzun yıllardan beri organizatörlük yapan Kjell Inge Fischer Bey ile bir röportaj yapmış. Bu söyleşiyi büyük bir ilgiyle okuyacağınızı düşünüyoruz. 

Röportajı takip eden eser, bir çeviri şiir ve Kumuk Türklerinin şairlerinden Yırçı Kazak’ ait. Dağıstan’ın güzide beldelerinden birinde dünyaya gelen Yırçı Kazak, St. Petersburg’da öğretim üyesi olarak vazife yapan dostu Muhammet Efendi’yle sık sık mektuplaşır ve dertleşirmiş. Erdal Karaman’ın Türkçeye çevirdiği “Muhammet Efendi Osmanov’a Mektup” şiirinde de şair, Muhammet Efendi’ye; 

“Bismillah, yardım et, ey Sultan Kerim,  

Saza söz uysun da düzelsin şarkım.

Biliyorsun ki vardır şarkıda hünerim,

Dinle hele, bakalım Muhammet Efendi.” diyerek selam verdikten sonra ülkesinde olup bitenleri tesirli bir dille kaleme almış.  

Bu manzum mektubun ardından “Saatsiz Yapabilir miyiz?” başlıklı deneme yazımız var. Saat denince sizin neler anımsadığınızı bilemeyiz ama bu yazımızda belki de ortak duygu ve düşüncelerde buluşabiliriz: “Su gibi akıp giden zamanın ne kadar içindeyiz ya da ne kadar dışında? Tanpınar gibi, kâh kendimizi fiziksel dünyanın bir ögesi olarak görelim kâh ruhsal âlemde kabul edelim. Her hâlükârda zamandan ayrılıp apayrı bir güzergâhta yol almamız mümkün değil. Doğal olarak saatsiz bir hayatı düşünmemiz de o nispette muhal. Hatta diyebiliriz ki saat her anımızda ve yanımızda…” 

Bir düzyazının ardından şiir okumaya ne dersiniz? Ebru çalışmalarıyla da tanıdığımız Ayşe Beçene, bu defa şairliğini konuşturmuş ve ortaya “Turnusol Elbiseler” adındaki muhteşem şiiri çıkmış. Şiir şu dizelerle başlıyor: 

“Sıklaştı barometrik eğriler

Rüzgârgülü deli divane

Küsmüş toprağa kümülüsler

Likenler ülkesinde bir telaş” 

Bu ayki biyografi köşemiz, hem doğumu hem de vefatı aralık ayında olan Mehmet Akif Ersoy’a ayrıldı. Hızır İlyasoğlu’nun kaleme aldığı, “Şair, Mütefekkir ve Mütercim: Mehmet Akif” başlığını taşıyan bu yazı vesilesiyle millî şairimizi, doğumunun 150. ve vefatının 87. yılında hayırla yâd ediyoruz. Peki, “İstiklal Marşı” şairimizi gerçekten bütün yönleriyle tanıyor muyuz? Tanısak da tanımasak da bu biyografi, “Mehmet Akif’i okumanın tam zamanı!” diyor.  

Yeryüzünde her ne kadar ateş düştüğü yeri yaksa da acısını hafifletmek için var gücüyle çaba gösterenler her zaman var olagelmiştir. Sanatçılar, eserleriyle bu konteksteki duyguları en özgün biçimde dile getiren insanlardır. Esra Aydan da “Valka” adlı son derece etkili görsel şiiriyle, yürekleri burkan hislerin bir manada sesi ve soluğu olmuş. 

Bir yazı dolayısıyla saatlerden söz ettikten sonra sıradaki şiir, bizi guguklu saatle karşılıyor: 

“yalnızlık guguklu saat

gölgemi bırakmıyor hüzün

kalmakla gitmek arasında

ayırdında değilim anın” 

Fatma Tekin’in yalnızlık mefhumunu guguklu saate benzeterek başladığı şiirinde, başka hangi duygu imgeleri ahenk kurmuş acaba? Okunmaya değer bir şiir: Gelgit. 

Mehmet Akif’e dair biyografide yer aldığı üzere, onun hakperest ve dürüst şahsiyetinin temellerinde Safahat eserinde de “Hem babam hem hocamdır, ne biliyorsam kendisinden öğrendim.” dediği babası Mehmet Tahir Efendi’nin rolü çok büyüktür. Yalnız Mehmet Akif’e ait değildir baba için bu manadaki sözler ve takdirler. Evlat olup da üzerinde emeği olmayan baba yoktur; yoksa da olmamalıdır, diyebiliriz herhâlde. Doğan Yücel de bu ay babalar hakkında kalem oynatmış: Baba Olmak.  

Tahsîn-i Kelâm, şiirlerini Helezon okurlarıyla paylaşmaya devam ediyor. Bu kez içindeki sese kulak veren şairimizin, “Göçük ” adlı şiirinin şu mısralarını terennüm edip de onu okumadan geçmek olmaz herhâlde: 

“Bir ses var içimde,

Bilmem ki duymak mı,

Duymazdan gelmek mi yoksa?

Bozguna uğrarsa ya şiirler

Ama ne fark eder ki…” 

Mehmet Akif’in doğum ve vefat yıl dönümüne tekabül eden bu aralık sayımızda çok anlamlı bir eser daha var. Kaligrafi sanatçısı Erdem Uzun, “Mehmet Akif’e” ithafıyla hazırladığı anlamlı ve güzel eseriyle, millî şairimizin adının rahmetle anılması adına unutulmaz bir iz bırakmış oluyor:  

“Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma.

Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir?”

Tacikistanlı şair Abdukahhor Kosim, “Я – Горная Река” adındaki şiirine nahif duygularını yansıtarak bir nehri konuşturuyor. İbrahim Türkhan ise bu şiiri, “Ben Bir Dağ Nehriyim” başlığıyla Türkçeye çevirerek bir şairi daha tanımamıza öncülük ediyor:

“Ben bir dağ nehriyim, akıntımla koşuyorum,

Taşların arasından kıvrımlar çizerek.”  

Şairlerin ve şair ruhlu insanların, hislerin en beliğ tercümanları olduğunu bilinir. “Sen-drom” şiiri ile Helezon okurlarıyla buluşan Erhan Bozkurt;

“Seni anlatmak zoruma gitti hep,

Anlatırsam dilim dolanır.” itiraflarına rağmen hislerini güzel bir şekilde kaleme dökmüş. “Sevdiklerinin kalbinden düşmek istemeyen” herkes, bu şiirde kendinden bir şeyler bulabilir. 

Yılın son sayısının kapak görseli, “Semazen” adlı ebru çalışmasına ayrıldı. Mehmet Bozdağ’a ait olan eser, Mevlana’nın vefat yıl dönümü dolayısıyla ayrıca bir anlama sahip. Biz de bu harika çalışmayla birlikte 26. sayımızın takdimini tamamlamış bulunuyoruz. İsterseniz her zaman olduğu gibi son sözü teşekküre ayıralım. Bütün eserlerde imzası olan sanatçı, yazar ve şairlerimize; katkılarını esirgemeyen yayın kurulumuz ile görsel tasarım ve sosyal medya ekibimize; özellikle de siz değerli okurlarımıza çok teşekkür ederiz. Yeni yılda yeni bir sayı ile buluşmak ümidiyle. İyi okumalar. Sağlıcakla kalın!