“The Little Book of Inner Peace”

“Barış; 

gürültünün, sıkıntının veyahut zorlukların bulunmadığı yerde olmak değildir; 

tüm bunların içinde olup da kalpteki sükûneti koruyabilmektir.”  

(Anonim)                                                                                           

Bu ay hangi kitabın keşfine çıksam diye uzun uzun düşündükten sonra, kendimce oluşturduğum minik kütüphaneme göz atar atmaz istemsizce gülümsedim. O an hissettiğim mutluluğun seviyesi, Newton’un, başına düşen elmayla keşfettiği güç karşısında hissettikleri kadar olmasa da oldukça yüksekti. Çünkü yurt dışında yaşayan biri olarak istediği herhangi bir kitabı anında elde edememenin üstüne bir de kargo işkencesiyle uğraşmaktan kurtulmuştum.

Kitabı avucuma aldığım gibi (Evet, evet, doğru okudunuz. Elime değil, avucuma alacak kadar minik kendisi!) yanına vazgeçilmezim olan kahve ve çikolatamı da ekledim. Okumak için koltuğa gömüldüğüm an kitabın içinde kendimi kaybettim. Ashley Davis Bush’un, “The Little Book of Inner Peace” kitapçığından bahsediyorum. Şu satırlarla başlıyor kitap:

“Ne arkamıza bıraktıklarımız

Ne de önümüzde bekleyenler

Hiçbiri

İçimizde barındırdığımız kadar önem taşımaz.” 

Ralph Waldo Emerson’un bu sözleri kahvenin yanında lokum gibi. Ashley Davis Bush, bu kitabında her şeyin iç âlemimizle doğru orantılı olduğunu vurguluyor. Her bölümle beraber biz de içimize dönüyoruz ve okuduklarımızı hayata geçirirken buluyoruz kendimizi. Yazar, bunu  yılların verdiği mesleki kazanımla sade, net ve yerinde tarzıyla bize aktarıyor. Kitabın her sayfasında yer alan ustaca illüstrasyonlar da tek başına yazarın mesajını aktarmasının yanında yeterli derecede düzenli çalışılmış. 

Kitap, ilk bakışta bir seferde oturup okumalık gözükse de daha birinci başlıkla bu varsayımın yanlış olduğunu anlıyoruz. Yazar, önce ilk huzurun bizdeki anlamını sorguluyor, sonra da aslında “İç huzur nedir? / Ne değildir?” i gösteriyor nevi şahsına münhasır terminoloji ve illüstrasyonu ile. 

Senelerdir düşüncelerimi daha net ifade etmek için atasözleri, deyimler ve özdeyişler sık sık uğradığım liman oldular hep. Konu barış olunca istisnasız aklıma ilk gelen, Victor Hugo’nun; “Barış her şeyi hazmeden mutluluktur.” sözü oldu. Güncel hayatta pratiğe dökülmesi zor olduğundan sadece sözde kalmasıyla, kalbimde yerini kaybetmeye yüz tutmuş bu söz, elimdeki kitapla farklı bir anlam kazandı. Emerson’un sesiyle, “Kendinizden başka kimse size barışı getiremez.” dedirtti doğrusu. Öyle ya insan içindeki “savaşları” huzura kavuşturmadan dünyaya huzur veremez. Yazar diyor ki: “Kişi en derin huzuru yakaladıktan sonra, artık etrafındaki değişken huzursuzluklar etkisini kaybeder.”

İtiraf edemeden geçemeyeceğim. Bu satırları ilk okuduğumda kalbimdeki isyan sesleri yükselmeye başladı. “Güzel dedin, hoş dedin de hacı, nasıl olacak bu iş? Nasıl yakalayacağız içimizdeki huzuru?” demekten kendimi alıkoyamadım. Fakat yazar, kitabın yeni başlığıyla; “Aklından geçenleri biliyorum, al sana cevap!” diyerek gol atmayı başardı.

“How to get there?” veya benim dediğim gibi, “Nasıl olacak bu iş hacı? dediğimiz bölümde, gelelim fasulyenin faydalarına diyerek önce beynimize iç huzurdan bahsetmemiz gerektiğini söylüyor. Önce beyniniz neyi, niçin yaptığını kabul etmeli ki birazcık antrenman yapmaya gönlü razı olsun, diyerek de devam ediyor. Yok tam da öyle demiyor, ben anladığım şeklini buraya aktarıyorum. Konuya devam edecek olursak… 

“Beyin tekrara âşık” demişler. İstikrarla devam edeceğiz ki beynimizin normal rutini olsun. “Peki neyi tekrar edecek beynimiz?” diye yavaştan sabırsızlanmaya başladığınızı hissediyorum: Kökleşmeyi yani varlığımızın ne kadar zemin (toprak) ile ilişkili olduğunu hatırlayarak önce sanki bir ağaç gibi kök salmayı öğreneceğiz, sonra bunu sürekli tekrarlayacağız. Başka neyi? Sosyal varlıklar olduğumuzu unutmadan ilgili olduğumuz tüm sevdiklerimizi hatırlamayı alışkanlık hâline getirmeyi. Bizim için anlam taşıyan küçük şeyleri; duyu organlarımızın bize aktardıklarını hatırlamayı ve en önemlisi nefesin kıymetini fark etmeyi ama en çok da kendimize dinlenmeyi hak görmeyi.

Bu kitabı okurken “Bu da geçer!” şarkısını mırıldanmaya başladıysam beynimin kesin bildiği bir şey vardır: Tam da şarkımız gibi; “This too shall pass.” yani “Bu da geçer.” diyerek özlü sözlerin sakinleştiren gücünden bahseden bir bölümle devam ediyor yazar. Sonra da şükür faslına geçiyor ve aslında olmayan şeyler için de şükretmenin bakış açısını oluşturuyor okuyucularda. Ardından bol bol şükran bölümü havuzu içinde yüzdürüyor okurlarını. Bir yandan şükranın mutluluk kaynağı olduğunu bilimsel kanıtlarla gösterirken diğer yandan bunu kazanmanın bir alışkanlık gibi kolay olmadığını vurguluyor. Yani kendinize zamanı, sabrı ve istikrarı tanıtın, diyor. Sonraki bölümlerde ise iç huzurla ilgili detaylı birkaç başlıkla daha karşılıyor okurunu. Daha okurken içinizin huzur dolu olduğunu hissedeceğiniz minik adımlı başlıklar bunlar. 

“The Little Book of Inner Peace” eseri, küçük bir kitapçık olarak tanıtılmasına rağmen bence tecrübenin, özenli  çalışmanın ve yazarın kalbindeki sesin yapıtı. Bibliyografi kısmındaki kaynaklar da bu yapıtın araştırılıp bir araya geldiğini gösteriyor. Bu kitap, asla tek sefer okuyup kenara bırakılacak tarzdan bir kitap değil. Arada sırada elimize alıp tek bölüm olsa dahi uygulayarak kaoslu hayatımıza biraz huzur katacağımız tarzdan bir kitap. O zaman huzurlu okumalar diyelim mi?