Adımı unutan topraklara mektuplar yazıyorum,
Bazen rüzgârın bile taşıyamadığı harflerle…
Her harfim bir kırık cam gibi dökülüyor satırlara,
Her mektup, içimde filizlenememiş bir ağacın ağıdıdır.
İnsan ait olmadığı yerde büyür bazen,
Kök salamaz ama dallanır.
Başka duvarlara tutunur sarmaşık gibi
Kendine ait bir gökyüzü icat eder suskunluğundan.
Bir dilin ucunda kalırsın,
Bir çeviri hatası gibi hep yarım, hep eksik.
Sürgün edilirsin bir cümlenin ortasında,
Noktası unutulmuş bir dua gibi—
Tamamlanmamış, duyulmamış.
Kimse bilmez seni
Hatırlanmak bile lüks olur bazen.
Adını sorsalar
Yalnızca harflerini söylersin—
Kendi sesinden bile utanarak…
Çünkü bazı harfler, bazı yaralara denk gelir.
Bana “Niçin?” diye soran olmadı.
Oysa ben her gece aynı rüyaya soruyorum:
“Nerede eğrildi bu yol?
Neden kırıldı içimdeki gövde?
Ne zaman çocukluktan düşen bir yıldız gibi
Karanlığa düştü içimdeki ışık?”
Hayatın ortasında
Küçük bir sızı gibi yaşadım.
Bir yanım hep uykuda kaldı
Diğer yanım hep uyanık, hep tetikte.
Ne iz bıraktım
Ne geri dönecek bir yolum oldu.
Sanki ben değil, hatıralarım yürüdü benden önde.
Geceleri rüyama giren eski sokaklar var,
Bir zamanlar yumuşakça bastığım taşlar…
Şimdi ayaklarımı kesiyor düşümde bile
Çünkü zaman bile bazı izleri affetmiyor.
Sıla dediğin şey,
Bazen kendi içinden sürülmesidir insanın!
Ve insan bazen kendi kalbinden bile iltica eder.
Ben bir kadınım,
Ne kahraman ne kurban!
Sadece—unutulmuş,
Tarih kitaplarının kenarına düşülmüş bir dipnot gibi.
En çok unutulmuşlar hatırlar aslında:
“Nasıl kuruldu yer yurt,
Nasıl yıkıldı bir umut?”
Çünkü yokluk, hafızayı keskinleştirir.
Yalnızca adımı aldım yanıma,
Bir de belleğimi.
Her gece başka bir memlekette uyandığımda
Hatırlıyorum:
“İnsan, bazen hiçbir yere ait olmamakla insan olur.
Çünkü her yerden sürülen,
Gözleri yönünü kaybetmiş yüreklere rehber olur!
Ve kalbi, yersiz yurtsuzlara açılmış bir kıble.