Duygu ve düşünceleri estetik bir şekilde dile getiren şiir, başlı başına bir sanattır. Buna göre taşıdığı  özellikleri doğrultusunda kıymetinin derecesi değişir. Gerek biçim gerekse içerik yönüyle ona değer kazandıran nitelikler, türüne ve yazıldığı döneme göre farklılık gösterir. Divan şiiri, yaşadığı uzun yolculuğunda, günümüzde de etkisini sürdüren harika eserlerle sanat gücünü ortaya koymuştur. Bunda vezin, kelime dağarcığı, edebî sanatlar gibi büyük rol oynayan özelliklerinin yanında mazmunların da önemli bir yeri vardır. Peki, nedir bu şiirdeki sanat yüklü sözcükler?

Sözlükte “anlam, kavram” gibi karşılıkları bulunan mazmun; edebiyatta bazı duygu ve düşünceleri ifade etmek için kullanılan sözcüklerdir. Kökeni, Arapçada “iç, içyüz, dâhil” anlamlarına gelen “zımn” kelimesine dayanır. TDK sözlüğünde “Divan edebiyatında bazı kavramları dolaylı anlatmak için kullanılan nükteli ve sanatlı söz” (sozluk.gov.tr) şeklinde tanımlanan mazmun için, Ali Nihat Tarlan da “Bir şeyi o şeyin vasıflarını veya o şeyi tedaî ettirecek kelime ve kavramları zikrederek bir ibarenin içinde gizlemektir.” der. Ona göre mazmun, mektubun konulduğu bir zarftır ve zarfın dış görünümünden bir tahmin yapılabilir, ancak içinde ne olduğu kesin olarak bilinemez (Çavuşoğlu, 1984, s. 388).

Genel olarak tanımlarda “mana, kavram, nükteli, cinaslı, sanatlı söz ve bir sözün içinde gizli olan sanatlı anlam” gibi birbirine yakın ifadelerle anlatılan mazmun, “Mana şairin karnındadır” anlamındaki bir Arap atasözünden yola çıkarak şiirin farklı anlamlarla yorumlanmasına kapı açar. Nitekim Musset’in, “Gerçek şiirin her güzel mısraında söylenilenden birkaç defa fazlası vardır.” sözü bu anlayışı destekler niteliktedir. 

Klasik şiirimiz, birçok özelliğiyle olduğu gibi mazmunlar yönüyle de son derecede zengin bir birikime sahiptir. Bu zenginlik tabiat terimlerinden çiçek isimlerine, gökyüzü cisimlerinden savaş aletlerine kadar geniş bir yelpazeyi kapsar. Bunların başında abıhayat, ateş, güneş vb. tabiat kavramları; gonca, gül, lale, nergis, sümbül vs. çiçek adları ve ok, yay, kılıç gibi bazı savaş aletleri gelir. Pala’nın (2004) sözlüğü mazmunların topluca derlendiği gibi çalışmalar da vardır.

Şiirde tabiat terimleri mazmun olarak oldukça önemli bir yere sahiptir. Örneğin; hayat suyu anlamına gelen ve “bengi su, zülal” karşılıklarıyla da şiirde geçen abıhayat; aşk, irfan, manevi neşe, sevgilinin dudağı, şiirde saf söz ve mürşidin insan aklını dirilten sözleri gibi birbirinden farklı çağrışımlarıyla dizelere canlılık katar. Zeyneb Hatun, Hızır’la bir araya gelip İskender’le bin yıl seyahat edilse dahi abıhayatı bulmanın mümkün olmadığına kıyasla, insanın ancak nasibi kadarına ulaşabileceğini şu güzel beytiyle dile getirir: 

“Âb-ı hayât olmayacak kısmet ey gönül

Bin yıl gerekse Hızr ile seyr-i Skender et.”

Şiirde aşk ızdırabının benzetildiği ateş mazmunu, gönülde alevlenen ve gözde tutuşan bir özelliğe sahiptir. Âşığın aşk ateşiyle içinin yanması, için için yanan muma benzetilir. Aşağıdaki beyitte Fuzûlî, ateşler içinde yanan gönlünden başka kendisi için dertlenen ve sabah rüzgârı dışında kapısını açan hiç kimse olmadığından şöyle hayıflanır:

“Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge

      Ne açar kimse kapım bâd-ı sabadan gayrı”

Arapçada “şems”, Farsçada “âfitâb, mihr, hurşîd” olarak geçen güneş mazmunu şiirde daha çok parlaklığı ve ısıtması yönüyle ele alınır. Onun inkarı ve gizlenmesi mümkün olmadığı için, dilimizde “gün gibi aşikâr” deyimi yaygındır. Gök cisimlerinin sultanı olan güneşin her özelliği sultana yaraşır şekildedir. Işıklarını her yere cömertçe dağıttığı için cömertlik sembolüdür. Bazen güneş sevgiliye bazen de sevgili güneşe benzer. Güneş, pırıltılı görünüşüyle taca, devamlı dönüşü ve rengiyle kadehe, sevgili karşısındaki aczi ve her kapıyı dolaşmasıyla köleye, yuvarlaklığıyla da davula benzetilir. Ahmed Paşa’nın sultanın vasıflarını güneş mazmunuyla yansıttığı; 

“Taht urup tâk-ı felekde hüsrev-i hâver güneş

Geydi narencî kabâ urındı nûr efser güneş” 

matlalı meşhur “Güneş Kasidesi” edebiyatımızın unutulmaz eserlerinden biridir. 

Gonca, gül, lale, nergis ve sümbül gibi çiçek isimleri, şairlerin çokça tercih ettikleri mazmunlardandır. Gonca açılmamış çiçektir, yani tomurcuktur. Onun gülmesi, açılmasıdır. Saba rüzgârıyla açılınca kapalı hâliyle içinde sırlar saklayan gülü andırır. Kırmızılığı ve tazeliğiyle benzetmelere konu olur. İçinde mücevher saklama özelliği olan bu narin çiçek bazen kadehe bazen de deftere benzetilir. Nâbî’nin aşağıdaki mısraları harikulade bir bahar manzarasını tasvir eder:

“Gonca gülsün gül açılsın cûy feryâd eylesin

  Sen dur ey bülbül biraz gülşende yârim söylesin” 

Şiirde en çok sözü edilen çiçek güldür. Sevgilinin yüzü ve yanağıyla sıkı bir bağı vardır. Bazen gül her şeyiyle sevgilidir. Sevgilinin endamı, güzelliği, teri, yanağı ve zarafeti gülün özelliklerindendir. Aynı zamanda cennet çiçeği olan gül, baharın da vazgeçilmez öğesidir. Saba yeli gülün yapraklarını yavaşça açar ve kokusunu her yere yayar. Onun açılması bir neşe ve sevinç belirtisidir. Gül, bizzat kendisine mahsus gülşen, gülistan, gülzar gibi bileşik isimlerle de yaygın kullanılır. 

Edebiyatımızın vazgeçilmez ikilisi olan “Gül ve bülbül”, birçok alegorik eserin konusu olmuştur. Güle olan aşkıyla dillerde dolaşan bülbül, şakımalarıyla ağlayıp inleyen ve sevgiliye nağmeler düzen bir âşık gibidir. Hep çaresizdir ve sevdaya mağlup olmuştur. Gül, onun için yaprakları yeni açılmış kitaptır. Bülbül, seher vaktinde gülü karşısına alarak öter. Gül naz, bülbül niyaz için yaratılmıştır (Pala. 2004: 182).

Lale, kırmızı rengiyle sevgilinin yanağı ve âşığın gözyaşlarına benzetildiği gibi ortasındaki karalığıyla da üzerinde ben olan bir yanaktır. Bahar ve Lale Devri olarak da nitelenir. Şekil yönünden kadehe de benzer. Âşığın gözyaşlarını döktüğü yer lalezar kabul edilir. Necâtî Bey, meşhur gazelinin matla’ beytinde güzellerin yanağını laleye benzetir:

“Lâle hadler gülşende yine neler etmediler

  Servi yürütmediler, goncayı söyletmediler”

Klasik şiirde göze benzetilen nergis, baygın ve şehla bakışı temsil eder. İntizar çeker, mesttir. Bâkî şu şahane beytinde nergise intizar çektirir: 

“Gül hasretinle yollara tutsun kulağını

Nergis gibi kıyâmete dek çeksin intizâr”

Tîr (ok) ve yay ikilisi de şiirde sıkça karşılaşılan mazmunlardandır. Okun kirpiklere benzemesi ve âşığın gönlünde yaralar açması, yayın ise kaşlar yerine kullanılması tenasüp sanatı çerçevesinde gelenek hâlini almıştır. Gamze, en çok ok ve kılıç benzetmeleriyle karşımıza çıkar. Hedefi gönül olup zaman zaman fitneler koparır, acımasızdır ve afettir. Âşık ise gönül evine gamze oklarını bir misafir gibi davet eder. 

Bunlardan başka Arap alfabesindeki bazı harfler de klasik şiirin sıkça kullanılan mazmunları arasında yer almıştır. Örneğin, “mim” küçük ve kibar olması açısından  çoğu kez sevgilinin dudağının yerine kullanırken “sad” harfi de göze benzetilmiştir.

Herhangi bir manayı, farklı niteliklerini sözcük ya da sözcük grupları içinde gizleme sanatı olan mazmun, bir hüner olmasının yanı sıra başlı başına sanattır. Şiirdeki bu sanat yüklü sözcükler, bir yönüyle şairle okuyucu arasında çözülmeyi bekleyen bilmece gibidir. 

Şiirde, mazmunla belirtilmek istenen özelliklerden biri veya birkaçı, ipuçlarıyla birlikte dolaylı olarak ifade edilir. Buna göre şair; hüneri nispetinde teşbih, istiare, mecaz-ı mürsel, tenasüp ve mübalağa gibi edebî sanatlarla bağlantılar kurar. Böylece mazmun şiirin estetik gücünü belirleyen önemli bir faktör olarak büyük rol oynar (Akün, 1994, s. 423).

Eski şairlerimiz, sanat anlayışları içerisinde mazmuna son derece önem vermişler ve onu doğru ve yerinde kullanmayı büyük bir hüner olarak kabul etmişlerdir. Nef’î’ye göre bu hüneri elde etmenin ilk şartı yeni ve zekice mazmun söylemeye bağlıdır.

Sonuç olarak, klasik şiirimizde hâlâ tam manasıyla anlaşılmayı bekleyen binlerce beyit vardır. Şiirin biçim ve içerik özellikleri çerçevesinde mazmun kültürüne sahip olmak, bu anlaşılmayı büyük ölçüde kolaylaştıracak ve böylece şiirle okur arasındaki engeller aşılmış olacaktır. Dolayısıyla şiirlerin dünyasında mazmunlar yoluyla bir keşif yolculuğuna çıkmak ve dizelerdeki gizlenmiş güzellikleri fark etmek, okur için ne büyük bir zevk ve  tecrübedir.

.

.

.

.

.

Kaynaklar

Akün, Ö. F. (1994). Divan Edebiyatı,  (s.s. 9:389-427), İçinde: İslâm Ansiklopedisi, TDV.

Çavuşoğlu, M. (1984). Mazmun. Türk Dili, 3, 388-399.

Pala, İ. (2004). Ansiklopedik Divan Şiir Sözlüğü 1-2. Kapı Yayınları.

https://sozluk.gov.tr  (25.01.2022)