“… Kendime haksızlık ettim, kimseye etmediğim kadar. Herkesi dinledim, kendimi dinlemediğim kadar. Kimse benim yüzümden mutsuz olmasın diye, hiçbir şeyin sebebi ben olmayayım diye… Ama bir gün bir bakmışım ki paramparça olmuşum. Tutunacak tek duygu bırakmamışım kendime. Kendimi teselli edecek tek şey yokmuş hayatımda. Allak bullak olmuşum. Kendimi aramaya çıktığımda yorgun, yılgın, bitkin bir köşede saklanıp ağlayan bir erkek çocuğu olarak buldum. Ve ona elimi uzattım diyebildiğim tek şey GEÇTİ, bir daha seni kimse üzemeyecek. Şimdi senden özür diliyorum. Seni bu kadar hiçe saydığım için, insanların seni bu kadar üzmelerine müsaade ettiğim için, seni hiç bir zaman dinlemediğim için, üzerine bu kadar sorumluluk yüklediğim için, hakkın olan bütün duyguları sana yaşatmadığım için çok özür diliyorum. Galiba ben almadan vermenin Allah’a mahsus olduğunu unutmuşum…” (Yücel, 2017).

Bu satırlar, Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin repliği ile meşhur edebiyatçımız Can Yücel’e aittir. Yücel’in mensur olarak yazdığı bir şiirinden alınan bu satırlar, onun Türk şiirine getirdiği yeni söyleşi tarzına güzel bir örnektir.

Çocukluğu ve Eğitim Hayatı

Can Yücel, Hasan Ali ve Gülsüm Refika çiftinin ikiz çocuklarından biri olarak İstanbul’da 21 Ağustos 1926 tarihinde dünyaya gelmiştir. Çocukluk yıllarının bir kısmını babaannesi Neyire Hanım ve dedesi Ali Rıza Bey’le beraber geçirir. Hem babaannesi hem de dedesi bir tasavvuf düşüncesi olan Mevlevîliğe mensup oldukları için onun yetişmesinde ve hayata bakışında etkin bir rol oynar (Celal vd., 1996, s. 25-27).

İlkokula kendi ikizi olan Canan ile birlikte Boğaziçi İlkokulunda başlar. Kardeşiyle sürekli kavga ettiği için üçüncü sınıftan itibaren yatılı okumak zorunda kalır (Oral, 1999). Babasının milletvekili olması üzerine Ankara’ya taşınan Yücel, ortaöğretime 1938 yılında Ankara Taş Mektep’te devam eder. 1941 yılında Ankara Erkek Lisesine başlayan Yücel, önceleri hiç hoşlanmadığı bu okulu zamanla çok sever. Lise yıllarında Cevdet Kudret’ten edebiyat dersleri alırken dünya klasikleriyle tanışan Yücel, ayrıca burada Latince öğrenme fırsatı da bulur (Erol, 1996, s. 16). Liseyi tamamladıktan sonra Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinde, Klasik Filoloji Bölümünde bir süre Alman Filolojisi okur. O yıllarda bazı solcu sanatçı ve yazarlarla yakınlaşmasından dolayı babası Hasan Ali Yücel tarafından Cambridge Üniversitesine (İngiltere) gönderilir (Özgentürk, 2000, s. 8-9). Burada henüz öğrenci iken çeviriler yapmaya başlar. Bir süre sonra Linkfield’e geçen Yücel, burada arkadaşları olan Bülent Ecevit, Rahşan Hanım ve Yavuz Bayraktar ile beraber yaşar. Ardından Londra’da resmî tarih öğrenmek için Court of Institude of Art’a gider (Erol, 1996, s. 16). Ancak hem Ankara Üniversitesi hem de Cambridge’de sürekli karar değiştirmesinden dolayı eğitim hayatı bir diplomayla sonlanmaz.

Askerliği, Evliliği ve Memuriyeti

Askerliğini 1953’te Kore Savaşı’na katılan Türk tugayında yapar. Askerden döndükten sonra bir süre İzmir Bornova Devlet Su İşlerinde görev yapar. O yıllarda tanıştığı Güler Hanım’la 1956 yılında evlenir. Bu evlilikten Yeni Hasan, Güzel ve Su adını verdikleri üç çocukları olur. 

Evlendikten sonra tekrar yurt dışında yaşamaya başlayan Yücel, bir yandan Londra’da BBC Türkçe Yayınlar Bölümünde spikerlik yaparken diğer taraftan İngiliz şiirinden birçok çeviri yapar. 1963’te tekrar Türkiye’ye dönen Yücel, Marmaris ve Bodrum’da iki yıl kadar turist rehberi olarak çalışır (Özgentürk, 2000, s. 15-16). Ardından İstanbul’a yerleşerek çevirmenlik yapar. Sonraki dönemlerde hem yaptığı çevirilerle, hem çeşitli gazete ve dergilerde yazdığı yazılarla, hem de yayımlanan şiir kitaplarının çok ilgi görmesiyle geçimini sağlar (Gülgen Börklü 2012, s. 13).

Edebiyat Merakı ve Şiir Anlayışı

Kendisi ile yapılan bir röportajında şiiri kendini anlatma olarak değil, bir üretim girişiminin sonunda ortaya çıkarılan bir iş gibi gördüğünü dile getirir. Genel anlamda şiiri kendisine uğraş olarak belirleyen şair; şiiri dünyayı etkilemek ve değiştirmek gibi bir amaçla yazdığını söyler (Buharalı, 1981, s. 11). Bir dizesinde, Yaşamım benim en güzel şiirim diyen şairin şiirindeki temel hareket noktası, kendi yaşamı ve deneyimleridir. Bir sarraf titizliğiyle dış dünyayı gözlemleyen şair, bu dünyayla kurduğu ilişkiler örgüsünü, bireysel olmaktan daha çok, toplum meselelerine tutulan birer ayna gibi görür. O, yaşamı boyunca şairi, toplumsal meselelerden sorumlu görür ve bireysel görünen şiirlerinde bile toplumsal sorunlara ışık tutar (Gülgen Börklü, 2012, s. 44).

Dilin mucizelerinden biri ve aynı zamanda dilin sınırlarını zorlayarak daha geniş ifade imkânı sunan ironi, onun şiirlerinde vazgeçilmez bir anlatım tekniğidir. O, yaptığı ironiyle Türkçeye çevirdiği bir kitap yüzünden 12 Mart döneminde on beş yıl hapis cezası alır. Bu hapishane serüveni onun hem hayatında hem de sanatında bir dönüm noktası olur (Özbay, 2001, s. 52). Şiirlerinde günlük dille, samimî, rahat bir söyleyiş kullanırken, doğallığı yakalamak için kalıp ifade ve deyimlere sıklıkla başvurur. On yaşından itibaren şiirler yazmaya başlayan Yücel’in şiire yönelmesinde Türkçenin güzelliği ve İstanbul ağzıyla konuşan babaannesinin çok büyük tesiri olduğu gibi yetiştiği çevrenin de etkisi vardır (Oral, 1999).

1940’lı yıllardan itibaren yazdığı çocuk şiirlerini Peyami Safa Çocuk Haftası dergisinde yayımlar. Bu dönemde Beethoven ve Mozart üzerine de şiirler yazan Yücel, babasının ısrarı ve desteği ile 1950 yılında çıkan ilk kitabı Yazma, edebiyat dünyasında fazla bir ilgi uyandırmayınca yaklaşık 1970’li yıllara kadar şiirden uzaklaşarak çeviri üzerine yoğunlaşır (Celâl, vd., 1996, s. 21).

1945’ten başlayarak Yenilikler, Beraber, Seçilmiş Hikâyeler, Dost, Sosyal Adalet, Şiir Sanatı, Dönem, Yön, Ant, İmece, Papirüs, Yeni Dergi, Birikim, Sanat Emeği, Yazko Edebiyat, Yeni Düşün, Adam Sanat, Sonbahar, Leman gibi dergilerde yayımlanan şiirleriyle, Türk şiirinde kendine özgü bir söyleyiş geliştirmeye çalışır. Geçiş niteliğinde bir eser olan ikinci eseri Sevgi Duvarı’ndan itibaren doğayı ve insanı bir bütün hâlinde ele alan şiirlere yönelir. Onun 1974 yılında yayımlanan Bir Siyasînin Şiirleri  eseri kendisini geniş bir okuyucu kitlesi ile buluşturur. Ayrıca sanat yaşamında bir milat olan bu eser, onun hapishane döneminin bir meyvesidir. Hapisten çıktıktan sonra yazdığı şiirlerin toplamı olan ve 1976 yılında yayımlanan Ölüm ve Oğlum’daki şiirlerde şair, mahpusluktan özgürlüğe; karanlıktan aydınlığa; ölümden yeniden doğuşa kavuşan bir insanın hayat karşısındaki güçlü duruşunu ve iyimserliğini ele alır.

İki yıl sonra yayımladığı, Gökyokuş isimli eserinde günlük yaşamından izler vardır. 1986’da yayımlanan Canfeda ise susmayışın, başkaldırının şiiri olarak tanıtılır. 1988’de Çok Bi Çocuk, 1990’da Kısa Devre, 1993’te Güle Güle/Seslerin Sessizliği, 1994’te ise Gezintiler isimli eserleri yayımlanır. 1995 yılında yayımlanan Maaile adlı eserinin ilham kaynağı, şairin hayatı boyunca bağlılığını sıklıkla dile getirdiği aile fertleridir. O, bu eserinde ailesine duyduğu sevginin, bağlılığın yanında hayranı olduğu Datça’nın güzelliklerini, şiirin güzellikleriyle buluşturur. Şairin, bütün olumsuzluklara rağmen iyimser ve mücadeleci duruşunu anlattığı, ayrıca yaşlılığı ve hastalığı dolayısıyla daha çok kendi ölümünü anlattığı şiirlerini içeren Seke Seke 1997 yılında; son eseri olan Alavara ise 1999 yılında yayımlanır.

Çeviri Yaptığı Şairlerden Etkilenmesi

Onun şairliğinin yanı sıra çevirmenlik yaptığını yukarıda belirtmiştik. William Shakespeare ait bir şiiri çeviren Yücel, aslı “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu” şeklindeki “To be or not to be, that is the question.” satırını “Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin?” şeklinde çevirmiştir. Bu satırlar, onun çeviri becerisi sayesinde bir Türk Sanat Müziği şarkısının tınısı olmuştur. Aslında o, Shakespeare’in sonelerini kendi deyimiyle; Türkçe ile yeni baştan yazmıştır. Dolayısıyla çevirisini yaptığı bu mısralara yeniden hayat vermiş ve bu toprakların dili olan Türkçeye yeniden uyarlamıştır. Üniversite yıllarında Ahmet Muhip ve Cahit Sıtkı’dan etkilenmiş olsa da onun şiirlerinde Dylan Thomas, E. E. Cummings, Ezra Pound ve T. S. Eliot gibi isimler oldukça etkin bir yere sahiptir (Gülgen Börklü, 2012, s. 25-27). 

Evet, uzun lafın kısası Yücel, Türkçeye, Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin?” şeklinde çevirdiği mısrada dediği gibi 12 Ağustos 1999 tarihinde o ihtimalle karşılaşmış ve bu dünyaya veda etmiştir. 

Kaynakça

Yücel, C. (2017, Eylül 7). Kendimden Özür Diliyorum. hayatinlesin.wordpress.com, https://hayatinlesin.wordpress.com/2017/09/07/kendimden-ozur-diliyorum-can-yucel/

Buharalı, G. (1981). Bir Sanatçının Günlüğünden Can Yücel. Varlık, 886, 11.

Celâl, M., Kahyaoğlu, O., vd. (1996). Can Yücel’le Söyleşi: O Şiir Nesnesi Hiçbir Şeye Benzemiyor Benzese Zaten Aptalca Bir Şey Olurdu. Sombahar. 34, 21-29.

Erol, M. (1996, Aralık). Can Yücel Genç Bir İhtiyar. Hürriyet Gösteri. 193, 16-21.

Gülgen Börklü, J. (2012). Can Yücel’in Hayatı, Edebî Çevresi ve Şiirlerinin İncelenmesi. [Yayınlanmamış Doktora Tezi]. Gazi Üniversitesi.

Oral, Z. (1999, Eylül 1). Can Yücel: Şiir Düzerken Kahkaha Çiçekleri Üretmek. Milliyet Sanat. 463, s.4, s. 8.

Özbay, E. (Kasım-2001). Her Dem Yeni Can Yücel. Evrensel Kültür, 119, 52-55.

Özgentürk, N. (2000). Bir Yudum İnsan: Can Yücel. Video CD Kitap. Boyut Yayıncılık.