Helezon dergisi, Nisan 2023 sayısıyla birlikte, “Türkçenin İzini Sürenler” adlı yeni bir projeye başlıyor. Bilindiği gibi Türkçe, gerek anlatım gücü, gerekse söz varlığı açısından güzel ve zengin bir dil. Uzun bir geçmişi olan dilimizin, günümüze gelinceye dek pek çok aşamalardan geçtiğini biliyoruz. Biz, bu projede, dünyanın farklı ülkelerinden Türkçeye gönül vermiş ve bu konuda çalışmalar ortaya koymuş isimlerle Türkçenin geçmişini, bugününü ve geleceğini konuşuyoruz. 

TÜRKÇENİN SOLMAYAN SAYFALARI

(PROF. MİNAHANIM NURİYEVA TEKELİ ile TÜRKÇE ÜZERİNE SÖYLEŞİ)

Seher SAĞLAM

Minahanım Nuriyeva Tekeli Kimdir?

Minahanım Nuriyeva (Tekeli), Azerbaycan’ın yetiştirdiği önemli Türkologlardan birisidir. 1983 yılından itibaren filoloji ilimleri sahasında çalışmakta olup 2006 yılında profesör unvanını almıştır. Bilimsel çalışmalarında daha çok Rus yazarların eserlerindeki Türkçe unsurların incelenmesine büyük önem vermiştir. Bundan başka Türklerin dünya kültüründeki yeri, Türk kültür mirasının araştırılması, Türk dillerinin tarihi vb. konularında da araştırmalarına devam etmektedir. 

Bilimsel araştırmaların yanı sıra sanata da ilgi duyan Prof. Minahanım Nuriyeva, Türk dünyasının efsaneleri ile büyük şahsiyetlerin hayatlarının portrelerini kaleme almaktadır. “Vugar’ımı O Dağlardan Aldım”, “Sarı Gelin” ve “Sırrımı Bilmedin” eserleri, yazarın bu yönünü yansıtmaktadır. Minahanım Nuriyeva, akademik çalışmalarının ve yazarlığının yanı sıra radyo ve televizyon programlarında dil, tarih ve edebiyata dair konuşmalar yapmaktadır. Bugüne kadar farklı ülkelerde düzenlenen birçok Türkoloji konferanslarına katılmıştır. Son yıllarda Kaşgarlı Mahmud Türk Ocağı’nın “San Yarlığı”, Kafkas-Medya Kuruluşunun “Cesur Kalem” ödülü ve Yazarlar Sendikasının “Vatan” ödülüne layık görülmüştür.

Aynı zamanda Azerbaycan Yazarlar Birliği üyesi olan Minahanım Nuriyeva, çok sayıda bilimsel kitap ve makalenin de yazarıdır. Başlıca eserleri arasında “Türk Asıllı Ruslar”, “Türk Kitabı”, “Türkoloji Etütler” ve “Türk İmzası” sayılabilir. 

Seher SAĞLAM: Değerli Hocam! Sizi, sizin sözlerinizle kısaca okurlarımıza tanıtmak isteriz. Bize kendinizi tanıtabilir misiniz?

Minahanım Nuriyeva TEKELİ: Aslında böyle bir kitap yazmalıyım. Bunu bütün dostlarım bana söylüyor. Hayatım onlara meraklı geliyor, oysa kendime hiç değil. 

Çok çocuklu ailede doğmuşum. Evimiz hastanenin yanında idi. Sağlık görevlileri ile sanki bir aile kadar yakın olmuştuk. Doktor olmak istiyordum ve çok okuyordum. Kitapları alıp bir köşeye çekiliyordum. Evimiz oldukça büyüktü, alanı genişti. Gizlenmeye yer çoktu… Elime aldığım kitabı bitirmeden açığa çıkmıyordum. Aç kalsam da beni arayan annem bana seslense de… Tarihi edebiyat kadar, edebiyatı ve ana dilimizi tarihimiz kadar seviyordum.  

Bu gün imzam tanınıyor. Bunu, zahmetimin semeresi olarak kabul ediyorum. Zaten ben dinlenirken yoruluyorum. Çalışırken tüm yorgunluğum çıkıyor. 

S.S: Türk dili sahasında çalışmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz? 

M.N.T: Bilmem ki… Sanki bu arzular benimle birlikte doğmuştu. Talih de yüzüme gülünce… Üniversiteyi 20 yaşımda üstün başarı diploması ile bitirdim. Buna göre çalışmadan tahsilimi devam ettirme hakkım vardı. Eylül ayında “Türk Halklarının Dilleri” ihtisası üzerine doktora ilanı çıktı. Sadece bir kontenjan vardı ve ona da ben hak kazanmıştım. Sanki küçük bir çocuk gibi sevindim, sevincimden ağladım…

Öğrencilik yıllarımızda sık sık Türk sinemalarına giderdik. Şehir, bayramlardaki gibi sevinirdi Türk filmi geldi diye. Fakat bu filmler Rusça olurdu. O zamanlar Moskova, o filmleri çevirip dağıtıyordu. Bir film vardı: Kızgın Toprak. Fatma Girik, eşinin gelişini görünce yüksek sesle bağırmıştı: Geldi! Bir tek o kelimeyi duyduk. Tüm salon el çırptı. Ben o bir kelime ile mutlu olmuştum.

S.S: Türkçeyi  ilk öğrenmeye başladığınızda yapı ve şekil bakımından sizi zorlayan konu oldu mu?

M.N.T: Sınırlar kapalı… Radyo dalgaları bile kesilmişti. Yani ne kadar güçlü radyo olsa da Türkiye radyosunun sesine karşı gür motor sesleri, duyulmasına engel oluyordu. Ben ders çalışırken, çoğunlukla da sınavlara hazırlanırken bazı geceler çok oturuyordum. Saat 3-4 den sonra tahminen 2 saat sakin kalan radyodan bal gibi Türkçe akıp geliyordu.

Türkçenin altın gibi kıymetli ahenk kuralları var. Bu kurallar, dile gereken düzeni vermekle birlikte musiki havası da hissettiriyor. Bu dilin mükemmel bir cümle kuruluşu var, cümlede sözün boncuk gibi mantıklı dizilişi var… Konuşmamızı dinleyen bir yabancı neredeyse bizim şiir okuduğumuzu ya da şarkı söylediğimizi zanneder. Keşke bu güzelliği koruyabilsek, kadrini bilebilsek… Bu dil, benim için vatan kadar, inancım kadar azizdir. Bu dil, bana ana öğüdü, ruhumu okşayan ninni gibidir. 4000 yıllık ulu ecdadımın asırlar arkasından gelen sesidir. Nesimî bu dilde yazmış, Fuzulî bu dili övmüş. Tarihimiz bu şirin dilin aşkıyla dolmuş. Mahmud Kaşgari’dir, “Kutadgu Bilig”tir Türkçemin solmayan sayfaları. Bu dil, benim vefalı dostumdur. Ben, Dedem Korkut’u da Kadı Burhanettin’i de Mehmet Akif’ i güçlük çekmeden okuyorum. 

S.S: Bildiğiniz gibi Türk dilinin uzun bir tarihi var. Yüzyıllar süren bir süreçten sonra Türk dili bu seviyeye geldi. Türk dilinin sizi en çok etkileyen yönü nedir?

M.N.T: Evet. Bu uzun tarih, Türk diline öyle bir inkişaf seviyesi kazandırmış ki ben okuduğum kitaplarda Türk dilinin kibarlığına, ifade zenginliğine hayran kalıyordum. Maalesef bu keyfiyetler o kitaplarda kaldı… Konuşmaların bayağılaşması beni üzüyor. O nezaketli, kibar ve eşsiz ünsiyeti bulamıyorum. 

Rus dilindeki kitapları çok okurdum. Hayranlıkla okuduğum büyük Rus yazarlarının edebî dilinde çokça Türkçeye rastlardım. “Rusçada Türk Sözleri” monografim bu şekilde ortaya çıktı. Rusya’yı gezdikçe aslında bu topraklarda eski Türk medeniyetinin iz düşümü gözlerim önüne gelirdi.  Böylelikle başka sınırlara dâhil olan, geçmiş Türk diyarlarından bahseden “Türk Kitabı: Unutulan Tarih”, “Türk Asıllı Ruslar”, “Merkezi Rusya’nın Türk Coğrafyası’, “Türkoloji Etütler” vs. kitaplarım meydana geldi. Türkoloji sahasında yıllarca süren araştırmalarımın sonuçları olan kitaplarımın yayımlanmasından gerçek manada kendimi bahtiyar sayıyorum.  

S.S: Türk edebiyatında en çok etkilendiğiniz edipler kimlerdir? Özellikle size tesir eden yönleri ya da eserleri nelerdir?

M.N.T: Türk edebiyatını en az kendi edebiyatımız kadar seviyorum. Benim için M. A. Ekber Sabir ile Zeki Paşa, Hüseyin Cavid ile Mehmet Akif Ersoy, Y. V. Çemenzeminli ile Halit Ziya Uşaklıgil ve Mirze Celil ile Aziz Nesin aynıdır. Şimdiye kadar okuduğum bütün kitaplar, bana Türk insanının hayatını, Türk insanını ortaya koyuyor. Kendime yakın biliyorum onları.

S.S: Türkçenin yabancı dil olarak öğretilmesi konusunda ne düşünüyorsunuz? Türk dili, öğrenilmesi zor bir dil midir?

M.N.T: Kesinlikle zor değil. Sevgi her bir zorluğu defeder… Profesör Afad Kurbanov, benim tez danışmanım idi. Tüm üniversitelerde en uygun ders kitabı olan “Muasır Azerbaycan Edebî Dili”ni tekrar yayına hazırlıyordu. Zaten hocamın kitaplarında yer alan örnek metinleri ve cümleleri edebî kaynaklardan ben seçmiştim. 405 sayfalık kitabın ilk sayfalarında Azerbaycan Türkçesi ile Türkiye Türkçesi kıyaslanıyordu ve çok güzel dörtlükler vardı. Hocama, “Bu Türkçe alıntıları nereden elde ettiniz?” diye sorduğumda şöyle cevap vermişti: “Yaz tatilinde Erivan’daki dükkânlardan tane tane satılan Türk şekerleriyle sakızlarını çocuklara alıyordum. Onlarda şiirler yazıldığını gördüm ve kâğıtlarının hepsini biriktirdim. Bu şiirler, işte o biriktirdiğim kâğıtlardaki manilerdir.” Tabii ki bizim dükkânlarda Türk malı bulunmuyordu. Ama Türkiye’den, Erivan’dan gelen turistler bazı dükkânlarda az da olsa Türk malı satabiliyorlardı. 

S.S: Türkçenin zenginliği, anlatım gücü ve söz varlığı hakkındaki düşünceniz nedir?

M.N.T: Namık Kemal, Tevfik Fikret, Halit Ziya Uşaklıgil, Samipaşazade Sezai, Ömer Seyfettin, Mehmet Akif, Orhan Veli, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Peyami Safa gibi kalemleri olan bir dil zengin olmalı, söz varlığı muhteşem olmalı. Ana dilimizin açar, katar, sürücü gibi kelimeleri varsa anahtar, tren, şoför sözcüklerini tercih etmenin gereği var mı? O da doğru. Dil başka dillerle alakasız yaşayamaz. Çünkü halklar arasında ekonomik, medeni, sosyal ve siyasal bağlar, dilin etkileşiminde rol oynamıştır. 

Elbette Türk edebiyatı örnekleri ile ilk tanışıklığım ve okuduğum ilk kitaplar, bugün de hatıramda bayram tesirini hâlâ koruyor. İlk tanışmam, 12-13 yaşlarımda okuduğum, Yaşar Kemal’in “İnce Memed”’i ile Reşat Nuri Güntekin’in  “Çalı Kuşu” romanı oldu. Bu roman, Azerbaycan’da en sevilen eserlerdendir; bugün ne kadar Feride adlı kız adı varsa hepsi de o romanın etkisindendir. Sonraları tekrar okuduğumda eseri derinliklerine kadar anlamadığım ortaya çıksa da gönlüme ektiği his ve heyecanlar tabii idi. O yaşlarımdan başlayarak Suat Derviş’i, Nazım Hikmet’i öz dilimizde fakat Rus dilinden tercümede okuyordum. Kitapların orijinalini öğrencilik yıllarımda hiçbir yerde hatta Moskova’da bile elde edememiştim. Fakat bir gün Moskovada bulduğum ve sosyalist Bulgaristan’da yayımlanmış bir mecmuada Türkçe şu şiiri gördüm: 

“Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;

Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.

Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış

Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle.

Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;

Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.

Ve serin serviler altında kalan kabrinde

Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.”

Bu, Yahya Kemal Beyatlı’nın Doğu’nun kırmızı güllerinin kokusunu veren, Şark dünyamızı hatta bütün dünya zevkimizi canlandıran, ruhumuzun tercümanı olan “Rindlerin Ölümü” şiiri idi. O anda şairin, o sırlı dünyayı sanki bir buket gül şeklinde bana armağan ettiğini hissettim. O gün bugündür her açılan sabahların gülü, çöken akşamların bir bülbülü olup Türk edebiyatının esiri oldum.

S.S: Uzun yıllar Türk dili sahası üzerine araştırmalar yapıp eserler ortaya koyan bir Türkolog olarak, dünyada Türk dili sahasında yapılan araştırmaları yeterli buluyor musunuz? Bu konudaki tecrübelerinizi ve görüşlerinizi bizimle paylaşır mısınız? 

M.N.T: İlimde, bilimde son yok ki…

S.S: Türkçeyi yeni öğrenenlere neler tavsiye edersiniz?

M.N.T: Türkiye tarihini öğrensinler. Çok kitap okusunlar. Türk edebiyatı zengindir. Kadimdir. Türk dilimiz bizim millî irsimizdir… O korunup sahip çıkılmayı talep ediyor bizden. Her millet, kendi tarihini bilmeye ve tarihî, medeni mirasına sahip çıkmaya borçludur.

Bütün Türk ülkelerinde genel Türk tarihinin ve medeniyetinin öğretilmesine yönelik çalışmaların yapılmasını ve devam ettirilmesini önemli buluyorum. Bu çalışmaya, ilk etapta Türk halklarının tarihinin yazılması ile başlamak gerekir. Bana göre bu çalışmayı, farklı araştırmacıların sorumluluğuna bırakmak doğru değildir. Aksine bu sahada tanınmış bilim adamlarının belli bir koordinasyonu çerçevesinde idare edilerek yürütülmesi, bunun en verimli biçimi olacaktır. 

S.S: Türk dili, edebiyatı ve kültürü Azerbaycan’da  yeterince tanınıyor mu? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

M.N.T: Şimdilerde kütüphanelerin fonksiyonunu çoğunlukla “YouTube” ve diğer sosyal medya hesapları yerine getiriyor. Dinlemek yahut indirip okumak mümkün. İtiraf ediyorum ki beni Türk klasikleri; özellikle de Memduh Şevket Esendal, Ömer Seyfettin, Mehmet Rauf, Halit Ziya Uşaklıgil, Nabizade Nazım, Osman Cemal Kaygılı gibi isimler cezbediyor. 

S.S: Türk dilini vasıflandırsaydınız nasıl bir sıfat kullanırdınız?

M.N.T: Nağme gibi, samimi itiraf gibi, ana laylası gibi… Orhun-Yenisey Nehirlerinin akışı… Bülbül ötüşü…

S.S: Azerbaycan Türkçesi ile Türkiye Türkçesinin ortak yönlerine kısaca değinebilir misiniz?

M.N.T: Biz bir millet, iki devlet olarak vasıflandırılıyorsak bir millet olmamızın önemli bir şartı, dilimizin aynı yuvadan yani Oğuz-Selçuk yuvasından doğmuş olmasıdır. Halk birliğimiz de malumdur. Tekelerin yarısı burada, yarısı orada; Dulkadiroğulları, Develi, Bayat, Karamanlar vs… Biz hakikaten bir milletiz; dilimizin ortak yönleri bu yüzden çoktur. Birçok ortak yönler halk şivelerinde kalmakta. Bir dil örneğinin ya Anadolu ağızlarında veya bizim bölge ağzında bulunması güzeldir.

S.S: Türk dili sahasındaki çalışmalarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?

M.N.T: İlk çalışmam, Karadeniz’in Kafkas kıyılarından Sibirya’nın son noktasına kadar tarihî Türk topraklarındaki coğrafi adların değiştirilmesi konusunda oldu. Binlerce Türk adı silinmiş, esasen Rusça adlarla değiştirilmişti. Türk yer adlarının büyük ansiklopedisinin oluşturulmasını ve bu tarihten itibaren silinmiş Türk adlarının ansiklopedide yer almasını çok istiyordum. Bunun üzerine daha ciddi araştırmalara başladım: Rus Dilinde Türk Sözleri. Ama bu bir linguistik araştırma değil, Türk kültürünün büyük, güçlü etkileri demekti. “Türkoloji Etütler” kitabım bunları ifade ediyordu. Bir de beni bu hususta Rusya’nın Türk bölgeleri çok düşündürüyordu. Böylece “Türk Kitabı” ve “Merkezi Rusya’nın Türk Coğrafyası” da bu nedenle ortaya çıktı.

S.S: Türk dili sahasında kaleme aldığınız eserlerinizde en çok üzerinde durduğunuz hususlar nelerdir?

M.N.T: Türk kültürünün dünya medeniyetine etkileri. Medeniyet, benim fikrimce büyük kavramdır…

S.S: Türk dili üzerine çalışmalarınız sırasında mutlaka yaşadığınız birçok anınız vardır. Birisini bizimle paylaşabilir misiniz?

M.N.T: Doktora tezimi tamamlamıştım ama son noktayı koyamıyordum. Bu güzel konunun bitmesine asla gönlüm razı değildi. Bunu yakın dostlarımın hepsi biliyordu. Bana, “Kürsüye çık ve savun.” diyorlardı. Bense sanki bir masaldaki gibi mağaraya girmiştim ve hazine bulmuştum. Bir türlü dışarı çıkamıyordum. Ta ki bana “Tezini savun, sonra o konuyu yine araştırmaya devam edersin.” dediklerinde rahatlamış ve savunmamı yapmıştım.   

Bu çalışmalarımla, “Türk Dünyasına Hizmet Ödülüne”ne layık görüldüm. Bu, beni çok sevindirdi. Bu sevince ilave olarak, bu iki ödüle Prof. Mustafa Kafalı, Prof. Halil İnalcık, Osman Karatay, -oldukça ilginç ve önemli bir televizyon programı olan- “Tarihin Arka Odası” ve Kırgızistan’ın Manas Üniversitesi ile birlikte layık görülmek benim için ayrıca onur verici olmuştur.

S.S: Gelecekte Türk dili üzerine ne gibi çalışmalar yapılabilir? Bu konudaki tavsiyeleriniz nelerdir?

M.N.T: Araştırılmayı bekleyen konular çoktur. Benim bilimsel danışmanlığım altında doktora tezleri hazırlanmaktadır. Doktora öğrencilerimin bir kısmı diğer Türk ülkelerinden olup esas itibarıyla Azerbaycan-Türk dillerinde karşılaştırmaya yönelik konular üzerinde çalışıyorlar. Ama sırf Türkoloji mevzularında çalışabilecek araştırmacı yolu beklemekteyim. Bu tür konulara, biraz zorluğundan ve zahmetinden dolayı gönülsüz yanaşılıyor ama ben gözlemekten usanmıyorum. 

S.S: Değerli Hocam, son olarak, büyük bir nezaket gösterip bizimle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için Helezon dergisi adına çok teşekkür ederiz.

M.N.T: Türk diline, kültürüne gösterdiği ilgiden ve bu konudaki çalışmalarından dolayı Helezon dergisini tebrik eder, yayınlarının devamını dilerim. Bu kıymetli projeye davet ettiğiniz için ben de size teşekkür ederim.