Roza AYTMATOVA (Kırgızistan Kadınlar Kongresi Üyesi)

Röportaj: Alimcan ALİBEKOV

Tercüme: İbrahim TÜRKHAN

“Cengiz Aytmatov’un 95, Törekul Aytmatov’un 120. yılına ithafen.”

Aytmatov ailesi içinde ünlü yazara en çok benzeyen kardeşi, Roza Aytmatova’dır. Röportajın bu bölümünde, ağabeyiyle ilgili daha önce duymadığımız bilgilerin yanı sıra, babası Törekul Aytmatov, annesi Nagima Hanım, repressiya ile onun kurbanları, eğitim ve öğretimin insan hayatındaki yeri gibi konularda sohbet edecektir.

Alimcan ALİBEKOV: Roza Törekulovna, ben Aytmatov’un kitaplarının ektisinde kalarak gazetecilik bölümünü tercih ettim. Onun kitapları beni değiştirdi. 

Roza AYTMATOVA: Ağabeyimin beni de kitap okumaya alıştırdığını hatırlıyorum.

A.A: Nasıl oldu?

R.A: Ben, üçüncü ya da dördüncü sınıfta okurken başımdan geçen bir hadiseyi hatırlıyorum. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda bir süreliğine Ciyde köyünde yaşadık. Cengiz Ağabeyim, Kazakistan’ın Jambıl şehrindeki Meslek Okulunda okuyordu. Her pazar eve gelirdi. Bir kere geldiğinde: “Sen kitap okuyor musun?” diye sordu. “Evet, okuyorum.” diyerek ders kitaplarımı gösterdim. “Hayır, edebî kitapları kastediyorum. Okullarda kütüphane oluyor ya. Oraya gidip kaydol. Oradan kitap alabilirsin.” dedi. Kirov hakkında yazılan “Malçik iz Urcuma” (Urcuma”dan Gelen Çocuk) isimli kitabı okudum. Ağabeyim sonraki gelişinde o kitabı görüp: “Hah, işte şimdi oldu! Anlat bakalım, konusu neymiş?” dedi. Anlattım. Ağabeyim büyük bir memnuniyetle dinledikten sonra, “Bu kitabın yerine başka kitap almayı unutma!” dedi. Bu şekilde bana kitap okuma alışkanlığı kazandırmış oldu. Ama özellikle bizim üzerimize düşme gibi bir durumu olmadı. 

Bazen gazeteciler, “Küçükken ne tür oyunlar oynuyordunuz?” şeklinde sorular soruyorlar. Birincisi, ağabeyim benden dokuz yaş büyük. İkincisi bizim çocukluk yıllarımız tam da İkinci Dünya Savaşı’na denk geldi! O, bizim hem ağabeyimiz hem de babamız oldu. Küçük yaşta çalışarak evimizi geçindirdi. Sonra 1954 yılında Bişkek’in yukarı kesiminde Çon-Arık köyüne göçtük. O köyün okulunda okumaya başladım. Derslerimde başarılı bir öğrenci olduğum için -7 Kasım mı idi yoksa yeni yıl mı, tam hatırımda yok- bana bir kitap seti hediye ettiler. Puşkin’in üç ciltlik kitabıydı. İç sayfasında Rusça olarak “Çon-Arık Ortaokulunun en çalışkan öğrencisine!” yazıyordu. O yıllarda ağabeyim köyün çiftliğinde veteriner olarak çalışmaktaydı. Kitapları yanıma alarak eve gelince “Bana böyle kitap verdiler.” diye övündüğümü hatırlıyorum. 

A.A: O yıllarda ağabeyiniz üne kavuşmuş muydu?

R.A: Hayır, henüz ünlü olmamıştı. O gün evimize cam raflı bir kitaplık satın almıştı. Dışarı çıkıp geri geldiğimde ağabeyim kitapların sayfalarına bakıyordu. “Bu kitaplar klasik! En güzel yere koyayım.” diyerek kitaplığın en üst rafına koyduktan sonra “Bunlar burada dursun. Gerektikçe alır okursun. Ben de okurum.” dedi. 

A.A: Ağabeyinizin kitapları birbiri ardı sıra çıkmaya başlayıp halka tanınmasını hatırlıyorsunuzdur. Anneniz ya da genel olarak ailenizdekiler, aile üyelerinden birinin ünlü olmasını nasıl karşıladı? Ondan korkma falan oldu mu?

R.A: Ağabeyim Lenin Ödülü’nü aldığı zaman, televizyondan gelip ağabeyimin fotoğraflarını istediler. Ağabeyim küçükken büyükannem ona geleneksel Kırgız kıyafetlerini giydirmiş. Başında özel kalpak, üzerinde çapan, belinde kemer olan güzel bir fotoğrafı vardı. Ayrıca yaz mevsiminde giyilen yine geleneksel giyimiyle çekildiği fotoğrafı da vardı. Onları vermiştik. O fotoğraflar televizyonda gösterilmeye başladı. Annem ilk defa görünce: “Ah, kurban olduğum! Askar’ın fotoğrafını gösteriyor!” diyerek sevincini belirtti. “Anne, o Askar ağabey değil, Cengiz ağabey.” deyince annem çok şaşırdı. Annem o şaşkınlık ve sevinçle ağabeyimi epey bir övdü, onunla övündü. Sonra ağabeyimin o fotoğrafları kayboldu. Biz de arkasına düşüp aramamışız. 

Annem Cengiz ağabeyimle ilgili olarak “Sağlıkta esenlikte olsun. Allah korusun!” diye dua ederdi. Ağabeyim Lenin Ödülü’nü alıp Moskova’dan döndüğünde de hastanede yatıyordu. Ağabeyim havaalanından doğruca hastaneye gitti. Zavallı annem ağabeyime sarılıp bir süre içli içli ağladı… İşte öyle olmuştu. Başımızdan epey bir zorluk geçmişti ya… Cengiz ağabeyim de hayatın güzel ve zorlu yanlarını birlikte karşıladı. Sallandı ama yıkılmadı. Ama makam ve mevkisi büyümesine rağmen başkalarına bir kere bile üstten bakmadı. Bu yönü ona annemden geçmiş olmalı. Annem Nagima oldukça alçak gönüllü, arkadaş canlısı biriydi. Zengin birinin kızıymış. İlk eğitimini medresede almış. Dört yıl orada okuduktan sonra babası onu Karakol’daki Rus okuluna yazdırmış. O okul günümüzde de faaliyette. Annem Rusçayı, Tatarcayı ve Kırgızcayı iyi derecede bilirdi. Müslümanlıkla ilgili bilgisi de epey vardı ama uygulama konusunda aşırıya gitmezdi. 

A.A: Aldığı terbiyeden dolayı mı?

R.A: Aileden geliyor olmalı. Annesi Orta Asya ve Sibirya bölgesinde din hizmetleri alanında en büyük makamda olan adamın kızıydı. Müslümanlığa çok sıkı bağlı olduğunu söylüyorlardı. Hayattayken bir kere bile fotoğraf çekilmemiş. Dedemiz ise dediği dedik olan, sözünden geri adım atmayan sert karakterli biriymiş. Anneannemiz dedemizin o karakterine dayanan, akıllı bir kadınmış. Anneannem vefat ettiğinde “Günahı bize olsun!” deyip üzerine gül demetleri koyarak yüzünün fotoğrafını çektirmişler. O fotoğraf şu an bende. Annem muhafaza ederdi. Vefat etmiş birinin fotoğrafı diyerek herhangi bir yerde çıkarmadık. 

A.A: Babanızla ilgili de cümleler kurdunuz. Onun da sebepleri olsa gerek.

R.A: Bu yıl benim için önemli yıllardan biri. Sadece ağabeyim Cengiz’in 90. (şimdi 95.) yıl dönümü değil, babam Törekul Aytmatov’un doğumunun 115. (şimdi 120.), babam ve arkadaşlarının naaşlarının bulunduğu Ata-Beyit’in 80. (şimdi 85) yıl dönümü olacak. Üçü de benim için oldukça zor, oldukça büyük ehemmiyete sahip olan tarih. Ben anmayacaksam kim anacak? 

Babamın yaptığı işler hakkında küçük bir kitap hazırlamıştım. Kısaca onlara değinecek olursak: Babam 1929 yılının Kasım ayından 1931 yılının Nisan ayına kadar Kırgız Otonom Sovyet Cumhuriyeti’nin Tarım Baş Müdürlüğü görevinde bulunmuş. O iki yıllık sürede yaptıklarını araştırdım. O yıllarda sanayi adına herhangi bir tesis yok. Kırgız Otonom Sovyet Cumhuriyeti 1926 yılının Şubat ayında oluşturulmuş. Anayasası, başkenti, dili, bayrağı, marşı gibi hususların hepsi de belirlenip tasdiklenmiş. Ama diğer ülkelerle rekabet edebilmesi için güçlü bir sanayi olması gerekiyor. İşte o zor görevi babama vermişler. O günlerde babam sadece 26 yaşındaymış. Yaşının genç olmasına bakmaksızın Kırgızistan’ın sanayisinin temelini atmak ve geliştirmek için işe girişmiş. Arşiv belgelerinde onun konuşmaları ve yaptıkları var: “Öncelikle hidroenerji alanına yatırım yapmak gerekir. Aksi hâlde Kırgızistan’ın sanayisini geliştirmek mümkün değil.” diyor. Kırgızistan’ın nehirlerini sayıp onların hangi kısımlarında baraj kurulabilir konusunu göstermiş tek tek. Kömür çıkararak termik santral kurmanın mümkün olduğunu söyler. Otuzuncu yıllarda Bişkek’in ihtiyaçlarını karşılamak için ilk termik santralin kuruluşunu başlatmış. O santral 1931 yılında faaliyete geçmiş. Belgelerde “Baraj kurmak için yerleşim yerlerinden uzak olan o alanlarda işçilerin yaşaması için ev vb. gerekli. Onların bir an önce kurulması şart”. O yıllarda otomobil ve kamyon gibi ulaşım araçları olmadığı için inşaat malzemelerini at arabalarıyla, kağnılarla taşımışlar. “Öküz ve atlar için şu kadar yem, şu kadar su, şu kadar küspe gerek.” diyerek onları bile tek tek tablolar hâlinde hazırlamış. Sonunda o zorlu şartlarda baraj kurulmuş. 

A.A: Bir soruma daha cevap verseniz. Ağabeyiniz kardeşlerine ve çocuklarına karşı ne tür muamelede bulunurdu?

R.A: “Kurban olayım, gözünü seveyim!” gibi ifadeler kullanmazdı. Diğer yandan “Sen şöylesin, sen böylesin…” gibi ifadeler de kullanmazdı. Etrafındakilere her zaman sabırla ve eşit şekilde davranırdı. Evdeki davranışlarıyla, dışarıdaki davranışları farklı değildi. Herhangi bir konuda sınırları aşacak şekilde davranmazdı. Allah ona öyle bir karakter vermiş olmalı.

A.A: Ünlü olan birinin yükü ağır olur. Siz onu nasıl taşıdınız? Sizi görenlerin hepsi de “Aytmatov’un kızkardeşi” diyorlar ya.

R.A: Evet, öyle oluyormuş. Özellikle de ağabeyimin vefatından sonra birçok kişi: “Ah, ben onu falan yerde görmüştüm, konuşmuştuk.” Ya da “Gördüm ama bir kere bile konuşamadık.” gibi şeyler söylüyor. O tür sözlerin hepsine de şahit oluyormuşsunuz. İşin gerçeği, ben ünlü birinin kız kardeşi olmayı özellikle istemedim. Bu, bana Allah’ın verdiği bir özellik. Ama bu konuda herhangi bir şekilde övünmüyorum. İnsanların bana karşı ilgilerinin çoğunun soyadımdan kaynaklandığının farkındayım.

A.A: İnsanların eskiden beri konuştuğu bir konu daha var. “Cengiz Aytmatov Calal-Abad’da, Oş’ta doğdu.” diyorlar. Buna Talaslılar kırılıyor. Bu konuyu açıklığa kavuştursanız…

R.A: Bunlar bir yana, Karakol’da doğduğunu söyleyenler de var! Çünkü bizim ailemizde altı çocuk varmış. Cengiz’den önce bir ağabeyim daha varmış. Annemle babam 1925 yılında evlenmişler. Belgeleri bende. Demek ki 1926 yılında ilk çocukları oluyor. O, bir veya bir buçuk yaşındayken -bulaşıcı hastalıktan mı, neden olduğunu tam bilmiyorum- vefat etmiş. Sonra 1928 yılının Aralık ayında Cengiz doğmuş. İlk çocukları olduğunda babam Karakol’da çalışıyormuş. Sonraki yıllarda, Cengiz ünlü olunca Karakol’un doğumhanesinde ilk çocuğun ebesi çıktı ortaya: “Ben onun ebesiyim!” diyerek. O çocuğun Cengiz olmadığını anlattım! Annemden sorunca “Orada doğan ilk çocuğumuzdu.” dedi. 

A.A: Peki Calal-Abad’da doğduğu konusunun gerçeklik payı ne kadar?

R.A: İlk çocuklarının vefatından sonra, Ekim ya da Kasım ayında babam Törekul’u “Sanayi odası başkanı olacaksın.” diyerek Bişkek’e görüşmeye çağırırlar. Babam gelmeye karar verince, annem “Ben de seninle birlikte geleyim.” der. O yıllarda Calal-Abad’da doğumhane yokmuş. “Diğer çocuğumuz gibi vefat etmesin. Bari Frunze’de (Bişkek) doğurayım.” diye düşünmüş olmalı. O günlerde köyden “Ayımkan nine çok hasta.” şeklinde bir telegraf gelmiş. İkisi birlikte Şeker’e gitmişler. Annem Calal-Abad’dan Frunze’ye, Frunze’den Şeker köyüne yolculuk yaptığı için hamile hâliyle epey bir yıpranmış. Tam da o günlerde doğumun günü gelmiş olmalı ki sancıları başlamış. Bir yerde yazılıydı, “Falanca ebemiz var.” şeklinde. Bazen karşılaştığımızda “Ben Cengiz’in ebesiyim.” derdi. O yıllarda Cengiz’in ünlü biri olacağını kim düşünürdü? Aradan biraz vakit geçmiş. Tekrar Calal-Abad’a gitmişler. O günlerde babam Törekul Calal-Abad Bölge Başkanı olarak nüfus idaresindekilere; “Biz köye gittiğimiz zaman çocuğumuz oldu. Köyde belge verecek bir birim yok. Bir doğum belgesi hazırlayın.” der. Onlar da ağabeyimin doğum yerini Calal-Abad diyerek yazıp bir doğum belgesi verirler. 

2- бөлүк: Башталышы Хелезон журналынын мурунку санында.

«АГАМ МЕНИ ЖАШТАЙЫМДАН КИТЕП ОКУУГА БАГЫТТАДЫ»

Роза АЙТМАТОВА, Аялдар кыймылынын көрүнүктүү лидери

Маэктешкен Алимжан Алибеков

Чыңгыз Айтматовдун 95 жана Төрөкул Айтматовдун 120 жылдыгына карата

Айтматовдор үй-бүлөсүнөн улуу жазуучуга эң эле окшошу – Роза Төрөкуловна. Бүгүн ал агасы, анын өлкөбүздүн экономикасына кошкон салымы, атасы Төрөкул, апасы Нагима, репрессия жана адам тагдырлары, билим менен илимдин адам турмушундагы орду тууралуу кеп кылмакчы.

оза Төрөкуловна, мен Айтматовдун китептеринин таасиринде журналистикага келдим. Алар менин ойлорумду өзгөрттү.

-Агам мени да адабий китеп окууга кызыктырганы эсимде.

Кантип?..

-Мен үчүнчү-төртүнчү класста окуганымдагы бир окуя эсимде калыптыр. Согуштан кийинки жылдары биз Жийде деген айылда жашап калдык. Чыңгыз агам Жамбылдагы техникумда окуйт. Базар сайын үйгө келип турар эле. Бир жолкусунда: “Сен китеп окуйсуңбу?”,-деп сурады. “Ооба, окуйм”,-деп окуу китептеримди көрсөттүм. “Жок, адабий китептерди айтып жатам. Мектепте китепкана деген бар. Ошого жазыл. Ошондон китеп алып кел»,-деди. Киров жөнүндө «Мальчик из Уржума» деген китепти алып окудум. Байкем көрүп: «Азаматсың! Айтып берчи!»-деди. Айтып бердим. “Эми ушул китепти алып барып өткөр да, башкасын алып кел!”-деди. Ушинтип мени китеп окууга багыттады. Бирок артыбыздан түшүп алчу эмес. Кээ бир журналисттер сурайт: «Кандай оюндарды ойнойт элеңер?”,-деп. Биринчиден, ал менден тогуз жаш улуу, анан согуш кезинде кайдагы оюн! Ал бизге ага да, ата да болду. Иштеп бизди бакты. Кийин, 1954-жылы Бишкектин жака белиндеги Чоң-Арыкка көчүп келдик. Чоң-Арык мектебинде окуп калдым. Мен жакшы окучу элем. Мага 7-ноябрбы же жаңы жылбы, иши кылып, бир жолку майрамда белек беришти. Ал Пушкиндин үч томдугу болчу. Ички бетине «Самой лучщей ученице Чоң-Арыкской средней школы» деп жазып коюптур. Ал кезде Чыңгыз аке фермада зоотехник болуп иштеп жүрөт. Чоң-Арыкта болчу фермасы. Үйгө “Ушинтип мага белек беришти” деп мактанып келдим.

-Атактуу болгон учуру беле?

-Жок, боло элек. Ошол күнү айлыгына мобул сыяктуу шкаф сатып алыптыр (Редакциядагы шкафты көрсөтүп). Эшиктери айнектелген. Мындан куушураак. Келсем жанагы китептерди барактап, «Бул классика! Эң ардактуу орунга коеюн”-деп, жанагы шкафтын жогору жагына үч томду коюп, «Ушул жерде турсун, керегинде алып окуйсуң. Мен да окуймун»,-деди.

Агаңыздын китептери биринин артынан бири чыгып, элге тааныла баштаганы эсиңиздедир. Апаңыз, дегеле үй-бүлөдөгүлөр мындай атактуулукка кандай мамиле кылышты? Андан чочулаган жокпу?

-Лениндик сыйлыкты алганда, телевидениеден журналисттер келип сүрөттөрүн сурап кетти. Бала кезинде чоң энем кыргызча кийиндирип, белине кемер байлатып, башына суусар тебетей кийгизип, сүрөткө түшүрүптүр. Ушундай жакшынакай болтойгон бала экен. Кыргыздын жайкы кийимин кийип түшкөн сүрөтү да бар болчу. Анан ошолорду телевидениеден көрсөтүп жатышат. Апам көрүп олтуруп, минтип атпайбы: “Ий айланайын, Аскардын сүрөтүн көрсөтүп жатат да?”. «Аскар эмес, бул Чыңгыз десем», — ага күтүлбөгөн нерсе болду. Апам мактайт, теледен көрсөтөт деп ойлобосо керек. Кийин ошол сүрөттөрү жоголуп кетти. Биз дагы артынан түшүп сурабаппыз. Апам Чыңгыз агамды «Аман болсун, кудай колдосун!» деп койчу. Ошол Ленин сыйлыгын Москвадан алып кайтканда да, ооруканада жаткан. Агам аэропорттон түз эле ооруканага барды. Апам байкуш сүйүнгөнүнөн кучактап ыйлаган… Эми ушундай болгон. Баштан көп кыйынчылык өттү да… Чыңгыз агам да турмуштун кыйынчылыгын, жакшылыгын бирдей көтөрдү. Чайпалбады, төгүлбөдү. Бирок көтөрүлүп бирөөгө бирдеке деген жок. Ушул мүнөзү апамдан өттү го деп калам. Апам Нагима абдан жөнөкөй, абдан адамгерчиликтүү киши болчу. Бай кишинин кызы экен. Алгач медреседе окуптур. Төрт класс окугандан кийин атасы Караколго орус гимназияга бериптир. Ал гимназия али күнгө чейин бар. Апам орусчаны, татарчаны да бирдей билген, кыргызчаны да жакшы түшүнгөн мусулманчылыкка бекем, бирок өтө аша чаппаган адам эле.

-Тарбиядан уламбы?

-Үй-бүлөдөн го дейм. Апасы Орто Азия, Сибирь чөлкөмү боюнча дин жагынан эң жогорку кызматта турган кишинин кызы болгон. Мусулманчылыкты өтө катуу кармачу дешет. Тирүү кезинде сүрөткө да түшпөптүр. Таятабыз болсо, айтканы айтканындай, дегени дегениндей болгон, курч мүнөз киши экен. Таенебиз ошонун баарын көтөрө билген, акылгөй адам болуптур. Таенем өлгөндө, күнөөнү өзүбүзгө алалы деп, үстүнө гүлдүү жапкыч жаап, сүрөткө тартып калышат. Ал сүрөт азыр менде. Апам сактап жүрчү. Өлгөн кишинин сүрөтү деп эч жерге чыгарган жокпуз.

-Атаңыз тууралуу айтып калдыңыз, ага да жүйөөлүү себептер бар го дейм?

-Быйылкы жыл мен үчүн өтө маанилүү жылдардан. Бир гана агам Чыңгыздын 90 жылдыгы эмес (азыр 95), атам Төрөкул Айтматовдун туулганына 115 жыл  (азыр 120), аталарыбыздын сөөгү жаткан Ата-Бейиттин да 80 (азыр 85) жылдыгы болот. Үч дата дал келип жатат. Үчөө тең мен үчүн өтө оор, өтө маанилүү. Мен эскербесем, анан ким эскерет! Атамдын ишмердигине арнап кичинекей китепче жаздым. Ал 1929-жылдын ноябрынан 1931-жылдын апрелине чейин Кыргыз АССРинин Эл чарба Борбордук Советинин председатели болуп кызмат өтөйт. Ошол эки жыл ичинде аткарган иштерин карадым. Ал кезде өнөр жай деген жок. 1926-жылы февралда Кыргыз АССРи пайда болот. Конституциясы, борбор шаары, тили, желеги, герби, ушулардын баары бекилет. Бирок башка өлкөлөргө теңелиш үчүн күчтүү өнөр жайы болуш керек. Ушундай татаал жумушту биздин атабызга бериптир. Анда ал болгону 26 гана жашта экен. Ошого карабастан Кыргызстандын өнөр жайын өркүндөтүүгө бел байлаптыр. Архивдик документтеринде, бир топ протоколдорунда жүрөт. “Адегенде гидроэнергетиканы куруу керек. Болбосо Кыргызстанда өнөр жайды өнүктүрүү мүмкүн эмес” дейт. Кандай дарыя-суулар бар, кайсыл жерде гидростанцияны курууга болот, көмүр казууну колго алып, ошонун негизинде жылуулук электростанцияларын курууга болорун айтат. Отузунчу жылы ушул азыркы борбор шаарыбызга жылуулук электр станциясын курган экен. Отуз биринчи жылы ошол электростанция электр жарыгын бере баштаптыр. Мындай жери да бар протоколдо: “Гидростанцияны куруш үчүн жумушчуларга үй керек, үйдү тезинен куруу зарыл”. А кезде машина жок, курулуш материалдарын араба менен алып келишет. Өгүз, ат чегилген арабалар. Өгүз менен аттарга мынча чөп, мынча суу, мынча жем керек деп, бүт баарын таблицага салып эсептеп көрсөтүптүр. Ошондой шартта гидростанцияны курушкан.

-Эми дагы бир суроомо жооп берсеңиз. Айтматов бир туугандарына, балдарына кандай мамиле кылчу эле?

-Айланып, кагылып кетейин дечү эмес. Урушуп, сен андайсың, мындайсың дечү эмес. Баарына сабырдуулук менен тегиз мамиле кылчу. Мүнөзү кандай болсо, турмушта да ошондой болчу. Тигиндей-мындай деп чектен чыкчу эмес. Кудай ушундай мүнөз берген окшойт.

-Атактуу адамдын жүгү оор. Аны кандай көтөрдүңүздөр? Сизди көргөндүн баары эле Айтматовдун карындашы деп калышат да?

-Ошондой болот экен. Айрыкча а кишинин көзү өткөндөн кийин көп кишилер: “Ий мен көрдүм эле паланча жерде, сүйлөштүм эле, же сүйлөшө албай калдым эле”-деп айта беришет. Анан баарын угасың. Мен эми атайын атактуу кишинин карындашы болоюн деген жокмун да! Кудайдын берген тагдыры. Анча деле көп мактанып кетпейин. Мага болгон элдин кызыкчылыгы негизинен фамилиям аркылуу экенин түшүнөм.

-Элдин арасында Чыңгыз Айтматов Жалал-Абадда, Ошто төрөлгөн дегендер бар. Буга Таластан​ таарынгандар бар. Ушуну тактап берсеңиз…

-Ал турсун Караколдо төрөлгөн дегендер бар. (Күлүп) Анткени биздин үй-бүлөдө өзү алты бала болуптур. Чыңгыздан мурун бир эркек бала болгон. Биздин ата-энебиз 1925-жылы баш кошкон экен, күбөлүгү бар менде. Сыягы 26-чы жылы биринчи балалуу болушкан окшойт. Ал бала бир жаш, бир жарым жашка чыкканда инфекцияга чалдыкканбы, мен кандай себеп экенин билбейм, чарчап калат. Анан 28-чи жылы декабрда Чыңгыз төрөлөт. Биринчи бала төрөлгөндө атам Караколдо иштеп турган мезгили да. ​ А кийин Чыңгыздын аты чыкканда Караколдон биринчи баланын акушеркасы чыкпадыбы, “Мен ​ киндик энеси болом!”-деп. “Ой ал эмес!”-деп мен түшүндүрдүм. Апаман сурасам, ​ “Ал биринчи бала болчу” деди.  

-Жалал-Абадда төрөлгөн деп айткандардын канчалык чындыгы бар?

-Биринчи баласы чарчап калгандан кийин, октябрбы, ноябрбы Төрөкулду биякка өнөр жай комиссары болосуң деп аңгемелешүүгө чакырат. Анан Төрөкул кетем десе, апам “Мен деле сени менен бирге барам” дейт. Ал кезде Жалал-Абадда төрөткана жок экен. Тигил балабыздай болуп, жоготуп албайлы, Фрунзеге барып эле ошол жактан төрөп келейин деп ойлосо керек. Анан эле айылдан “Айымкан апа катуу ооруп жатат” деген телеграмма келет. Экөө Шекерге барышат. Апам Жалал-Абаддан Фрунзеге, Фрунзеден Шекерге жол жүрүп кыйналат. Бир жагы ай-күнү жетип турат. Анан ошол жерден толгоосу кармап калат. Бир жерде жазылуу эле, бирдеке эне дегенибиз бар​ эле. Айтып жүрчү “Мен Чыңгыздын киндик энесимин” деп. Эми ал кезде ​ким эмнени ​ойлоптур! Убакыт өтөт. Анан Жалал-Абадга келишет.​ Ал кезде Төрөкул Жалал-Абад обкомунун секретары ЗАГСтагыларга айтат: “Биз жолдо жүрүп балалуу болуп калдык. Бул балага документ алыш керек эле. Айылда ЗАГС жок, силер жазып бергиле” дейт. Анан алар  Жалал-Абадда төрөлдү деп жазып берет.

(Бул маэк, Кут-Билим гезитинин 2023-21-Апрелдеги санында жарык көрүп, кыскартылган түрдө алынды.