Değerli Okurlarımız,
Ekim ayı, sararan yaprakların dökülmesiyle birlikte edebiyatın derin duygularını da cömertçe beraberinde getiriyor. Helezon’un yeni sayısı, mevsimin ruhunu yansıtan deneme ile şiirlere, sonsuz âleme göçen bir edibin ardında bıraktığı gamla yoğrulmuş biyografiye ve bu hüznü bir çırpıda dağıtıveren, şen şakrak hatıra yazısı ile her hâliyle zarafet fısıldayan ebru görseline ev sahipliği yapıyor. Edebiyatın zamana ve mekâna karşı direnişi, farklı coğrafyalardan yankılanan çeviri şiirlerde kendini gösteriyor. O hâlde sizi, sonbaharın zengin renklerinin ve serin rüzgârlarının eşliğinde, 36. sayımızı okumaya davet ediyoruz. İsterseniz bir takdim sadedinde, ayın birbirinden güzel eserlerine hep birlikte göz atıp edebî yolculuğun mütevazı keşiflerine çıkalım.
Bu sayımızda, Türk edebiyatının deniz ve tabiat tutkusunu en derin şekilde işleyen isimlerinden biri olan, “Bodrum’a Âşık Bir Edip: Halikarnas Balıkçısı”nı yani Cevat Şakir Kabaağaçlı’yı, vefatının 51. yıl dönümünde, Hızır İlyasoğlu’nun kaleminden daha yakından tanıyoruz. Denizciler arasında büyüyen, Bodrum yıllarını bir aşka dönüştüren Cevat Şakir; eserlerinde denizin derinliğini, insan ruhunun incelikleriyle birleştirirken, aynı zamanda Anadolu’nun kadim kültürünü de dünyaya tanıtan isimlerden birisi. Halikarnas Balıkçısı’nın biyografisini okuduktan sonra içinizde eserlerini de okumak arzusu uyanacağını düşünüyoruz.
Ekim ayının iki çeviri şiirinden biri olan, Kırgız şair Atantay Akbarov’un kaleminden dökülen ve İbrahim Türkhan’ın “Ağacın Hüznü” adıyla Türkçeye kazandırdığı güzel bir şiirle devam ediyoruz şimdi. Şiir, insanın tabiatla kurduğu bağın ve kendi ruhsal yolculuğunun bir tercümanı olarak sesleniyor yüreklerimize. Hemen ardından ay ışığı ile yıkanan bir ruh, yere karışan damarlar ve kuşların mutluluğuna yuva olan dallarla devam ediyor. Ancak bu barış dolu denge, beklenmedik bir darbeyle sarsılıyor; yerini, dalını kıran bir ele ve acıya bırakıyor. Şairin dediği gibi bir orman olabilecekken, yoksa kendi ellerimizle mi yoluyoruz umutlarımızı?
Ağaç, tabiat vs. demişken kuşlarla ilgili bir şiirle devam edelim ister misiniz? Hem de göçmen kuşlarla… “Bir Uçuş Senfonisi” başlığını taşıyan şiir çalışmamız; maviye meydan okuyan kuşlara, ilkyazın ilhamlarıyla dolu kanat çırpışlarına ve hazan mevsiminin beraberinde gelen vedalara taşıyor duygu dünyamızı. Sonra akrep ve yelkovanın zamana karşı verdiği bilgece dönüşü, kuşların göç yollarındaki melankolik serzenişlerine karışıyor ilerleyen dizelerinde… Vedalarda saklı hikâyelerin dizelerde yankılandığı bu şiirimizle, bir yandan uzak diyarlara uçarken diğer yandan yüreklerde iz bırakan bir sessizliğe gömülebilirsiniz.
Bu duygu yüklü dizelerin ardından keyifli bir hatıra okumak sanırım hepimize iyi gelecektir. Sıcak bir dostluğun, kültürel sürprizlerin ve neşeli bir karşılaşmanın hikâyesi olan “Termit Avcısı Yorgo” yazısı, Semih Yılmaz’ın usta kaleminden çıkmış. Yazar, sıradan bir termit kontrolü sırasında beklenmedik bir şekilde Türk kökleri olan Yorgo ile tanışıyor ve bu tanışma, iki insan arasında samimi bir bağın oluşmasına vesile oluyor. Mizah dolu anlatımı, sıcak diyalogları ve içtenliğiyle hem gülümseten hem de düşündüren bu hatıra, hayatın küçük anlarının, insanları birbirine nasıl yaklaştırdığının güzel bir örneği.
Ziya Paşa Akyürek’in kaleme aldığı, “ağlamadan önce”, “ağlarken” ve “ağladıktan sonra” şeklinde üç bölümden oluşan “Bilmiyorum Ne(r)deyim?” şiiri, insan ruhunun en derin köşelerinden gelen bir iç çekiş ve bir arayış. Şair, imge yüklü mısralarında, dünya gurbetinde kaybolmuş bir ruhun, acılarla yoğrulmuş dualar ve umut dolu niyetler arasında savruluşunu etkileyici bir dille anlatıyor. Bu güzel şiir, bir iç teselli arayışında olup manevi yolculuklarının her adımında kaybolmuşluk hissi yaşamalarına rağmen umutla yürümeyi hatırlamak isteyenlere göre…
Esma Nur Bulut, anılarla rüyalar arasında ince bir sınır çizen “Solace of The Night” adlı İngilizce şiirini “Gecenin Tesellisi” adıyla Türkçe’ye yine kendisi çevirmiş. Şiirde, şafak sökümüyle unutulan hatıraların ve zihinlerde yankılanan hayaletlerin gölgesinde yaşanan bir iç çatışma, şiirsel bir dille gözler önüne seriyor. Kırık bir kalbin, ilerleyen dizelerde, gecenin karanlığında huzurun ve tesellinin izini nasıl sürdüğü resmediliyor. Gözyaşları kadar berrak bu yolculukta, karşınıza çıkacak olan teselliyi keşfetmek size kalmış.
Mehmet Akif Su, insan ruhunun en savunmasız anlarına dokunan, derin ve etkileyici “Sessiz Kırılış” şiiriyle okurlarıyla buluşuyor. Şair, kalbin “sol yanından kırılışını” kristalin bir darbeyle parçalanmasına benzeterek duygusal yaraların sessiz ama sarsıcı çığlığını ustalıkla dile getiriyor. Hayatın içinde bir an mutluluğun doruğunda uçarken, bir söz ya da hayal kırıklığıyla nasıl savrulup yere düşüldüğünü, bir serap gibi silinen umutları ve kalpte açılan kapanmaz yaraları güçlü imgelerle yansıtıyor. Şiirin dizelerinde, kendi kırılma anlarınıza bakıp kalbinizin derinliklerinde saklı kalan sessiz çığlıkları duyabilir misiniz acaba?
Adem Yağmur’un yalnızlık, vefa ve hayata dair sorgulamaları içeren “Dün Düş(ünd)üm-de” denemesi, her cümlesiyle kalplere dokunacak bir anlatıma sahip. Şehirlerin gölgesinde kaybolan ruhlar, geçmişin sessiz izleri ve var olmanın kırılganlığı, yazının her satırında hayat buluyor âdeta. Yazar, sokak lambalarının soluk ışığında, yalnız evler gibi bir insanın iç dünyasını gözler önüne seriyor. Bir sahilde basılan kum tanesi gibi geçip giden ömrün izlerini taşıyan denemenin satır aralarında, belki de içinizdeki yolcuyu durdurup dinlendirebilir ve o yolculukta kaybolan yanlarınızı bulabilirsiniz.
Bu anlamlı denemeyi şiirsel bir dille anlatmak isteseydiniz acaba nasıl ifade ederdiniz? Tahsîn-i Kelâm, “Hepsi Hikâye” şiiriyle bunu başarmış aslında. Şair; her dizede, hayatın bir “hikâye” gibi aktığını, başarı ve yenilgilerin iç içe geçen bir serüven olduğunu hatırlatırken insan ruhunun dar tabulara ve boş hayallere takılıp kalışını başarıyla vurgulamış. Sade ama güçlü ifadelerle, her adımda geçmişin izlerini ve duygusal derinlikleri hissettiren bu şiirle kendi iç dünyanızda şu soruya bir cevap bulabilirsiniz belki: Hayat bir masal gibi akıp giderken, neyi, ne kadar yaşadığınızı fark edebiliyor musunuz?
Gülçin Özmaden’in, görselliğiyle ruhumuzu dinginleştiren “Fısıltı” adlı ebru çalışmasıyla 36. sayımıza estetik bir nokta koymak istiyoruz. Tabiatın en saf renkleriyle bezenmiş bu çiçek, geleneksel sanatın incelikleriyle birleşerek ebru teknesinde sanki hayat bulmuş. Gri ve beyazın ince dokunuşlarıyla oluşturulmuş mermerimsi arka plan, çiçeğin canlı mor ve yeşil tonlarını ön plana çıkararak kontrast oluşturmuş. Sarı merkez noktası göz alıcı bir odak oluşturan eser, ebru sanatındaki renklerin ve formların nasıl uyum içinde dans ettiğini gösteren cazibedar bir örnek.
Bu güzel eserle birlikte biz de bu sayımızın ortaya çıkmasında emeklerini esirgemeyen bütün şair, yazar ve sanatçılarımıza; yayın kurulumuza; görsel tasarım ve sosyal medya ekibimize; özellikle de yeni sayımızda bizlere eşlik ettiğiniz için sizlere yürekten teşekkür ederiz. Edebiyatın büyüsünü birlikte yaşadığımız bu yolculukta, sizden gelen her geri dönüşüm ve katkının bizim için çok değerli olduğunu belirtmek isteriz. Yeni bir sayıda buluşmak dileğiyle. İyi okumalar.
Sağlıcakla kalın!
Aylardan Ekim ve Helezon. Aslında aylarda bir helezon içerisinde dönüp duruyor. Bu derginin ortaya çıkmasında emeği geçen herkesi tebrik ediyorum.
Bir editör yazısı hazırlamak başlı başına bir uğraş. Yoğun çaba, derin ve çok yönlü bakış açısı gerektiren bir iş. Bütün sanatçıları hakkıyla nazara vermek vefa gereğidir anlayışı bariz hissediliyor…
Emeklerinize sağlık Seher hocam, tebrikler…
Çok teşekkürler Hocam. Dikkatiniz ve nezaketiniz için sağ olun. Sizin de emeklerinize sağlık! Derginin yayınlanmasında emeği geçen herkese çok teşekkürler.