Hugo Simberg  / Yaralı Melek (Haavoittunut enkeli), 1903; yağlı boya  (127 cm 154 cm (50 in × 61 in) /  Ateneum, Helsinki

Farz edin ki şu an güvende değiliz. Duymak istemediğimiz sesler, görmek istemediğimiz görüntüler var. Aklımıza neler gelir ya da neler gelmez? Yaralı bir meleği gördüğümüzde, gözlerimizi kapatıp susabilir miyiz? Kulaklarımızı Munch gibi kapatıp haykırmak işe yarar mı? Güvende değilsek çepeçevre sarılmayan benliğimizle eksile toplaya hayatımıza nasıl devam ederiz? İlk önce kendimize  “Neler oluyor?” diye sorarız. Bundan sonra farkında olduğumuz güvensiz durumdan kurtulmak için yardım bekler ve herkesin  duymasını isteriz. Sonrasında her şey biter. Her şey! İnsanlık,  yaşadığı olumsuzlukları DNA sarmalına kodlarken yeni nesillere aktarmaya devam eder; bunlardan birisinin adı ‘savaş’ olarak kalır. 

Bencil, düşüncesiz, bozguncu kişilerin iyi insanlardan hep daha az olduğunu varsayarım. Nitekim baskın dil, genellikle olumsuzu konuşur. Eylemlerde bu dil daha etkindir. Bir kısım insan, idealleri uğruna hırslarına yenik düşerken bir kısım insan da huzuru arar. Hatta ses olmak için  hikâyeler, masallar, bildiriler, şiirler, romanlar, şarkılar yazarlar. Teması barış olan resimler,  karikatürler, hicivler yaparlar. Birçoğu ileriki nesillere ibretlik birer belge niteliğinde ulaşır. Dünyanın herhangi bir yerinde kargaşa ya da savaş olsa tüm insanlar tarafından  fark edilmesi istenir.  Kuşkusuz bunu anlatmanın  en etkili yolu yine sanatla olur. Çünkü doğrudan evrensel dille tüm kitlelere ulaşmak elzemdir.  

Aslında size anlatmak istediğim bir resim var:  ‘Yaralı Melek’ (Görsel 1). Bu tablo Finlandiya’nın en ünlü resmidir.  Hugo Simberg’in, bu eseri neden yaptığı pek bilinmez. Picasso’nun Guernica’sını da birçok kişi bilmesine rağmen o da Simberg gibi resim hakkında hiç konuşmaz. Oysa onu İspanya İç Savaşı’na atıf olarak yapar. Picasso’nun bir de Paloma’sı vardır. O, sadece  beyaz bir güvercin resmi değil; insanlığın huzurla, güvende yaşayabilmesi için barış adına yapılmış mücadele örneği olup kapkara bir resmin içinde bembeyaz havalanmayı bekler. Bansky takma adıyla bilinen ve kimliğini saklayan grafiti sanatçısının resimleri çok yerde gözümüze çarpar.  O, duvarları savaş karşıtı grafiti ve resimlerle doldurur. Kimliğini saklaması namıdiğer Bansky’nin fırçasını daha cüretkâr ve özgür kılarken dikkat çekmeyi de başarır. Bir duvara çizmiş olduğu resim ‘barışın sembolü + kalp ve o kalbi muayene  eden bir doktor’dan ibarettir. Kısa ve net olan resim, düşününce çok anlamı da içine alır. Ne enteresan bir resim, öyle değil mi? Evet, barış gerekli. Onun yaşamını sürdürmesi için hayati organ olan kalp de gerekli.  Fakat o kalp yorgun mu, sağlıklı mı? Bunun için iyileştirici adımlar olmalı mı? Hepsi kalbin yaşamasına veya ne kadar süre dayanacağına bağlı, değil mi? Az önce bahsettiğim ‘Yaralı Melek’ isimli resim de bana bu gerekliliği hatırlatır.  Tabii ki savaşın birçok çeşidi var. Bu çeşitliliğin içeriği ne olursa olsun, durumun bize o anla sınırlı kalmayacak olduğunu da düşündürür. Kayıplar zamanla kapanamayacak ölçüde ağırlaşır. Gelecek ve geçmişi  andan ibaret olan çocukların kaybettikleri sadece yakınları değil, çocukluklarıdır. Resme her baktığımda sağdaki çocuğun bakışlarında bu serzenişi görürüm. “Bizi yalnız bıraktınız.” diye seslenişini duyarım. Melekse artık konuşamayacak kadar bitkin ve solgun. Soldaki çocuk yardım umamayacak kadar  bezgin ve umutsuz. Yaralı olan meleğin de çocuk olması, sanki tüm acı çeken çocukları sembolize eder. Turgut Uyar’ın  “Sevgim Acıyor.” demesi gibi bu resme baktıkça “Çocukluğumuz acıyor, duyun bizi!” sesi; çığlığı bastırılmış renklerle ve küçük bedenlerin tavırlarıyla yükselir. Bendeki yankısı ile de denkleşir.

Öncelikle resmi derinden anlayabilmek için bazı ipuçlarını toplamak gerekir. Ressam eseri tarihsel bir olaya gönderme olarak mı yapmış, onu etkileyen bir durum mu yaşamış? Birçok şeyin olması mümkün. Etkilendiği olay her ne ise bunları öğrenmeden önce resmi kendi sezgilerimle harmanlamayı severim. Bu ön yaklaşımla resmin bizim üzerimizdeki etkisinin yalın hâline dönüp bakmak isterim. Bu durum beni, resmin hikâyesini  ön yargısız ortaya çıkardığım konusunda ikna eder. Resmin içinde daha çok yer bulmama neden olur. Çünkü eseri düşüncelerimle kendimin tamamladığını algılarım.  Gözleriniz alt satırlara doğru kaymadan burada bir süre durun. Resme uzun uzun bakın ve sizin üzerinizde bıraktığı izlenimini düşünün. Zira benim anlatacaklarımla sınırlı kalmanızı istemem. 

Haydi, şimdi resme birlikte misafir olalım. Esere baktıkça sağdaki çocuk gözleriyle diğerleri suskunlukları ile bizi oraya çağırmaya devam eder. Resmin merkezine yerleşmiş üç figür var. Arkadan öne doğru nehirle başlayan paralel çizgilerin desteklediği sedyede, gözü kapalı olan melek; resmin ortasında, beyaz elbisesi ve kanatlarıyla  -resimde renkler ve atmosfer donuk olsa da- beyaz melek ambiyansı yumuşatır. Ressamın, küme küme kardelenlerin olduğu toprakta yer yer kırmızıya dönük fırça darbeleri ise resimdeki tek sıcaklık olur. Sarı renkler ise beyazla soğutulmuş olup yaygın bir hastalığı betimler. Koyu renkli pantolonu ile toprak rengi ceket giymiş olan çocuk sedyeyi tutar. Sağdaki çocuk izleyici ile doğrudan iletişim kuran tek figürdür. Çocuğun, çatık kaşları ve alt dudağının hafif yukarı kalkmasıyla bezginlik, öfke ve küskünlükle karışık olan duygularının anlamını çözmeye çalışırız. Gözlerimiz resimde sırayla gezerken meleğin bakışlarını yere doğru çevirmiş olduğunu görürüz. Melek, gözleri beyaz bir örtüyle kapalıyken bir kurbanı andırır. Kollarının ve yorgun omuzlarının ağırlığı onu öne doğru çeker. Süzgün vücuduyla sedyeyi oturarak tutar. Sağ elinde ise yeniden doğuşun ve iyileşmenin sembolü olan beş kardelen taşır. Yaralı kanatları ve çıplak ayakları ile bu sarı saçlı melek resme ismini verir. Bir sonraki siyah elbiseli ve şapkalı çocuğun bakışları gidecekleri yere doğru bakar. Yüzü profilden görünse de çocuğun gözlerinde taşıdığı yükle boynu hafif aşağı eğilir. Çaresizlikle ilerlemenin getirdiği ilginç kararlılığın verdiği sessizlikle yürür. Önde olmanın ayrı zorluğunu çeker. Onun bize bakmaya bile lüksü yoktur. Büyük ayakları sanki yaratıcının ona anlamlı bir armağanı gibidir. 

Ressam, 1903 yılında nihayete eren tabloyu beş yılda bitirmiştir. Hugo Simberg, Helsinki’de gerçek bir mekânı tasvir eder. Yine Helsinki’deki stüdyosunda bu resmin birçok denemesini yapar. Ama en ilginci de bu tabloyu yaparken hastalanmasıdır. Menenjit geçirir. İlaçlar fayda etmez. Resimle ressam arasında bir bağlantı olduğunu özellikle iyileşme sürecine katkı sağladığını öne süren çok düşünce olsa da resmin ilk bakıştaki bize kattığı anlamı bozmak istemem. Bunu ressam da istemez. O resimlerini açıklamaktan daima kaçınır. Ancak tablonun beş yılda tamamlanması, yaralı meleğin elindeki beş kardelen,  sedyeyle geçiş anı, sizde de acı ile umudun titreştiği bir tele dokunmuyor mu? 

Yaralı Melek, 2006 yılında oy birliğiyle Finlandiya’nın ulusal tablosu seçilir. Eserin yapılışının üzerinden yüz on dokuz yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ kendi adından söz ettirir. Bu da Hugo Simberg için büyük bir başarıdır.  Resmi bu denli etkileyici kılan ressamın tek bir sembolle çoklu anlatımı hedeflemesidir. Tabloya baktıkça anlamlar çoğalır. Fakat resme her baktığımda resmin özüne indiğimi hissettiren tek bir şey görürüm; günahsız yaralı meleği yine masum ve günahsız iki çocuk taşır.