Değerli Okurlarımız,

Helezon dergisi olarak, mart sayısıyla birlikte “Beş Kıta Beş Şair” isimli yeni bir projeye başlıyoruz. Projemiz, dünyanın beş ayrı kıtasından birer şairle yapılacak röportajları içeriyor. İlki bu ayda yayımlanmaya başlayan röportajlara, birbirini takip eden diğer aylarda devam etmeyi planlıyoruz. Bu proje sayesinde, dergimizin bir misyonu olan edebiyatın evrensel yüzünü yansıtmak, sanatın inceliklerine ayna tutmak ve birbirinden zengin birikimleri bir araya getirmek suretiyle, edebiyat ve sanat dünyasına da bir katkıda bulunmayı umuyoruz. Bu vesileyle bizler de proje çerçevesinde, her ay yeni bir şairi tanımış olurken, aynı zamanda onların duygu ve düşünce perspektiflerinden, günümüz şiir dünyasını okuma fırsatı bulacağız. 

“Beş Kıta Beş Şair Projesi” kapsamında, bu ayki konuğumuz Romanyalı şair Ilinca BERNEA. 

ŞAİR ILINCA BERNEA ile ŞİİR ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ

“Ilinca Bernea roman yazarı ve şair. Ayrıca tiyatro oyunları ve film senaryoları yazdı. Felsefe alanında doktorası var. O, aynı zamanda ulusal ve uluslararası sergilere katılan ve Romanya Yazarlar Birliği ödülü kazanmış bir görsel sanatçı. Bükreş’in çeşitli üniversitelerinden öğrenciler için seminerler verdi ve atölyeler düzenledi. Sanat teorisi ve küratörlük alanında uzmanlaşmış olan şair, Liternet Dergisi’nde sanat eleştirmenliği yapıyor. Aynı dergide sürekli yazdığı bir şiir köşesi var. Bağımsız bir sanatçı olarak, profesyonel oyuncular tarafından sahnelenen çeşitli şiir ve tiyatro gösterileri yönetti. 2017 yılında Convorbiri Literare tarafından edebiyat ödülüne de layık görüldü.

Edebî yayınlarından bazıları şunlardır: 

Roman: “Adın ve Diğer Sapkınlıklar” / Numele tău și alte erezii (2017), Polirom Yayınevi.

Roman: Kara Kutu / Cutia Neagră (2015), Timpul Yayınevi, Iaşi.

Roman: “Androjen Efsaneleri” / Legende Androgine (2004), Cartea Românească Yayınevi.

Düzyazı: Deli Gömleğinde Aşk / Iubiri în cămașa de forță (2003), Cartea Românească Yayınevi.

Şiir: Erotik Taş / Piatra Erotica (2003), Vinea Yayınevi.”

Değerli Ilinca Bernea,

Helezon dergisi olarak başlattığımız “Beş Kıta Beş Şair Projesi” kapsamında öncelikle bizimle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Şimdi izninizle şu soruyla röportajımıza başlamak istiyorum.

Seher Sağlam: Şiir yazmaya ne zaman başladınız? Sevdiğiniz şairler sizi hangi açıdan etkilediler?

Ilinca Bernea: Çok erken başladım. Sanırım ilk şiirimi on iki yaşındayken yazdım. O dönemlerde serbest dizeleri ile modern şiirden çok etkilenmiştim; ama aynı zamanda hece ölçüsünden de hoşlanıyordum: Soneler, kafiyeler… Lisede bir yorum bile yazmıştım. Modern ruhu klasik şekille birleştiren ve harika soneleriyle beni ilk etkileyen şair olan Constanța Buzea ile tanışma ve yakınında olma şansım da olmuştu. Zaman içerisinde başkalarını da sevdim ve etkilendim. Açıkçası ilk başta orijinal bir şey yoktu. Tüm yaptığım, verilen formlar üzerinde değişiklik ve üslup alıştırmalarıydı. O yaşta, yani ergenlikte yalnızca belirsiz bir kişiliğe sahip olabilirsiniz. Şiiriniz okumanıza ve kültürel içeriklere fazlasıyla bağlı; çünkü henüz hayata dair hiçbir şey bilmiyorsunuz. Henüz kendi deneyimlerinize sahip olacak fırsatınız oluşmamış.

En sevdiğim şair Shakespeare’dir. Hatta o kadar ki onun sonelerinin önemli bir bölümünü Romenceye çevirdim. Yurttaşlarım arasında kendime en yakın hissettiklerim Matei Vișniec, Traian T. Coșovei ve Ruxandra Cesereanu. Angela Furtună, Dan Sociu, Lia Faur, Violeta Pintea, Ciprian Popescu büyük bir zevk ve duyguyla okuduklarım arasında. Birçok var aslında, aklıma ilk gelen isimler bunlar. Ruhuma en yakın Türk şairleri Ataol Behramoğlu ve Nilgün Marmara. Ama benim kuşağımdan şairler olan Can Yücel ve Efe Duyan’ın şiirleri de bana heyecan veriyor. Pablo Neruda’yı ve aslen Bağdatlı olan ama ABD’de yaşayan çağdaş bir şair, Dunya Mikhail’i de severim. Modern Japon şair Ryūichi Tamura’yı ve Sun Wenbo adlı Çinli bir şairi ve Nijeryalı olan Chris Abani’yi de çok takdir ediyorum. Ayrıca ünlü İran şairi Nizar Kabbani ve Füruğ Ferruhzad’ın şiirlerine karşı duyarlı bir eğilimim var. Sonuncu ama bir o kadar önemlisi, iyi de bir arkadaşım olan çağdaş İngiliz şairi: Sam Brenton.

S.S: Şiir yazarken ilham aldığınız veya olmazsa olmaz dediğiniz bir şey var mı? Siz ilhamı mı ararsınız, ilham mı sizi bulur? Bir başka deyişle şiir yazarken genelde ilham kaynağınız neler olur? Örneğin, şiirlerinizi yazarken bir ortam hazırlar mısınız? 

I.B: Olmazsa olmaz mı? Bilmiyorum. İlham kaynakları çok çeşitlidir… Asla aynı değildirler. Şiirimin felsefi bir tarafı var, bu yüzden tema aşktan insan aptallığına kadar her şeyden ilham alabilir. Nerede ve ne zaman istersem yazıyorum. Çok yürüdüğümde, -özellikle yaz günlerinde gezmeyi severim- yanımda bir not defterim olur. Ansızın ilham gelirse, sokakta bir bankta durur ve yazarım.

S.S: Siz Romanya’da doğmuşsunuz. Zamanınızın bir kısmını İngiltere’de geçirdiniz. Bu durumun şiirlerinize yansıyan yönleri var mı? 

I.B: O yıllar benim en iyi yıllarımdı. Orada yaşadım büyük aşk hikâyemi… Gerçek tutkuyu kastediyorum: Çılgın arzuyu, derin duyguları ve özlemi; hepsi bir arada. Elbette bu sadece şiirimi değil, varoluşa bakışımı da kökten değiştirdi. Aşk, karşılıklı olduğunda her zaman bir aydınlanmadır.

S.S: Bildiğim kadarıyla üç dilde okuyup yazıyorsunuz? Kuşkusuz çok dilli olmanız eserlerinize zenginlik ve çeşitlilik katıyordur. Bu konuda neler söylersiniz?

I.B: Fransızca benim ikinci ana dilim ve doğrusu İngilizceyi de akıcı bir şekilde konuşuyorum. Üstelik İngilizceden şiirler çeviriyorum. Kendimi her dilde farklı tarzlara sahip birisi olarak algılıyorum. Az da bir fark değil bu. Demek istediğim, bu sadece bir kelime dağarcığı meselesi değil. Dil organik olarak belirli bir duyarlılık türüne bağlıdır, her birinin bir “dehası” vardır. Fransızcada Romenceden farklı bir mizahım var ve hatta İngilizcedeki mizah anlayışım daha da fazla. Ayrıca Romencede daha az sentetiğim. Latin halkı sohbet etmeyi çok sever. Konuları uzatmayı ve genişletmeyi severler. Benim şiirim kesinlikle Romence için türetilmiştir. Onu İngilizceye çevirdiğimde sonuç, aslında başka bir şiir.

S.S: İyi bir şair aynı zamanda iyi bir şiir okuyucusu mudur?  Şiir okumanın incelikleri nelerdir?

I.B: Her nedense kaçınılmaz surette. Sanatçılarda bence estetik duygu gereksinimi var. Tıpkı bazı insanlarda glikoz, serotonin yahut kalsiyum, demir eksikliği olması gibi. Onlar, içlerinde yalnızca şiirin, sanatın ya da sevginin söndürebileceği bir çeşit ateş barındırırlar. Burada bir tür kişisel ihtiyaçtan söz ediyoruz… Elbette bilgi, anlama ve iletişim arzusu da paralel bir “sendrom” üretir.  Sanatla bağ bir seçim, oyalanmak değil; bir tür ateş, bir basınç, neredeyse zorunludur… Şiirle ve diğer çeşitli güzellik kaynaklarıyla temas kurmak benim için hayati bir gereklilik.

S.S: Şiirde evrensel dili ve temaları yakalamanın yolu sizce nereden geçer?  Örneğin, şiir özgürlük ve insan hakları açısından ne kadar etkilidir?

I.B: Ne diyeceğimi bilmiyorum. Belli bir perspektiften bakıldığında, herhangi bir konu siyasî olabilir.  Çok pragmatik, alaycı ve ego yönelimli olan postmodern ve tüketici toplumlarda romantik aşk veya geleneksel değerler hakkında yazmak, politik imaları olan hümanist bir protesto olabilir.  Her kamuya açık konuşma ve geniş bir kitleye yönelik olarak ifade ettiğimiz her şeyin siyasî sonuçları olabilir.  Her zaman sosyal ve kültürel bir ana akım vardır. İyi sanatçıların bir şekilde yıkıcı olduklarını düşünüyorum; çoğunlukla eserlerinde egemen söylem vardır ya da değerlere açıkça muhalefet ederler, eleştirirler yahut en azından belli ölçüde onları kabullenmezler. Yaşadığım dünyada egemen söylem zaten hümanist kavramlarla yapılandırılmıştır. Görünüşe göre, en azından. Postmodernizm paradigması ana akımdır. Diğerlerinde olduğu gibi aşırılıkları, istismarcı yaklaşımları ve görüşleri vardır. Bir sanatçı olarak kesinlikle bir felsefeyi benimsiyorum. Önem verdiğim ve zamanımızda yok olmak üzere olan şeylerin, nesli tükenmekte olan değerlerin yanındayım.

Elbette beni en üst düzeyde ilgilendiren bazı sosyal konular var. Şiirimin yüzleştiği birkaç canavar var: Yoksulluk, insan kaçakçılığı, sosyal izolasyon ve marjinalleştirme, kabul görmeme, yalnızlık, istismarcı davranışlar, metropol yaşamının gizli veya açık sefâleti.

S.S: Her şiirin küçük de olsa bir yazılma hikâyesi vardır. Sizin, hikâyesini unutamadığınız bir şiiriniz var mı? Bizimle paylaşır mısınız?

I.B: Eski Yunanlılar gibi, şiirin mutlaka kelimelerle ilgili olmadığına, tüm sanatların özü olduğuna inanıyorum. Estetik bir deneyimin “derin özü”dür. Dolayısıyla bana göre şiir, sözcükleri veya hareketleri, jestleri veya gülümsemeleri, bakış alışverişlerini şekillendirebilen bir incelik durumudur. Şiir elbette sadece metinsel bir mesele değildir. Beden dilinin bile onu gören gözleri olan biri için, hikâyeleri ve ortak şiirleri vardır. Benim şiirsel metinlerim bazen bir hayat hikâyesine, bazen de felsefi sezgilere bağlıdır.

Yazdığım her şiirin arka planındaki her bir olay örgüsünü hatırlarım.

S.S: Siz yalnız şiir yazmıyorsunuz. Aynı zamanda romanlarınız, tiyatro eserleriniz vs. var. Üstelik bu türlerdeki bazı eserlerinizden ödül de aldınız. Siz, kendinizi şiir dışında edebiyatın hangi türleriyle ilgili görüyorsunuz? 

I.B: En çok hayatla ilgileniyorum. Kendimi varoluşçu olarak görüyorum. Edebiyat, hayatı keşfetmenin ikinci bir yoludur. 20. yüzyıl edebiyatını daha çok seviyorum. Takdir ettiğim yazarların hepsi büyük hümanistler ve varoluşçulardır: Albert Camus, Marguerite Yourcenar, Hermann Hesse, Aldous Huxley, Stanislaw Lem, Andre Malraux, Aleksandr İsayeviç Soljenitsin, Antoine de Saint-Exupery, Thomas Mann, Heinrich Böll, Marguerite Duras, Jorge Luis Borges, Vladimir Nabokov, Italo Calvino, Milan Kundera, Danilo Kis. 21. yüzyıldan en sevdiğim, açık ara Orhan Pamuk. Bilim kurgudan savaş dramalarına veya seyahat günlüklerine kadar birçok türe değer veriyorum… Ama en çok felsefe okuyup yazıyorum.  Bu benim akademik eğitimim.

S.S: Sorularımızın sonuna doğru gelirken, şiire ilgi duyan, şiir okuyan ve özellikle şiir yazan ve yazmak isteyenlere önerileriniz nelerdir?

I.B: Tavsiye almaktan hoşlanmadığım için genellikle tavsiye vermekten kaçınırım.

S.S: Değerli Ilinca Hanım, kıymetli zamanınızı bize ayırdığınız için Helezon dergisi olarak çok teşekkür ederiz.

I.B: Ben de size teşekkür ederim.

Ilinca BERNEA’nın Türkçeye çevirdiğimiz bir şiiri:

“Ekmek Almayı Unutma”

Ben çocukken ve piyano çalarken
Başımın içinde daima bir ses duyardım:
“Ekmek almayı unutma!”
“Unutma!”

Ta ki enstrümanı bırakıp

Yazmaya koyuluncaya dek

Beni hiç rahat bırakmazdı.

Ben tabureye otururdum, o da başlardı…

Yazacağımı yazardım ve o tekrar başlardı.
“Şimdi benden ne istiyorsun?”
Ona bir tokat atardım ama

O yalnızca bir ses!
Ne kadar sinir bozucu olursa olsun
Yapışılmaz ki seslerin yakasına,
Fırlatılmaz sokağın ortasına…

Ekmek aldım, bütün bir mahalleye yetecek!
Ekmek almaya devam ettim…
O ise beni hiç terk etmedi.


Masanın başına geçtiğimde
Yeniden söze başlardı: “Gördün mü? Sen daima ekmek almayı unutuyorsun.”

Evet, haklısın kahrolası ses!
Ben bir mağlubum,
Hem de dayanılmaz olanından.
İğrenç ve tembel bir karakterim var;
Kaprisli ve tutkuluyum. 

Zor bir ergenlik geçirdim,
Daha da korkunç bir gençlik…
Beni yalnız bırak!


On yıldır sadece çiğ sebze yiyorum.
Uzun zaman önce sigarayı bıraktım
Hatta müziği de…

Gerçekten yazmıyorum aslında
Öyleymiş gibi yapıyorum sadece.
Tıpkı çocukluğumda

El yazısını taklit ettiğim gibi
Kâğıt üzerine anlamsız çizgiler ve eğriler…

Şimdi bile sözlerim anlamsız!Biliyorsun, taşımaktan başka bir şey yapmıyorum.
Ekmek dolusu kasalar…
Kilise duvarları kadar yüksek
Ancak kimsem yok besleyecek.