Türk Sineması’nın ‘Dört Yapraklı Yoncası’ndan (Türkan Şoray, Fatma Girik, Hülya Koçyiğit ve Filiz Akın) biri olan Fatma Girik, Etiler’deki bir hastanede son nefesini verdiği gün, NTV muhabiri onun da duygu ve düşüncelerini almak için arar. O, yangın yerine dönmüş yüreğinin bütün titreşimlerini harekete geçirerek içinin sesini şöyle dile getirir: “Bağıra bağıra ağlamak geliyor içimden… Of of of… Ah canım… Benim de bir parçam gitti… Yüreğim yanıyor, yüreğim dostlar… Fatma’m bekle beni orada geliyorum.” (Eyüboğlu, 2022). Onun bu sözlerinin üzerinden henüz beş ay geçmemişti ki sanırım, o da ambulansla aynı hastaneye kaldırılmış ve orada son nefesini verirken ‘Fatma’m bekle beni orada geliyorum’ sözü gerçekleşmiş olmalıydı.

Evet, ilk paragrafta duygularını aktardığım şahsiyet, bizim kuşağın çocukluğunun kahramanı, gençliğimizin rol modeli, sonraki yıllarımızın ortak değeri Cüneyt Arkın’dır.

Çocukluğu ve Eğitimi

Asıl adı Fahrettin Cüreklibatır olan Cüneyt Arkın, 8 Eylül 1937 tarihinde Eskişehir’in Odunpazarı ilçesine bağlı Karaçay köyünde, Halise Hanım ve Hacı Yakup Bey’in on üç çocuğundan biri olarak dünyaya gelir. Bu çocuklardan üçü hariç diğerleri vefat eder. Köylerinin ismi ise 1900’lü yılların başında Kafkasya’nın Karaçay bölgesinden göç etmiş topluluklardan gelmektedir. Babası Hacı Yakup, aslen Nogay Türklerinden olup Kurtuluş Savaşı gazilerindendir. Ülke gibi onların da yokluk ve kıtlık yıllarıdır. İlkokulu Eskişehir Necatibey’de okuyan Fahrettin, lise öğrenimini Eskişehir Atatürk Lisesi’nde tamamlar. Hayali, iyi bir gelecek vaat eden doktorluk mesleğidir. Bu maksatla 1955 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde eğitime başlayan Arkın, 1961 yılında mezun olur.

Üniversite Yılları 

Cüneyt Arkın,“Ben dostluğu, vefayı, sevgiyi, köpeklerimden, eşeğimden, kuzularımdan, kuşlarımdan öğrendim” (Yıldız, 2021) dediği bir aile ortamında büyür. Anadolu’ya göre metropol görünümlü İstanbul yılları bu yüzden hiç kolay olmaz. Yokluk ve fakirlik ona trenden indiğinde şöyle bir soru sormasına sebep olur: “İstanbul’da en ucuza nerede kalabilirim?” Bu yüzden Sirkeci’de bir otel odasını iki inşaat işçisiyle iki yıl paylaşarak geçirir. 

Lise yıllarında yazmaya başladığı hikâyelerini üniversitede de devam ettirir. Bir aralık arkadaşlarıyla “Erek” adında bir dergi bile çıkarırlar. Hikâyelerini, 1957’de tanıştığı Cemal Süreya vasıtasıyla Pazar Postası’na da gönderdiği olur. Ancak o tıp öğrencisidir ve kendi mesleğinde ilerlemek istiyordur. Bu yüzden hocası Prof. Dr. Cihat Abaoğlu ona evlerde hasta bakıcılığı işi ayarlar. O günleri daha sonra şöyle anlatacaktır: “Evlerde 24 saat ağır hasta bekliyordum. Altlarını temizliyor, kriz anlarında doktorun talimat yazısına göre hemen müdahale ediyordum. İlk gün on lira aldım. Hemen fırına koştum ve ekmek aldım. Âdeta çiğnemeden yutuyordum. Kalanları yatağımın başucuna koyuyordum ki onları göz önünde tutarak açlık korkumu yeniyor, huzur buluyordum.” (Milliyet, 2014).

Sinemaya İlk Adım

Hayata Fahrettin olarak devam ederken tıp fakültesini bitirip doktor olur. Askerliğini, memleketi Eskişehir’de, yedek subay tabip olarak Hava Kuvvetleri’nde yapar. Bu sırada doktorluk mesleğini tamamen sonlandırıp ona yepyeni bir hayatın kapılarını arayacak birisiyle tanışır. O da ünlü yönetmen, senarist ve yazar Halit Refiğ’dir. Refiğ, o sırada askerlik yaptığı hava üssünde “Şafak Bekçileri” filmi için gerçek subaylar kullanmaktadır. 

Arkın, askerliği bittikten sonra bir süre Adana ve civarında doktorluk yapar. Her ne kadar şöhret olma iddiası olmasa da 1963 yılında Artist mecmuasının düzenlediği yarışmaya katılır ve birinci olur. Bu yarışma sebebiyle İstanbul’a gelen Arkın, Beyoğlu’nda yürürken tesadüfen Halit Refiğ ile karşılaşır. Ayaküstü lafladıkları sırada Refiğ, “Gurbet Kuşları” filmini çektiğini ve kabul ederse orada kendisine bir rol verebileceğini söyler. O da bu teklifi kabul eder ve böylece Yeşilçam macerası başlamış olur.

Fahrettin Cüreklibatır ve Cüneyt Arkın

Bir tarihte kendisiyle röportaj yapan gazeteci ona şöyle bir soru sorar: “Asıl adınız Fahrettin. Soyadınız da Cüreklibatır. Cüreklibatır ne anlama geliyor? O, bu soruya kısa ve net olarak şöyle cevap verir. “Biz Kırımlıyız. Cürekli, yürekli demek olup Batur da kahraman” (Milliyet, 2002) demektir. Arkın’ın kendisinin de izah ettiği gibi “Cüreklibatır” soyadı birleşik bir kelime olup ‘C’ harfinin ‘Y’ harfine dönüşümüyle, ‘cürekli’ kelimesi ‘yürekli’ anlamına gelir. Soyadını oluşturan ikinci kelime batır ise ‘bahadır, yiğit’ anlamına gelir ki bu iki kelimenin birleşmesiyle ortaya çıkan kelime, mecazi anlamıyla “korkusuz yiğit” manasına gelir. Ses dönüşümleri, memleketi olan Eskişehir’deki Kırım-Tatar kökenli toplulukların lehçelerinden kaynaklanmaktadır. Ona Cüneyt Arkın ismini veren Gazeteci Vecdi Benderli’dir. Bu ismi oluştururken Türk sinema ve tiyatro oyuncusu Cüneyt Gökçer’den “Cüneyt”, yayıncı ve şair Ramazan Arkın’dan ise “Arkın” isimlerini alır. Artık o tarihten sonra Türk sinemasında bu isimle meşhur olur.

Hayatını Değiştiren Sahne

Onun kariyerinde bir kırılma noktası oluşturan sahne, “Gurbet Kuşları” (1964) filminin finalindeki kavga sahnesi olur. Ardından 1966 yılında Ziya Kozanoğlu’nun romanından sinemaya uyarlanan “Kolsuz Kahraman” filmi sadece Arkın için değil Türk sineması için de bir milat olur. Arkın, bu filmdeki “Alpago” karakteri ile tarihî macera filmlerine bir kapı aralar.

Bu filmden sonra da bir süre duygusal-romantik jön karakterlerini canlandıran Arkın, Refiğ’in önerisiyle aksiyon filmlerine yönelir. Ancak aksiyon filmlerinde ciddi hareket gerektiren sahneler çekilmektedir. Arkın’ın bunu başarabilmesi için bir eğitime ihtiyacı vardır. Bu maksatla 1873’te Fransa’da kurulmuş olan ve o günlerde İstanbul’a gelen Medrano sirkinin kapısını çalar. “Orada bir şeyler öğrenebilirim.” düşüncesiyle neredeyse kapılarında yatar. Onlardan alacağı akrobasi eğitimleri karşılığında bir sene boyunca geceleri bu sirkte, ahır temizleme dâhil en ağır işlerde çalışır. Ardından gelen Kazak sirkinde at binme tekniklerini öğrenir. Bu arada siyah kuşağa ulaştığı 6 sene süren bir karate eğitimi de alır. İşte Malkoçoğlu ve Battalgazi gibi film serileri böylesine hummalı bir çalışmanın neticesinde beyaz perdeye yansıtılır. Bu türler aynı zamanda Türk sinemasının da ilk örneklerini oluşturmakta olup büyük bir hayran kitlesi toplar. Zira halk, takım elbiseli romantizm senaryolarından sonra, Anadolu ve tarih kültürünü yansıtan bu filmlerde kendinden bir parça bulur. Tarihî kostümlerle beraber kılıç, ok ve at figürlerinin yan yana getirildiği bu filmlerde iyiler ve kötüler en şiddetli ortamlarda karşı karşıya gelir ve sonuçta iyi olan kazanır. Anadolu’nun değerleri, kahramanın kendini feda eden sonsuz cesareti, bükülmeyen bileği ilk kez beyaz perdeye bu şekilde yansımış olur. Bu aynı zamanda insan fıtratında var olan hak arayışının bir tezahürü olması nedeniyle ciddi bir izleyici bulur.

70’ler, 80’ler, 90’lar ve Sonrası

Romantik jön filmleriyle başladığı sinema kariyerini hareketli filmlerle sürdüren Arkın, hemen her karakterde rol alır. 70’ler, onun şöhrette zirveye ulaştığı zamanlardır. Öyle ki sadece ülkede değil, yurt dışında da tanınır hâle gelir. Nitekim hakiki ismi Fahrettin ile İran sinemasında sevilir. İtalya’da ise “John Arkin” namıyla tanınır. Ancak dil problemini çözemediği için yurt dışı hikâyesi kısa sürer. Oysa Refiğ’e göre, dil problemini halletmiş olsaydı dünyaca tanınan bir oyuncu olabilirdi.

Arkın’ı esas şöhret yapan “Malkoçoğlu” serisi olur. Bu karakter, Arkın ile Türk izleyicisi arasında kopmaz bağlar kurulmasına vesile olur. Dolayısıyla art arda; “Malkoçoğlu Krallara Karşı, Hacı Murat, Alparslan’ın Fedaisi Alpago, Malkoçoğlu Karakorsan, Hacı Murat Geliyor, Osmanlı Kartalı, Malkoçoğlu Cem Sultan, Akıncılar Geliyor, Fatih’in Fedaisi Kara Murat…” gibi tarihsel filmler çekilmeye başlanır. 70’li yılların ortalarında çektiği polisiye filmlerle ise çarpık, adaletsiz bir düzene ve sisteme karşı onurlu bir şekilde savaşan Komiser Cemil karakteri, seyircinin gönlünde yer bulur. “Dünyayı Kurtaran Adam, Aslan Adam, Süpermen” gibi fantastik filmlerle de izleyicinin karşısına çıkan Arkın, ülkede esen siyasi rüzgârlar ne kadar sert olursa olsun izleyiciden hep rağbet gören bir aktör olur.

Arkın, rol aldığı hareketli filmlerde akıl almaz ölçüde performans sergiler. Zira o dönemde şimdiki gibi geniş çaplı bir prodüksiyon imkânı yoktur. Bunun yanında o, filmlerdeki at binme, kılıç kullanma ve ok atma gibi rollerde canı pahasına da olsa dublör kullanmaz. Bu, her seferinde kendini büyük tehlikeye atmak demektir. Bu yüzden sayısız kaza atlatır ve defalarca hastanede yatar. Bir defasında senaryoda at ile kale duvarını delip geçme sahnesi vardır. Yeşilçam, kendine münhasır bir yöntemle kale duvarındaki bir boşluğa, boş çimento torbalarıyla bir duvar efekti yapar. Planlanan duvar biter bitmez yağmur yağar ve çekim ertesi güne kalır. Ancak yağan yağmur, içi tam boşaltılmamış çimento torbalarını betonlaştırır. Yönetmen ve ekibin bundan haberi yoktur. “Motor” denildiğinde dörtnala duvara toslayan Malkoçoğlu’nun atı tökezler ve oracıkta ölür. Cüneyt Arkın’ın ise hem ellerinde hem de ayaklarında kırıklar oluşur. Gazeteler, bunun üzerine “Sakatlıklar serisine bir yenisi daha eklendi.” diye atar manşetlerini. 

80’ler “Ölüm Savaşçısı, Sürgündeki Adam, Kavga, İki Başlı Dev” gibi aksiyon filmleriyle geçer. Ancak bir tanesi vardır ki onun yeri ayrıdır. Bu da 1982 yılında, Çetin İnanç’ın yönettiği, “Dünyayı Kurtaran Adam” filmidir. Bir kült film olan bu senaryonun devamı niteliğinde, 2006 yılında, “Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu” çekilir. Bu kez Arkın, oğlu Murat ile kamera karşısına geçer.

90’lar ise televizyonun revaçta olduğu yıllardır. Bu yüzden sinema oyuncuları da yavaş yavaş bu tarafa yönelir. Hâliyle Arkın da televizyon dizilerinde rol almaya başlar ve 1992’de “Polis”, 1993’te “Zirvedekiler” ve “Merhamet”; 1995’te ise “Bizim Ev” gibi dizilerde yer alır. Takvimler 1998’i gösterirken “Gülün Bittiği Yer” adlı filmde oynar. 2000 yılında ise yönetmenliğe soyunur ve “Oğulcan” adını verdiği filmi çeker. En son 2003’te “Serseri”, 2005’te ise “Köpek” adlı dizilerde oynar.

Arkın, kendisini bir kahraman gibi gören Türk halkı için de ömrünün sonuna doğru bir kitap yazar ve adını da “Benim Kahramanım Türk Halkıdır” koyar. O, kendisini “kahraman” yapan Türk halkı için “Onlar olmasa ben kimdim ki?” sorusunu sorduktan sonra esas hak sahibinin hakkını şu ifadelerle teslim eder: “Bana diyorlardı ki ‘Sen Malkoçoğlu’sun.’ Yani tam bir kahraman. Kahraman nedir biliyor musunuz? Türkiye’de evine alın teriyle, namusuyla ekmek götürüp ailesini doyuran her anne baba kahramandır. Bir diğer kahramanlık ve şerefli görev ise çocuklarımıza iyi bir eğitim vermektir.” (Gürsoy Cimin, 2022).

Arkın’ın Evlilikleri ve Çocukları 

Arkın, henüz sanat hayatının başındayken kendisi gibi doktor olan Güler Mocan ile 1964’te evlenir. 1966’da Filiz adını verdikleri kızları dünyaya gelir. Ancak bu evlilik pek de uzun sürmez ve 1968’de boşanırlar.

Yaptığı bu evlilikte beklediğini bulamayınca bir ara kendini Yeşilçam’a kaptırır. Bu durumu kendisi daha sonra şöyle anlatacaktır: “Artık kendimi yaşamıyordum. Sinemada var olma kavgası, gereğinden fazla tanınma, önemsenme; bütün gençlik hayallerimi, kendim olarak yaşama isteğimi yok etmişti. Gene de direniyordum. Bazen öylesine bunalıyordum ki yoldan geçen, sırtı bana dönük bir kadına usulca dokunayım ve “Ne olur benimle evlen” diye yalvarayım istiyordum.” (Vatan, 2022). İşte kendisini bu derece bitkin hissettiği süreçte gittiği bir partide ömür boyu hayat süreceği eşi Betül Hanım’ı görür. Usulca kendisine yaklaşır ve sadece “Ben Dr. Fahrettin” deme cesaretini gösterir. Karşısında ruh gibi duran bu yakışıklı beyefendiyi fark eden mavi gözlü kadın da “Ben de Betül” der. Bu ilk görüşme, sanki aşk filmlerinde olduğu gibi hızlıca iki kalbi bir araya getirmeye yeter. Kısa bir süre sonra da evlenirler. Artık o günden itibaren yalnız değildir. Kendi ifadesiyle “Betül, benim cennetim” diyecek kadar çok mutlu bir hayat sürerler. Arkın, son yazdığı kitabın 131. sayfasında, eşi Betül Hanım’a olan sevgisini de şu satırlarla ifade eder: “Ölümden korkmuyorum. Sadece Betül’den evvel ölmek isterim. Allah göstermesin onun yokluğunu. Onsuz, yalnız kalmak istemem. Bir günlüğüne bir yere gittiğinde bile onu çok özlüyorum. Onsuz bir günü bile düşünemiyorum!”

Onların bu mutlu evliliğinden 1975’te adını Murat koydukları ilk erkek çocukları dünyaya gelir. Bir yıl sonra ise Kaan Polat adını verdikleri ikinci oğullarını kucaklarına alırlar. 

Elbette onun için yazılacak çok şey var. Fakat bir özet hâlinde vermeye çalıştığımız hayat hikâyesine burada nokta koymak gerekiyor. Aslında onun için “Yeşilçam’ın efsanesi” dense yeridir. 

Cüneyt Arkın, izlemeye doyamadığımız filmleriyle kalbimize taht kurmuş; kimi zaman yakışıklı jönümüz, kimi zaman Kara Murat’ımız, kimi zaman da Malkoçoğlu’muz oldu. O, kendi deyimiyle hiç ünlü olmadı ve hep halktan biri olarak kaldı. Milyonlar, onu sevgisiyle büyüttü. Kendisi bu durumu şöyle ifade eder: “Film çektiğin sürece hayatın senin değildir; seyircinindir, halkındır. Bizim dönemler farklıydı, o dönemki samimiyet de bambaşkaydı. Halk, dürüst olup olmadığını hemen anlar. Sınavı geçtiysen, Türk halkının minnet duygusunu aktarmadaki gücünü anlatamam. Teşekkür edecekken minnetle bakar, yüreği akar sana. Ben kendime her zaman şunu sordum: ‘Filmde halk kahramanısın, dürüstsün normal hayatta da bunu başarabiliyor musun?’” 

Arkın, sinema alanındaki bu başarıları, inandığı değerler karşısındaki dik duruşu, babacan tavırları ve sempatik kişiliğiyle yüz binlerce insanın gönlüne girmeyi başardı. Profesyonel kariyerinden sonraki hayatında, bazı rahatsızlıklarına rağmen, kendini alkol ve uyuşturucu ile mücadeleye adadı. Ona hiçbir filminde ölme fırsatı verilmedi. Ancak yaşadığı 85 yıllık hayat filminin son sahnesinde kendisine bu kez gerçek bir rol verildi. İşte o sahnede ölmesi gerekiyordu ve 28 Haziran 2022 tarihinde, bu sefer kaderin kendisine seçtiği o rolü kabul ederek gerçekten öldü.

Cüneyt Arkın; 1969’da “İnsanlar Yaşadıkça”, 1976’da da “Mağlup Edilemeyenler” filmleriyle Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazanmıştır. Bunlardan başka 1999’da Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde, 2013’te Sadri Alışık Tiyatro ve Sinema Oyuncu Ödülleri’nde Yaşam Boyu Onur Ödülü ile Engelsiz Yaşam Vakfı tarafından Yaşam Boyu Meslek ve Onur Ödülü’ne layık görülmüştür. Son olarak 2013’te, kendisine Türkiye Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü takdim edilmiştir.

Kaynaklar

Eyüboğlu, A. (2022, Haziran 29). Cüneyt Arkın’ın duası kabul oldu. Milliyet Gazetesi. https://www.milliyet.com.tr/cadde/ali-eyuboglu/cuneyt-arkinin-duasi-kabul-oldu-6781613

Gürsoy Cimin, A. (2022, Haziran 29). Cüneyt Arkın’ın hiç yayınlanmamış son röportajı! “Gidenlere kızıyorum, niye bıraktınız beni?” Posta Gazetesi. https://www.posta.com.tr/magazin/cuneyt-arkinin-hic-yayinlanmamis-son-roportaji-gidenlere-kiziyorum-niye-biraktiniz-beni-2535162/1

Milliyet (2002, Kasım 3). Kendimle dalga geçmeye bayılıyorum. Milliyet Gazetesi. https://www.milliyet.com.tr/amp/pazar/kendimle-dalga-gecmeye-bayiliyorum-5199275

Milliyet (2014, Nisan 25). Ailemle korkunç açlık yaşadık. Milliyet Gazetesi. https://www.milliyet.com.tr/gundem/ailemle-korkunc-aclik-yasadik-1872298

Vatan (gazetevatan, 2022, Haziran 28). Cüneyt Arkın’ın tek isteği ve vasiyeti belli oldu… Vatan Gazetesi.

https://www.gazetevatan.com/galeri/cuneyt-arkinin-tek-istegi-ve-vasiyeti-belli-oldu-2046740/31

Yıldız, Ö. (2021, Temmuz 9). Yakışıklı Jön Cüneyt Arkın. Milli Düşünce Merkezi. https://millidusunce.com/yakisikli-jon-cuneyt-arkin/