“Varlığın temel ilkesi savaştır.” Herakleitos’un bu cümlesi, duyar duymaz itiraz edeceğimiz bir sav barındırır içinde. Ama bir yandan da bizi düşünmeye sevk eder. Peki insanlar savaş için var olmuş olabilirler mi?  Kozmosun ya da mikrokozmosun yegâne anlamı, duymak istemediğimiz bu kelimelerin hücrelerinde mi gizli?

Frank Thilly, “Bir Felsefe Tarihi” kitabında, Herakleitos’un savaşa nasıl baktığını şu şekilde aktarır: “Dünya çekişme tarafından yönetilir. Savaş her şeyin atası ve her şeyin kralıdır. Çekişme ya da karşıtlık olmasaydı dünya sona ererdi, durgunlaşır ve ölürdü. Bir iksir bile çalkalanmadığında bileşenlerine ayrışır. Karşıtlar ve çelişkiler birleşir, sonuç uyum olur. Karşıtlık, devinim ya da değişim olmaksızın bir düzen olamazdı.’’ 

Başlangıçta bu tezi kabullenebilmek biraz zor görünse de kavramsal olarak kelimelerin bizdeki karşılıklarını yeniden ele aldığımızda, Herakleitos’un vurgulamaya çalıştığı noktayı daha iyi anlayabiliriz. Aslında Herakleitos, savaş kavramını bizim anladığımızdan farklı yorumlamaktadır. Örneğin savaş akıllarımıza “Kitlelerin toplu hâlde yok edilmesi” düşüncesini getirir. Aslında savaş “uğraşma, kavga, mücadele” anlamını taşır. “Kitleleri yok etme eylemi” savaşın yönetimsel sorunlarından kaynaklanan olumsuz sonuçlarından biridir. Burada yapılması gereken reddedemediğimiz bu karşıtlığı nasıl yöneteceğimizi bilmektir. Kaosun varlığı reddedilemez ama kaosun ortasında bile sakin kalabilmek ve geri dönülebilir reaksiyonlar verebilmek bizim elimizdedir. 

Herakleitos, “Kozmos, karşıtların savaşının meydana getirdiği bir uyumdur. Karşıt olan şeyler bir araya gelir ve uzlaşmaz olanlardan en güzel uyum doğar.” derken savaşın sonunda kitlelerin yok edilmesinden söz etmiyordu. Yok etmek uyumsuzluğun bir sonucudur. O, karşıtların muhteşem uyumundan bahsediyordu. 

Martin Luther; “Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik fakat bu arada çok basit bir sanatı unuttuk: İnsan gibi yaşamak.” der. Peki, kuşlar gibi uçmayı nasıl başardık ya da balıklar gibi yüzmeyi? Bu eylemleri gerçekleştirmek insanlık tarihinin yüzyıllarını aldı. Toplumlar, doğada var olanı deneyimleme adına büyük bir emek verdi, veriyor. Çünkü bilgi, kümülatif olarak ilerler ve insan kümülatif olarak gelişebilen bir varlıktır. Somut olarak insan, mücadele ettiği yolda ilerler. Bu gözlem bizi savaşın varlığının ve de sürekliliğinin nedenlerini sorgulamaya yönlendiriyor. İnsanlık, daha iyi savaşabilmek uğruna sürekli bir mücadele içerisinde. Bu kavramı canlı tutabilmek maksadıyla büyük bir savaş veriyoruz, desek çok da abartmış olmayız. Savaşın nasıl kazanıldığı, tarihin en iyi savaş taktikleri, savaş alanı eğitimleri, savaş oyunları… Maalesef birçok olumsuz duygu ve kavram, sosyal hayatımızda kapladığı alan ile paralel olarak artıyor. Emek verilmeyen, yeterince bahsedilmeyen olumlu duygu ve kavramlar ise zamanla sönüyor, küçülüyor. 

Barış; korkunun, nefretin ve şiddetin yokluğudur ama bu kavramların yokluğu, barış için yeterli değildir. Barış için sevgi, umut ve şefkat gibi olumlu mefhumların da var olması gerekir. Bu noktada akıllara şöyle bir soru gelebilir: Bu soyut mefhumları ya da nosyonları nasıl canlı tutabiliriz? Sosyal hayatımızda kapladığı alanı nasıl genişletebiliriz? Somut eylemler ile… Soyut hislerin somut kelimelere dökülmesi ile… Şarkı, şiir ile… Yağlı boya bir tablo ile… Dans ile… Tragedya ile, komedya ile… Sanat; sevginin, umudun, şefkatin, güvenin, birlikte yaşama zanaatının somutlaştırılmış hâlidir. Bir anlamda sanat; duygularımızın, düşüncelerimizin, sezgilerimizin ifade ediliş biçimidir.  Sanat için atılan her adım, karşıtların muhteşem uyumuna kapı aralar. 

Bunun yanı sıra sanatı, dünyayı daha iyi ve daha güzel bir yer hâline getirebilmek maksadıyla icra eden sanatçılar da azımsanmayacak kadar çok ve etkilidir. Tarihin akışını değiştiren sanatçılar deyince aklımıza “Barış Konserleri” gelir. Tüm zamanların en ünlü ve etkili konseri “Barış ve müzikle dolu üç gün” olarak ilan edilen 1969 konseridir. 1963 yılından beri devam eden Vietnam Savaşı şiddetlenirken, barış ve özgürlük yanlısı Amerikan gençliği, Vietnam’a gidip onaylamadıkları bir savaşta hayatlarını kaybetmek istemezler. Savaş karşıtı protestolar ağır bir şekilde bastırıldığı için hippiler umutsuzluğa düşmüşlerdir. Festivalin organizatörlerinden Michael Lang bir röportajında dönemin atmosferini şu şekilde tasvir eder. “Son yıllarda üniversite kampüslerinde, yoksul mahallelerde ve ülkenin her köşesinde protestolar vardı, Woodstock’ta politik kaygılarımızı bir kenara bırakıp bütün enerjimizi barışa odaklandık, barış ve anlayış mümkündü.” 

15-18 Ağustos tarihleri arasında yaklaşık yarım milyon insan barışın ve sevginin mümkün olduğunu göstermek için Woodstock kasabasında bir araya gelir. Festivalde Jimi Hendrix, The Who, Janis Joplin, Crosby, Stills, Nash & Young, Richie Havens, Jefferson Airplane, Joan Baez gibi sanatçılar yer alır. 

1969 festivali hâlâ rock tarihinde bir dönüm noktasıdır. Woodstock sadece müziği değil; Amerikan kültürünü, o dönem ve sonrasının estetik anlayışını da etkilemiştir.

Barışın sembolleşmiş isimlerinden biri de John Lennon ve The Beatles grubudur. 70’lerin başından beri “Imagine”, barışçıl bir dünya vizyonunun fiilen müziği olmuştur. Lennon’ın bu amaçla yazdığı, “Strawberry Fields Forever” ve “In My Life” gibi birçok şarkı vardır.  Uluslararası Barış Günü şerefine, 1985 yılında Lennon’ın onuruna NYC Central Park’a Strawberry Fields anıtındaki “Imagine” mozaiği yapılmıştır. 

Lennon “Imagine” şarkısında bizleri cennetin, cehennemin, ülkelerin, sınırların olmadığı bir dünyayı hayal etmeye çağırır. Varlığı zıddı ile anlamlandırır. İnançlarımızın, uğruna ölmek ya da öldürmek için var olmuş olamayacağını hatırlatır. Dünyanın yekvücut olarak yaşamasının tüm insanların kardeşçe yaşamasına bağlı olduğunu vurgular. The Beatles’ın en unutulmaz konseri, 30 Ocak 1969’da verdiği son canlı konser olan “çatı konseri”dir.

Lennon, barış mesajları vermenin zorluğunun farkındadır ama yine de şu cümle ile Martin Luther King, Kennedy ve Gandhi’den daha şanslı olduğunu belirtir: “Biz espriliyiz, onlar ciddi ve tüm ciddi insanlar vurulmuştur.” Bu cümle kendi içinde büyük bir ironi taşır. Çünkü Lennon, 8 Aralık 1980’de sırtından dört kez vurularak 40 yaşında öldürülmüştür. 

Tarihin gelmiş geçmiş en önemli konserlerinden biri de 19 Temmuz 1988’de, Doğu Berlin’de yapılmıştır. Bu konserin önemini anlayabilmek için Berlin Duvarı’nın inşa nedenini bilmek gerekir. Berlin Duvarı, Doğu Almanya vatandaşlarının Batı Almanya’ya kaçmalarını önlemek için yapılır. Sovyetler Birliği güdümündeki Doğu Alman meclisinin kararı ile 1961 yılında, Berlin’de yapımına başlanan 46 km uzunluğundaki duvardır. Berlin halkı tam 28 yıl boyunca şehri ortasından ikiye bölen (Doğu-Batı)  bir duvarla yaşamıştır. Pek çok insan duvar yüzünden sevdiklerinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Tel örgüler ve betondan oluşan ve askerler tarafından korunan bu devasa duvar, komünizm ile kapitalizm arasındaki çekişmenin sembolüdür.  Bu sınırlar, Batı’da “Utanç duvarı” olarak da anılır.  9 Kasım 1989’da, Doğu Almanya’nın açıklamasının ardından yıkılmıştır. 

ABD’li yazar Kirschbaum, Berlin Duvarı’nın yıkılma sürecini incelediği “Rocking The Wall” adlı kitabında, konserlerin duvarda oluşturduğu çatlakları şu şekilde anlatıyor: “1987/88’de Batı Berlin’de David Bowie, Genesis, Eurythmics, Michael Jackson ve Pink Floyd muhteşem konserler verdi. Etkinlikler sırasında, Doğu Berlin’deki hayranlar konserleri dinlemek için duvara akın ettiler. Doğu Almanya polisi, konserleri izlemek isteyen gençleri coplayarak ve elektrik şok tabancasıyla duvardan uzaklaştırmaya çalıştılar. Sadece birkaç yüz metre ötedeki bu etkinliğe erişemeyen Doğu Berlinli gençler çılgına döndü. Batı Berlinliler ise, duvara en yakın yerlere hoparlörler yerleştirerek onlara yardımcı olmaya çalıştılar.”

Batı’daki bu konserlerin ardından Doğu Almanya, 1987/88 yıllarında Bob Dylan, Depeche Mode, Bryan Adams ve Joe Cocker’ın, Doğu Berlin’de konser vermesine izin verir. Böylece Almanya Gençlik Örgütü (FDJ), gençlerin Doğu Almanya’da kalmak isteyeceklerini, ülkeye tekrar inanacaklarını düşünür. Ancak konserler, tam tersi bir etki yaratarak gençlerin içindeki özgürlük ateşini tetikler. 

1988’de rock yıldızı Bruce Springsteen’ın yapmış olduğu dört saatlik konser ise âdeta duvarda büyük bir çatlak oluşturur. Bruce Springsteen, sahnede, elinde tuttuğu bir kâğıttan okuyarak gençlere Almanca olarak seslenir. “Bugün buraya herhangi bir hükûmetin yanında veya karşısında olarak gelmedim. Ben buraya, bir gün tüm bariyerlerin yıkılacağı umuduyla rock’n roll yapmaya geldim.” Bu konuşmaya, ardından seslendirdiği Bob Dylan’dan “Chimes of Freedom” (Özgürlüğün Sesi) şarkısı da eklenince yaklaşık 300 bin kişi âdeta kendilerinden geçer. 

Bu konserden yaklaşık on ay sonra Berlin Duvarı yıkılır. Kirschbaum’a göre Springsteen, duvarı, Kasım 1989’dan on ay önce yıkmıştır. Bu heyecan dolu seslenişin linkini sizler için metnin altına bırakıyorum. (1)

Bugün hâlâ dünyanın dört bir yanında barış konserleri verilmeye devam ediyor. “Küresel yoksulluğu sona erdirme” projesi olarak 2008 yılında kurulan “global citizen” organizasyonları kapsamında Beyoncé, Billie Eilish, Jay Z, Pearl Jam, Ed Sheeran, Coldplay, Metallica, Mariah Carey, Alicia Keys ve daha pek çok sanatçı bir araya gelerek dünya barışını ve yoksulluk karşıtı kavramları canlı tutmaya çalışıyorlar. Alicia Keys’in 2014 yılında seslendirdiği “We are here” (Biz buradayız.) şarkısı hâlâ en etkileyici sahne performansları arasında yer alıyor. (2)

Son olarak; belki tam da şu an soyut bir güzelliği dile getirme zamanıdır. Barışa ulaşmak kolay değildir ancak çabalamaya değer. John Lennon’ın dediği gibi: “Eğer herkes yeni bir televizyon seti yerine barış isteseydi, o zaman barış olurdu.”

  1. https://www.youtube.com/watch?v=HD3UEy_omMk
  2. https://www.youtube.com/watch?v=oOAf2j4VIaU