Serap koparıyor toz gibi

Gözümün düştüğü yollar.

Kaçıncı güzüm bu taze açan?

Kuşlara bile sus işareti yapıyor!

Ağaçların suyu çekilmiş parmaklarıyla

Kulak kabartarak

Ayak uçlarının senfonik sessizliğine…

Azıksız ırgatlar gibi

Yüreğime ilham taşıyan hislerim.

Aritmik hecelerken aşkı,

Düşmedim bekleme saflığına

Karahindiba zarifliğini bir kütükten…

Düşürmek de neydi değil mi

Donuk bakışların haraç mezatına

Şiirin heybetten nahifliğini?

Her şey iyiye gidiyor sanırlar

Hayır ama artık hayır!

Şiirime isyan yüklüyor bu sanrı yine.

Yani nasıl göremezler

Sıcacık bir yumurta akı bezmiyle

Donuk bir çimento devri farkını!

Bloke etmiş tüm iyilikleri

Duruluk tahtına kurulu yapaylıklar.

O tiril tiril sandığımız

Maymuncuk incelikler, tazelikler,

Bombelenmiş kırçıllı telleri gibi

Eski, partal bir somyanın.

Müşfik ve istekli bakışları üşütüyor

Hayata kazan kaldıran kor yanım…

Hep sağanaklara seviniriz de

Hangi damla canına okuyacak

İçtenliklere musallat olmuş

Dikenli tel gibi bunca boyanın?

En kadife sessizliklere

Çığlık giydirdi bu şiirler

“Ne mümkün!” demek kimin haddine

Yokuş yukarı akmıyor mu

Ağaç damarlarından sular?

Öyleyse ne/re/den çıkardılar adını

“Akışına bırakma” denen furyanın?

Her neyse boşver bunca çelişim’i!

Bütün eksilişime rağmen

Duyuyorum mahur gelişini.

Saten sözlerinin üzerindeki,

Sesini binbir çeşit anlamdan oymanın…

Umudun kavurucu güneşini

Üstüne tuttum alabildiğine

Mesafelerin saklamaya çalıştığı foyanın…

Artık çiçek açamıyorum,

Eksildikçe yok üstüme koyanım.

Yüreğindeki beni özledim.

Biliyorum sende olduğunu

Aynalardan daha duru bir kopyamın.

Yetsin yerde gezdiği gözlerinin,

Çiçek açtı baktığın taşlar!

Ne zaman dokunacak yüzümün çorağına

Yağmurlara taş çıkartırcasına?

İrade göster belirmeye nolur!

Solgun çırpınışlarımın ufuk çizgisinde,

Sevginin kusursuz heykeli,

Sevdiğim, ey benim som yanım…