Değerli Okurlarımız,

“Bir şairle karşılaşmak her zaman hayırlıdır. Şair, dervişin kardeşidir. Onun ne vatanı vardır ne de dünya nimetlerinde gözü. Biz zavallılar şan, iktidar ve para peşinde koşarken o, yeryüzünün hükümdarlarıyla aynı sırada durur ve herkes onun karşısında saygıyla eğilir.”

Yeni yılın ikinci ayında, sizi bir Osmanlı paşasının Aleksandr Puşkin’e söylediği sözlerin eşliğinde selamlıyoruz. Böyle bir girişten anlayacağınız üzere 28. sayımızın bir bölümü, bir dosya konusuna yani Puşkin’e ayrıldı. Aslında Helezon’un projeleri arasında, biyografik şahsiyetler ya da güncel başlıklar çerçevesinde, farklı dosya konularını ele alıp değerlendirmek olduğunu daha önce dile getirmiştik. Hatırlarsanız 2022 yılının Aralık ayı da bu projemizin ilk dosya konusu olan “barış”a ayrılmıştı. “Realist Romantik: Aleksandr Puşkin” adlı dosyamız da projenin ikincisini oluşturuyor.   

Peki, “Puşkin’i ne ile hatırlıyorsunuz?” diye sorsak ne cevap verirdiniz? Şiirleriyle mi, öyküleriyle mi yoksa romanlarıyla mı? Evet, bu ay vefat yıl dönümü de göz önünde bulundurularak   Puşkin konuşuldu Helezon’da. Puşkin yazıldı, çizildi. Rus edebiyatı denilince ve söz Puşkin’den açılınca, kuşkusuz bu konuda söz sahibi kalemlerin yazıp çizdikleri merak edilir. Biz de şimdi sahanın önemli isimlerinden birisi olan Prof. Dr. Minahanım Nuriyeva Tekeli’nin yazısıyla başlayan ve 6 eserden oluşan dosya konumuzu takdim ediyoruz. 

Minahanım Nuriyeva Tekeli, Helezon okurları için “Aleksandr Puşkin’in Erzurum Yolculuğu ve ‘Artık İstanbul`u Övüyor Kâfirler’ Şiiri” başlıklı yazısını kaleme almış. Bu tecrübeli kalemin izinde, önemli birçok bilginin yanı sıra Rus şiirinin güneşi lakabıyla anılan Puşkin’in, Anadolu’yu, iki ayrı şehre manzum bakışının altında nasıl kritik ettiğini de öğreniyoruz: “Elbette ister Kafkaslar ister Türkiye hakkında, Rusya gibi uzaklarda yaşayan meraklı insanlar nazarında, her bir kalem ehlinin yazdıkları çok değerlidir. Bununla beraber, bu iddiamıza dayanak olarak büyük Rus şairi ve Rus şiirinin onuru sayılan Aleksandr Puşkin’in (1799-1837), 1829’daki Rus-Türk Savaşı’nın tesiriyle yazdığı iki şiirini örnek olarak gösterebiliriz. Bunlardan ilki ‘Kahraman Oleg Hakkında Nağme’dir.”

Puşkin dosyamıza, şairin meşhur şiirlerinden biri olan ve 1824 yılında yazılan “Песня Земфиры” şiirinin çevirisiyle devam ediyoruz. Nurbek Ercigit’in “Zemfira’nın Şarkısı” adıyla Türkçeye çevirdiği bu hoş şiirin bir kıtası şöyle:  

“O, bahardan da taze,

Yazdan sıcak geliyor;

Ne kadar genç ve cesur!

Beni de çok seviyor!”

Puşkin’e dair çoğumuzun az çok bilgisi olduğu gibi eserlerini okuyanlar da vardır muhakkak. Ama Rus edebiyatının kurucusu olarak bilinen bu meşhur şairi, bir biyografi yazısıyla tekrar okuyabilir ve hafızamızdan silinmiş yönlerini hatırlayabiliriz: “Rusya’nın en büyük şairi ve edebi kişiliği olarak kabul edilen Aleksandr Puşkin, neredeyse bütün hayatı boyunca yazmıştır. Şiir, şiirsel roman, düz yazı ve tarihsel roman gibi pek çok türde eser veren bu ünlü isim, kalemini hiçbir zaman elinden düşürmemiştir. Bu yüzden olsa gerek 38 yıllık ömre, Bahçesaray Selsebili, Çingeneler, Ruslan ve Ludmilla, Dubrovski, Yüzbaşının Kızı, Balıkçı ve Altı Balığın Hikâyesi, Yevgeni Onegin, Küçük Trajediler gibi pek çok eser sığdırmıştır.” Buraya yalnız bir paragrafını aldığımız ve “Rus Edebiyatının Kurucusu: Aleksandr Sergeyeviç Puşkin” başlıklı yazı, Hızır İlyasoğlu imzasını taşıyor.

Puşkin, bir biyografi yazısıyla anlatılabilir. Bir makele ya da başka bir düz yazıyla da hakeza. Peki somut bir şiirle bu mümkün müdür? Elif Özsoy, bunun gayet mümkün olduğunu “Kene” isimli çalışmasıyla ortaya koyuyor. Merak uyandıran çizgileriyle, diğer eserlerin arasında göz kırpmakta olan bu güzel çalışma, âdeta “Beni de okuyun!” diyor. Elif Hanım’ın felsefik ruhuyla, tasarımcı ve sanatçı yaklaşımıyla çalıştığı eserde, bakalım hangimiz neyi/neleri okuyacağız? 

Hiç Puşkin dosyası olur da “Gözyaşı Çeşmesi”nden ve Puşkin’in, bu çeşmeden ilham alarak yazdığı “Bahçesaray Çeşmesi” şiirinden söz etmemek olur mu? İşte “Gözyaşı Çeşmesinde A. Puşkin’in İzini sürmek” gezi yazımız, yıllar öncesinde katıldığımız bir gezinin silinmeyen anılar eşliğinde yazıya dökülmüş hâli. Yazının fotoğrafları da fotoğraf editörümüz Emre Ozan’a ait. Bu güzel fotoğraflar için kendisine teşekkür ederiz. İşte yazımızdan küçük bir alıntı: “Çeşmenin mimarisi oldukça ilginçti. Mermerden yapılmış çeşme, kat kat kurnalardan oluşuyordu. Üzerindeki şekillerin anlamları da çeşmenin yapılış hikâyesini destekler mahiyetteydi. Su, çiçek desenli bir kaynaktan aşağı doğru dökülüyordu. Bu kaynak, Kırım Giray’ın üzüntüden ağlayan gözünü temsil ediyormuş…”

Emin Osman Uygur’un, “Puşkin’in Sanatı Üzerine” adlı makalesi, şairi daha iyi ve doğru anlama adına çok kıymetli bir çalışma. Yazının tamamını okumanızı önererek buraya kısa bir alıntı yapıyoruz: “Mısır Geceleri öyküsünün baş karakteri Çarski, şiir yazmak ve yazdıklarını yayımlamak konusunda mutsuzluk yaşayan biridir. Şairlikle anılan birinin hayatı boyunca yaşayabileceği çok çeşitli sorunların ele alındığı öyküde Çarski, şairliğin beraberinde getirdiği ünvanlardan kurtulabilmek için yoğun bir çaba harcamaktadır. Buna göre Puşkin sanatı şairlikte özdeşleştirmiş görünmektedir.”

“Realist Romantik: Aleksandr Puşkin” dosyamıza, Erdem Uzun’un, şairin bir dörtlüğüne yer verdiği “Puşkin’e” adlı şahane bir kaligrafi çalışmasıyla nokta koyuyoruz. Kocaman bir edebiyatın kurucusunu, mahdut bir dosyaya sığdırmanın hayli güç olduğunun farkındayız. İlerleyen zamanlarda bu mühim şairin adının, farklı eser hatta dosyalarda geçeceğini umuyoruz. Biz, buradan itibaren bu sayımızın birbirinden güzel diğer eserlerine göz atmaya devam ediyoruz.

İbrahim Türkhan, “Norveçli eğitim gönüllüsü, din adamı, edebiyatçı ve halk insanı Ole Vig’in 200. doğum yıl dönümüne ithafen” şairin “Blant alle Lande” şiirini Helezon okurları için “Ana Vatanım” başlığı altında çevirmiş. 

“Doğu ve batıdaki tüm ülkeler arasında,

ana vatanım kalbimin baş ucunda.

Eski Norveç

kayadan kaleleriyle,

en iyisidir nazarımda.” dizeleriyle başlayan şiirde, vatan sevgisi en samimi hislerle ve başarılı betimlemelerle dile getiriliyor. Çevirinin sonunda şairin kısa bir biyografisi de yer alıyor. 

Hani derler ya… El emeği göz nuru. Bu ay Helezon dergisine yeni bir sanatçı katılıyor. Hem de “Şikaf-Halkar Tablo” adlı muhteşem tezhip çalışmasıyla. Sanatçımız Aynur Gedik, bu zarif esere göz nuru dökerken harikulade desenlere öyle renkler giydirmiş ki insan gerçekten gözlerini alamıyor.

Her ne kadar her birimiz farklı yaşlarda olsak da bir yazının etrafında, şairini meşhur yapmış “Otuz Beş Yaş”ı geçip pürdikkat kırk yaşına kilitleniyoruz. “Kırk Yaş Denemesiadını taşıyan yazı, Doğan Yücel’in kaleminden süzülmüş ve yalnızca yaşı kırk olanları değil herkesi içine alıyor: “Öyle şiirler vardır ki o konuyu ondan güzel kelimelere döken bir mısra, bir beyit, bir dörtlük olmaz dedirtir. “Otuz Beş Yaş” şiiri de onlar gibi bir şiir. Bir daha yazılabilir mi, bilinmez. Ben şair olmadığımdan daha güzelini yazmaya cesaret edemedim. Yaşı, yeri ve zamanı geldiğinde kaleme al(a)madığımdan o tren de zaten kaçtı. Geriye artık bir kırk yaş denemesi karalamak kaldı.”

Ömür ağacından yapraklar bir bir dökülürken baharlar, bazen çiçekli olur bazen de çiçeksiz. Biz çiçeksizini pek bilmeyiz belki. Yahut içimizde hevesler birbirini yerken çok da fark edemeyiz. Hatta kalp kantarının da neyi çekip neyi çekmediğine aldırmayız. Derken bir şiir çıkar karşımıza. Sanki içimizdeki ağırlıkları tartarcasına. Tahsîn-i Kelâm’a ait olan “Girizgâh” şiiri. Şiirin bir dörtlüğü şöyle fısıldıyor kulaklarımıza: 

“Çiçeksiz bahardan aşka entari,

Çekmez yümünsüzü kalbin kantarı.

Ambarda içi boş biriken darı;

Hükmü yok, sesi tok, iri cüssenin.”

Bu ayın Helezon yazarları arasında yeni bir isim daha görüyoruz: “Bilgelik Yolculuğu” başlıklı deneme yazısıyla Canan Say. Canan Hanım, hayatın kaçınılmaz bir parçası olan zorlukların, bize nasıl dersler sunabileceği üzerinde düşüncelerini şöyle dile getiriyor:  “Zor zamanlar, insanın iç dünyasının derinliklerine inmesine ve asıl özünü açığa çıkarmasına olanak tanır. Kolay zamanlarda insanlar genellikle maskeler takabilir, duygularını gizleyebilir ya da toplumun beklentilerine uyarlanmış davranabilirler. Ancak zorluklar karşısında bu maskeler düşer ve insanın gerçek doğası belirginleşir.” Mademki acılar ve hatalar hayatın kaçınılmaz iki deneyimi. O hâlde hepimiz bu yazının bir yerinde kendimizi bulabildiğimiz gibi belki de hayatımızı değiştirecek dersler de çıkarabiliriz. Ne dersiniz? 

Şimdi de kendimizi bir deniz kıyısında hayal etsek. Her şey süt limanmış gibi görünürken, ardından sahile vuran bir denizanasını gözümüzün önüne getirsek. Macerasının bilemediğimiz bir denizanasını. Acaba nasıl bir hayat muamması olabilir ki? Erhan Bozkurt’un -ölümü sahile bırakıp hiçbir şey anlamadan hayata geri dönecek olsak da- “Denizanası” şiiri, bu manada tekrar tekrar okunası nitelikte:  

“Bir ben, bir de denizanası,

İkimiz de vurmuşuz sahile.

Bilemiyorum neydi onun macerası?

Gerçi benimki de bir o kadar 

Hayat muamması,

Kendimce sorgulanası.”

Puşkin dosyamızla birlikte birbirinden kıymetli eserlerle apayrı bir anlama sahip olan 28. sayımızı, Mehmet Bozdağ’ın “Damla ve Dalga” adlı ebru çalışmasıyla tamamlamış oluyoruz. Bu harika arka kapak görseliyle birlikte biz de bütün yazar, şair ve sanatçılarımıza; Helezon’a emek veren yayın kurulumuz ile her paylaşımlarıyla hayatımıza renk katan görsel tasarım ve sosyal medya ekibimize teşekkür ederiz. Güzel bir mevsimle birlikte yeni sayımızda buluşmak dileğiyle. İyi okumalar.

Sağlıcakla kalın!