Evvel zamanda fikriyat makbuldü. Fikredip müzakere yapmak, olayları beyin süzgecinden geçirip muhakeme etmek mühimdi. Fikir sahipleri bir araya toplanarak araştırdıkları, okudukları meseleleri; şahit oldukları olay ve durumları müzakere ederlerdi.

Zamanda biraz gerilere gidecek olursak karşımıza fikir müzakerelerinin yapıldığı mekânlar  çıkacaktır. Osmanlı Dönemi’ndeki kahvehaneler bu faaliyetlerin yapılabildiği yegâne yerlerdendir. Kıraathane de denilen bu yerler günümüzdeki mahiyetinden çok farklı olarak, fikir alışverişi yapılan toplantı meclisleriyle dolup taşardı. Kıraat, Arapçada okuma anlamına gelir. 19. yüzyıl sonlarıyla 20. yüzyıl başlarında okunmak üzere gazete, dergi ve kitap da bulunduran kahvehanelere bu isim verilirdi. Buralarda başka kahvehanelerde olduğu gibi oyun oynanmaz; dergi, kitap ve günlük gazete okunur, sanat ve siyaset konularında sohbet edilirdi. Sonradan bütün kahvehaneler bu adla anılmaya başlandı. Buralar, ilk kuruldukları zamanlardan itibaren müdavimleri için okuma salonu olarak da hizmet vermiştir. Peçuylu İbrahim’e göre aydın sınıfından iyi yaşamayı seven insanlar, kahvehanelerde yirmi otuz kişilik gruplar hâlinde toplanırdı. Bu toplanmalarda bazıları adabımuaşeret yazıları ve kitap okur bazıları tavla, satranç oynar bazıları da yeni yazdıkları şiirler üzerine tartışma yapardı. 

Bu mekânlarda MuhammediyyeBattalname ve Hamzaname gibi dinî muhtevalı destanımsı kitapların okunması bir gelenek hâlini almıştır. Kahvehanelerde sadece edebiyat sohbetleri değil çeşitli gösteri ve oyunlar da yapılmıştır. Kahvehane aynı zamanda Karagöz ve Meddah gösterilerinin sunulduğu ve âşıkların yeteneklerini ortaya koyduğu en önemli mekândır. Özellikle âşık ve meddah kahvehanelerinde sanat icra ediciler, bir taraftan kahvehane müdavimlerini eğlendirirken diğer taraftan onlara bir kültürel birikim de aktarır. Bu eğitici rollerinden dolayı kahvehanelere “mekteb-i irfan” ve “medresetü’l-ulema” denilmiştir.

Bu dönemde Avrupa’daki kulüp ve okuma salonlarında olduğu gibi bazı kahvehaneler, müşterilerin çeşitli konulardaki bilgi ihtiyaçlarının karşılanması için bünyelerinde gazete ve mecmua gibi yayınların olduğu, geleneksel sahne sanatlarının icra edildiği kültürel mekânlara dönüştürülmüştür. Bunun ilk örneği, Divanyolu üzerinde 1857’de açılan Sarafim Kıraathanesi’dir. Burası müşterileri için gazete ve dergi bulunduran, sonraları kitap da satan bir yerdir. Ramazan gecelerinde Sarafim Kıraathanesi edebî tartışmaların yapıldığı bir salon olmuştur. Namık Kemal, Ahmet Muhtar Paşa, Süleyman Paşa, daha sonra Ahmet Rasim, Halit Ziya Uşaklıgil gibi yazarlar burada toplanmış; edebiyattan matematiğe, şiirden siyasete ve sosyolojiye kadar her şeyden bahsetmişlerdir. Sonraları İstanbul’daki kıraathaneler Sarafim çizgisi üzerinden kendi geleneklerini oluşturmaya başlamıştır.

Tulumbacıların işlettikleri çalgılı kahvehaneler ortaya çıktığında Semai kahvehaneleri de denen bu yerlerde kavga ve gürültü çıkmaması için akşamları halk kitaplarının okunduğu, bunun bazen günlerce sürdüğü görülmüştür. Hatta muamma diye bilinen gelenekte, bir ozanın bir dörtlüğü tavana astığı, insanların da o dörtlüğü çözmeye çalıştığı ve bunun bir nevi eğlence hâline geldiği de olmuştur.

Osmanlı’nın son dönemlerinden Cumhuriyet’in ilk dönemlerine kadar edebiyatçıların mesken tuttuğu İkbal Kahvehanesi Fuat Köprülü, Yusuf Ziya Ortaç, Falih Rıfkı Atay gibi isimlerin uğrak yeri olmuştur. 1930’lu yıllarda Küllük Kıraathanesi; adına şiir yazılan, dergi çıkarılan bir yer olmuştur. Faruk Nafiz, Yahya Kemal gibi isimler buranın müdavimleriyken 1940’lı yıllarda  Abidin Dino, Rıfat Ilgaz da onlara katılmıştır. 70’li yıllarda Necip Fazıl  Kısakürek, Sezai Karakoç gibi isimlerin buluşma yeri olarak da anılan Marmara Kıraathanesi ise sağ sol çatışmalarında sağcıların mekânı olarak anılmıştır. Son dönemde ise Yeni Kapı’ daki Kemal Bey Kahvehanesi tavla oynamanın yasak olduğu, içinde okuma salonu olan bir yer olarak bilinmektedir.

12 Eylül darbesi sonrası kahvehaneler maalesef fikir adamlarının toplandığı yerler olmaktan çıkıp içinde iskambil, tavla oynanan ve amele aranan yerler olmuştur. Artık fikir adamlarının toplanma mekânları gibi bir mevzu da kalmamıştır. Sıradan insanların toplanıp bir araya gelmeleri de fikir paylaşımından uzak ya da sadece sığ bilgilerin, kulaktan dolma söylentilerin paylaşılması şeklinde olmaya başlamıştır. Belki kısır alanlarda fikrî toplanmalar yaşanıyor olabilir lakin mahalleye inildiğinde artık kültürel toplanmalara şahit olmak neredeyse imkânsız hâle gelmiştir. 

Günümüze geldiğimizde ise karşılaştığımız manzara maalesef ki şöyledir: Ayaküstü olarak, kâğıt ya da plastik bardaklarda alınan içecekler, çoğu zaman tek başına vakit geçirilen kafe masaları, bir araya gelinse dahi telefondan kalkamayan başlar… Fikrî sohbetler bir yana sıradan muhabbete bile hasret kaldığımız söylenebilir. Paylaşımlar zaten daha çok sanal ortamlarda gerçekleşiyor. Basit, yeknesak, fikir etmekten çok uzak, salt gösteriş üzerine kurulmuş yavan hayatlar…. Anı paylaş geç anlayışı hâkim çoğunlukta. Anbean fotoğraf kareleri paylaşılıyor. Olur olmadık her şey ortaya saçılıyor. Yanı sıra güzel şeyler de paylaşılıyor diye düşünebilirsiniz elbette. İbretlik anlar, hikâyeler var bunların arasında. Fotoğraflara bazen ibretlik bir söz de ekleniyor. Bu sözler, aslında üzerinde günlerce düşünülebilecek manalar içeriyor ama ne kadar üzerinde durup düşünebiliyoruz ki… Basit bir el hareketiyle akıyor her şey zamanda.

Duygu ve düşünceler çok hızlı ilerliyor. Üzerinde durulmadan, o hisler tam yaşanamadan yeni duygu ve düşüncelere geçiliyor. Bu hızlı hissiyat değişimi, aslında biz fark etmeden ruhumuzu zedeleyebiliyor.

Her şeyi hemen olsun istiyoruz. Sanki hızla ilerleyen fotoğraflar gibi hayatımız da o hızla akmalı gibi geliyor bizlere. Hazmetmeden, sindirmeden, tıpkı abur cubur yemekler gibi duygu ve hisler de tükenip gidiyor.

Oysa biraz dursak, beklesek, yavaşlasak, hazmetsek, sabretsek, ruhumuzun ritmini yakalasak, hadiselerin kritiğini yapmak daha kolay olacağı gibi andan lezzet almak da mümkün olacak. Yukarıda örneklerinden bahsettiğim gibi bir toplum kültürü oluşturmak zor olmasa gerek. Zira tarihimiz fikriyat toplanmaları ile dolu. Kıraathane kültürüne geri dönebilsek, fikir insanlarını gizlendikleri yerlerden toplumun içine çekebilsek iyi olmaz mı? Toplanmalar hep kültür üzerine, kendimizi geliştirme üzerine olsa. Birliktelikler bizleri gösterişten uzak, durup düşünmeye sevk etse.

Düşüncem ve dahi dileğim o ki fikriyata geri dönelim. Okuyalım, sorgulayalım, kritik edelim. Boş lakırdılarla vakit öldürmeyelim. Konuştuklarımızdan aklımız da midemiz de hissiyatımız da nemalansın. Evvela bu niyet şiarımız olsun.