Cennet Tapınağı

Gün doğmadan ayrıldım otelden, arkadaşlarım henüz uykudaydı. Biraz para bıraktım benim için de alışveriş yapsınlar diye. Zira onlar öğleye kadar alışveriş yapacaklardı. Pekin’deki son günüm, tek başıma gezeceğim. Bir gün öncesinden rehberime yolu güzelce tarif ettirdim. Metro ile gideceğim için harita üzerinde aktarma yapacağım metroyu ve ineceğim istasyonları tek tek işaretledim. Hangi kapıdan çıkacağımı, hangi hattı kullanacağımı iyice öğrendim. Hava temiz, gökyüzü berraktı. Rüzgâr gökyüzünün kirini, dumanını temizlemişti. Metro istasyonuna inip yolculuk için kart aldım. Bu arada Pekin’de ulaşım oldukça ucuz, bilhassa metro. Tek kullanımlık kartlar satılıyor. Girerken okuttuğunuz kartı, çıkarken cihazın içine bırakıyorsunuz. Metroya binmeden güvenlik kontrolünden geçiyor olmak, alışkın olmadığım bir şeydi. Burada birkaç gün içinde ona da alıştım. Sağ salim ve rahat bir yolculuktan sonra tapınağa vardım.

En dıştaki girişten biletimi alıp yemyeşil ağaçların, çimler arasında rengârenk binaların bulunduğu dış bahçeyi gezdim önce. Sabahın ilk ışıklarıyla gelmiş insanlar. Farklı binalardan farklı müzikler yükseliyor. Dans eden, spor yapan, koro hâlinde şarkı söyleyen, yoga yapan insanlar… Ellerinde farklı ve eski müzik aletleri olan bir grup vardı örneğin. Çaldıkları aletlere aşina değildim ama dinlemekten kendimi alamadım. Eskimiş müzik aletlerinden çıkan toz zerreciklerinin ışıktaki danslarını uzun uzun seyrettim. Müziğe ince sesleriyle eşlik eden Çinli ihtiyar kadınları da unutmadan eklemeliyim. Onların yanı sıra örgü ören, sohbet eden, taş ve kâğıt oyunları oynayan, geneli orta yaşın üstünde olan insanlar vardı. Gruplar hâlinde olup rehberleri eşliğinde dolaşan turistler, benim gibi yalnız takılanlar, çocuklarını gezdiren Çinliler, dua eden insanlar…

Tapınağı önce uzaktan seyrettim. Taş duvarların ardından, yeşil ağaçların arasından… Tıpkı bir zamanlar Bursa’da Yeşil Türbe’yi seyrettiğim gibi. Nedense orayı anımsattı bana. Yumuşak bir ışık altında gülümsüyordu Cennet Tapınağı. Rengi hoş, duruşu heybetli, mimarisi gönül okşayıcı…

Tapınağın içinde bulunduğu avluya girmeden giriş için bir bilet daha alıp selamladım yapıyı. Bu avluda ağaç yoktu. Taş ve ahşabın hâkimiyeti vardı her yerde. Taşın renksizliğine inat ahşabın renkliliği; kırmızı, yeşil, mavi, sarı. Hemen yanımda rehber, bir grup turiste bu renklerin anlamlarını anlatıyordu. Söylediğine göre bu renkler dört elementi temsil ediyormuş. “Şehir içindeki ticari taksilerde bile görebilirsiniz bu renkleri.” diyordu. Dikkat edebildiğim kadarıyla taksiler yeşil-sarı idi.

Cennet Tapınağı, bir zamanlar tüm dinî ayinlerin ve ritüellerin yapıldığı bir yer imiş. Ana binanın özelliği, tamamen ahşap olması ve inşasında çivi kullanılmamış olmasıydı. Mimarisine daireler ve kareler hâkimdi. Kare dünyayı, daire ise cenneti temsil ediyor. Tapınak dünya ile cennetin birleşme noktası olduğundan, kare ve daireler buradaki binalarda birleşiyor.

Halk ile tanrılar arasında aracı kabul edilen imparator, kışın gün dönümünde, senenin mahsullerinin iyi olması için dua edermiş burada. Üç gün öncesinden oruç tutar, meditasyonla arınır ve Tanrılarla konuşurmuş. Geceyi mahsul duası binasında geçirir, ertesi sabah yuvarlak sunakta tanrılara hayvan kurban edermiş. O anın temsili olarak sunumunu tapınak içindeki özel bölmede görebilirsiniz.

İyice gezdiğime, yeteri kadar fotoğraf çektiğime kanaat getirip ayrıldım bu güzel yerden. Metroya binmeden önce üst geçitten karşıya geçip her normal insan gibi alışveriş yaptım. Çanta, cüzdan, hediyelikler, ipek, kıyafet, oyuncak, saat, telefon, elektronik cihazların olduğu bir alışveriş yeriydi burası. İşimi bitirince yola çıktım. Metroya binmekten vazgeçip taksiye bindim. Taksiciye elimdeki metro haritasından gideceğim yeri gösterdim çünkü İngilizce bilmiyordu. Ticari taksi idi ve yol tutarını cihazdan takip edebiliyordum. Fatura da kesiyor olduğunu gördüm. Bu defa yerin üstünden gitmenin avantajı olarak etrafı seyredip kendimce Çin hakkında izlenimler edindim. Yollar düzgün, alt ve üst geçit bol, etraf yeşil… Yer yer trafik yoğun olsa da uzun uzun beklemedik hiç. Büyük ve ilginç binalar, salkım söğüt ağaçları arasında pembe, sarı, turuncu çiçekler, yürüyen insanlar…

Tapınak kompleksinin içinde ve bahçede birçok bina var. İmparatorun kurban için kullandığı sunak üç kademeden oluşuyor. Bu üç kademe; insan, dünya ve cenneti temsil ediyor. Beyaz mermerden yapılmış. Merdivenlerin ortalarında, yasak şehirdekiler gibi kabartmalar… Sunağın tam ortası, dünyanın merkezi kabul ediliyormuş.

Hayvanat Bahçesi

Çin’e gelip sembollerinden biri olan pandaları görmemek olmazdı. Tapınaktan sonra kalan vaktimi burada geçirmek oldukça isabetli bir karar olacaktı ve oldu da. Çok bir beklentim yoktu açıkçası çünkü yeterince hayvanat bahçesi görmüştüm. Amacım panda görmekti desem yalan olmaz. Bir daha gelememe ihtimali korkuttu açıkçası. Gitmişken niye görmedim, pişmanlığını yaşamak istemedim.

Bilet alıp hızlı bir tura karar verdim. Önce bambu ağaçları -ki onları görmek de benim için ilkti- ve pandaları görmeye gittim. Sürekli uyuyan tembel pandalar… Hoştular. Biri ağacın başında uyuyor, biri kendisi için hazırlanan sedirde. Biri bahçede uyuyordu oraya vardığımda. Ayağa zorla kalktı. Küçük bir tur attı ve yine yattı. Sevimli hayvanlar şu pandalar.

Birbirinin üzerinden bir şeyler ayıklayan yetişkin maymunları ve oyuncaklarla oynayan küçük maymunları izlemek eğlenceli idi. Bir o yana bir bu yana dolaşan kutup ayısını, kirpiyi, tilkiyi, deve kuşunu, havuz başında güneşlenen boz ayıyı, çeşit çeşit kuşları, suda süzülen kuğuları görmek de güzeldi. Su, yeşillik, salkım söğütler, kuş sesleri, çiçekler, çeşit çeşit hayvanlar, neşeli çocuklar, cıvıl cıvıl insanlarla güzel bir etki bıraktı üzerimde hayvanat bahçesi.

Akvaryuma da gireyim tam olsun, deyip çok da ucuz olmayan bileti aldım. Çeşit çeşit balıklar, su sesleri ve balıkların hareketini izlerken müzik dinleyebileceğiniz loş seyir odaları… Hızlı bir turdan sonra çıkıp yolumun üzerindekileri pandaları bir kere daha ziyaret ettim. İlginç bambulara baktım bir daha göremeyeceğimi düşünerek. Oysa şimdi bambu hayatımın merkezinde, jakarandalarla birlikte.

Son bir kez yemek yemek üzere restoranda arkadaşlarımla buluştuk. Biraz geç kalmıştım. Yemeğimizi yer yemez havalimanına geçecektik. O heyecanı hâlâ hissedebiliyorum. Hâlâ rüyalarımda uçak kaçırırım. Neyse ki bu sefer şansım yaver gitti. Hem yemeğe hem uçağa yetiştim.

Uçağımız havalanırken gönlümde güzel bir geziden arta kalan tatlı huzur ve aklımda mutluluğu temsil eden Çin kırmızısı binalar, fenerler vardı. Sisler içinden bir şehir el sallıyordu ardımdan. Yeniden gelebilmek dileğiyle Çin. Görüşmek üzere…