Elif ÖZSOY

10 Nisan 2021

Sevgili Soraya,

Nasılsın? Ne garip soru değil mi? Sanırım ilk defa bir ölüye mektup yazıyorum. Kafa karışıklığım bu sebeple…

Sana ne denir ne yazılır aslında bilmiyorum. Ama ne zaman seni ya da senin gibi masum başka kadınları düşünsem Allah’tan kadınlar için ayrı bir cennet diliyorum. Yerdeki çimenler kadar nemli, dokunulmaya kıyılamamış; rüzgârda uçuşan ipeksi saçlar düşlüyorum.Damarlarımızda gezinip ruhumuza ulaşan Strozzi’yi, kız çocuklarının kahkahalarını, çıplak ayaklarının yapraklara basarak çıkardığı hışırtıları duyuyorum. Huzurdan başka ses yok hiçbir yerde. Sadece sonsuz bir huzur…

Sen gittiğinden beri maalesef dünya çok değişmedi. Her şeye rağmen iyi kalmaya çalışanlar çok yorgun… Sürekli aynı sorular ve aynı cevaplar içinde bir kıyamet öncesi kabusu yaşanıyor adeta.

Neden bütün peygamberlerin çoğu orta doğudan gelmiştir?” sorusunun cevabını şak diye cebinden çıkaran koca koca adamlar, “Neden kadın peygamber gönderilmemiştir?” sorusuna aynı minvalde cevap veremiyor mesela. Köşe kapmaca oynayıp yine kendilerine en yakışan cevapları saçıyorlar etrafa.

Kadınlar duygusal yaratıldığı için mi? Otoriter olamadıkları için mi? Yönetim kabiliyetleri olmadığı için mi? Bunların hiçbiri değil elbette Soraya ama soru kalıbındaki hatayı göremiyorlar.

Neden kadın peygamber gönderilsin ki?”

Maalesef çoğu sorunun cevabı insanda yersiz mücadele ettiği hissini uyandırıyor. “Kadın yaratılışı itibariyle nahif ve zayıf olduğundan…” deniyor mesela. Cümle başına “yaratılış” kelimesi yerleştiriliyor ki İlahi emir karşısında kabulleniş daha kolay olsun. Bu bir nevi “Ben demiyorum haşa!” anlamını da taşıyor. Sonra devamında “nahif” kelimesi kullanılıyor. “Nahif ile zayıf” kelimeleri bir arada kullanıldığında hakaret içermiyormuş gibi. “Peygamberlik sürekli bir mücadele gerektiriyor ki nahif ve zayıf kadınların bunu yapması mümkün değildir.” cümlesi ile de tamamlanıyor. Peki, zayıflık nedir Soraya? Kurtlar sofrasında her gün ayakta kalmaya çalışmak zayıflık mıdır? Kocasından, abisinden, babasından dayak yediğinde zayıf olan kadın mıdır? Yüzyıllarca eğitimsiz bırakıldığında, çocuk yaşta evlendirildiğinde, kaçırıldığında; otobüste, sokakta, işyerinde tacize uğradığında; istismar edildi diye ailesi tarafından öldürüldüğünde zayıf olan kadın mıdır? İlk yere düşen olmak zayıflık mıdır? Peki ya ilk yere düşene, ilk taşı atmak… Bu insanlık mıdır?

Oysa Rabbimiz “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sâhib çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık. Şunu unutmayın ki ALLÂH’ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvâda en ileri olandır. Muhakkak ki ALLÂH her şeyi bilir, her şeyden hakkıyla haberdârdır. EL-HUCURÂT-13” buyuruyor. Cinsiyetlerin birbirine üstünlüğü yok. Kainatta hiç bir şey ne eksik ne fazla. Her şey olması gerektiği gibi… Olduğu ile güzel…

Kadınlar bir doğru ile karşılaştıklarında o yalnızca bir doğrudur. Doğruyu göremediklerinde ise sebep eğitimsizliktir. Erkekler bir doğru ile karşılaştıklarında “doğru” geldiği yere göre anlam değiştirir. Doğru; eril kalıbına uymayan birinden geliyorsa o artık doğru değildir. Kendisini bile korumaktan aciz olan, korunmaya muhtaç bir varlıktan gelen doğru önce binlerce duvara çarpar. Eksilir, yıpranır ve yere çakılır ve inan bütün bunlar çok sessizce ve çok zarif kılıklara bürünerek gerçekleşir.

Biliyor musun Soraya, aslında ben feminist değilim. Çünkü feminizmin doğmak zorunda olduğu bir dünyayı kabullenemiyorum. Üstünlüğün sadece takva ile olabileceği bir dünyada sesimizin duyulması için bağırmak zorunda olmamızı kabullenemiyorum. İçinde bulunduğumuz bu koca yuvarlağın her dönüşünde, daha maskülen bir dünyaya uyanıyor olmayı kabullenemiyorum.

Eğer hala hayatta olsaydın Soraya; ilimde, bilimde, sanatta geliştikçe canavara evrilen insan yığınları arasında belki yeniden ölmeyi dileyecektin. Burada hala kadınların ölümüne sebep olanlar sokaklarda dolaşıyorlar. İstismar edildiğinde “tahrik etmiş” deniyor. Bununla da kalmıyor. Bana en acımasızca geleni de “Bu canavarları anneler yetiştiriyor.” cümlesi… Kimse “Baba neredeydi o zaman?” demiyor.

Sonra bir de tutup aşk şiirleri yazılıyor bize biliyor musun? Hem de en güzelleri… Ah bir bilsen Soraya! Ne şiirler… Tüyler ürperten… Dünyanın en iyi şairleri de erkekler biliyor musun? Ne kadar ironik değil mi? Hayır aslında hiç ironik değil. Bir marangoza sunta, çivi ve çekiç verirsen o sana suntadan bir masa yapar. Ama ona bir gül ağacı verirsen o sana gül ağacından bir masa yapar. Anlıyor musun Saroya? Kimse elimizdeki suntalardan “el oyma, gül ağacı masa” yapmamızı bekleyemez. “Yazılan olmaktansa, yazan olmayı tercih ederim.” diyor birçoğu. Sanki istese yazılan olabilecekmiş gibi… Ben de soruyorum öyleyse “Siz Tomris oldunuz da biz şiir yazmadık mı?” Kadınlara yazılacak ne sundular ki Soraya? Saçlarının, kirpiğinin teli şiir olan kadınlara…

Gel seninle “Göğe Bakma Durağı”nı okuyalım. Sonra “Hepsinin canı cehenneme!” diyerek çöpe atalım. “Biz artık şiir yazılan değil, şiir yazan olmak istiyoruz!” diye haykıralım.

Aslında dünyayı kurtarmak adına erkekler de emek vermedi değil Soraya. Çabaladılar. Çok düşündüler. Hatta hala düşünüyorlar. Yüzyıllardır adaletsizliğin aksini dahi etkileyecek bir fezleke yayımlamış değiller. Onlar düşünürken kadınlar mutfakta yaptığı yemeyi sevmekle meşguldü. Çocukları, saksıdaki çiçekleri, hatıra kutularındaki minik patikleri, resimleri, duvardaki tabloyu, masadaki vazoyu, vitrindeki kitapları, gökyüzündeki kuşları, çiçekleri, pencere kenarını, kapı önünü, yağmuru, güneşi, karı, soğuğu… Düşünsel serüven nihayete erdiğinde, kâinatın çekirdeğinin sevgi olduğunu keşfettiklerinde, etraflarında artık kendilerine inanan kadınlar bulamayacaklar.

Sevgili Soraya,

Olur da bu mektup bir gün bir başkasının eline geçerse dileyen bu mektubu feminen bir çığlık olarak algılayabilir. Dileyen “Kırgınlıkla yazılmıştır.” diyebilir. Hapishanelerde sütlerini lavaboya sağan, istismar edilen, katledilen tüm kadınlar adına bir haykırış olarak görebilir. Dileyen “Safsatadan ibaret…” diyebilir. Bu mektubun nasıl hissettirmesi gerektirdiği ile ilgili hiçbir dileğim yok.

Soraya! Sorayalar!

Bu dünya gerçek değil ve kesinlikle Tanrı var. Çünkü Tanrı’nın olmadığı varsayılan bir dünyada bu kadar acıya katlanmak mümkün değil. Tanrı var! Tüm Sorayalar için olmak zorunda.

Eğer yaşasaydın mektubumu iyi dileklerle bitirebilirdim. Ama boynundan aşağı diri diri gömüldün ve taşlanarak öldürüldün. Baktıkları her yer şiir olan insanlar tarafından taşlandın.

Daha güzel yerlerde görüşmek duası ile…