Bir kelime, ne cüretle hem başıboş bırakır insanı hem paramparça eder?

Sessizce yıkmalar mesleği olmuş anlaşılan.

Bir sen varsın ücrada, belki de kalabalığın en ortasında 

Ve tonlarca sorularınla yapayalnızsın!

Üstelik her bir sorun seni yıkan, mahveden mahiyette.

Ve sorarlar sana:

“Nerelisin? 

Nereden geliyorsun?”

“Keşke” demiştim;

Keşke sadece doğduğun yeri söylemek kâfi gelse,

Keşke sormasalar mesela…

Ama öyle bir anlam değiştirdi ki bu kelime,

Artık doğduğun yeri söylemek yetmez oldu. 

Takma isimlerin, unvanların adıdır aidiyet!

İşte o zaman tek olmak yetmez;

Tek başına başardıkların seni kurtarmaz.

Yaptığın şeyler benzer olsa da

Gözler sana yönelir: “Nasıl buradasın? der gibi.

Çünkü o yerde, o zamanda, sen hiçbir yere ait değilsin;

Âdeta öksüz bir çocuksun.

Sen kimsin? 

Hiç kimse! 

Sadece pasaportun var elinde,

Mezun olduğun bölümlerden birkaç boş kağıt parçası,

Diploma dedikleri şatafat göstergesi.

Yetmez mi? 

Tabi ki yetmez; 

Senin sen olman kâfi gelmez artık!

Temsil etmeni bekliyorlar başkalarının hayalini.

Ancak bu şekilde kendi varlığını inşa edebilirsin.

Doğru ya, bir nebze sadece

Ve başkalarının hayalini yaşamayı

O da hepten ve toptan… 

Kimsesiz, yalnız ama aşırı kalabalık

Notasız seslerden oluşan gürültülü orkestra vızıltısı…