Yolculuğumuz sabah 6.30’da dört arkadaşla başlıyor. Nairobi’den çıkışımız yediyi buluyor. Yolculuğumuzu kendi arabamızla yapacağız. Arabadaki herkes şoförlük yapabildiği için “Sırayla kullanır ve yorulmayız.” diye düşünüyoruz. İstikamet: Batı Kenya. Planlamamıza göre Kenya’nın en batı ucu olan Victoria Gölü ve Uganda sınırına kadar gideceğiz. Gezinin yanı sıra oradaki kültürü tanıma adına aynı şirkette çalıştığımız bazı arkadaşlarımızı da ziyaret edeceğiz. Sabahın erken saatlerinde Büyük Rift Vadisi’ne ulaşıyoruz. Rift Vadisi’nin muhteşem manzarasını seyrederek vadi tabanına doğru iniyoruz. Vadi tabanında yan yana duran iki volkanik dağ var: Suswa ve Longonot Dağları. Yolumuz bu iki dağın arasından geçiyor. Vadi çok yeşil de değil kurak da. Çalılıklar ve tek başına duran akasya ağaçları var. Bu hâliyle belgesellerde gördüğümüz klasik bir Afrika manzarası sunuyor. Vadi boyunca Narok şehrine doğru devam ediyoruz. İlerledikçe yeşillik de artıyor. Biraz ileride mısır tarlasının içinde bir taçlı turna sürüsüne rastlıyoruz. Sürüde yirmiyi aşkın turna var. Taçlı turnalar bana göre turna türleri içerisindeki en güzel kuşlar. İnip birkaç fotoğraf çekip yola devam ediyoruz.
Narok’tan sonra önümüzde Kisii şehri var. Kisii’ye yaklaştıkça yeşillikler artıyor. Hatta etrafta küçük çay tarlaları göze çarpıyor. Fazla büyük olmayan temiz ve güzel bir şehir Kisii. Her tarafta çeşit çeşit muz ağaçları ve kocaman okaliptuslar var. Yemyeşil tepeler ve aralarındaki küçük vadilerden oluşuyor şehir. Buradan Homa Bay şehrine doğru gidiyoruz. Homa Bay Victoria Gölü kıyısındaki koylardan birisine kurulmuş yemyeşil küçük bir şehir. Burada bir arkadaşımızı da ziyaret ediyoruz. Ananas bahçelerinin ve çeşit çeşit tropik meyve ağaçlarının arasında bir ev… Ben hayatımda ilk defa ananas bahçesi gördüğüm için hemen tarlaya dalıp daha yakından bakıyorum. Bahçeyi biraz gezip fotoğrafladıktan sonra yemeğe geçiyoruz. Geleneksel yemeklerin arasında en dikkat çekici olanı muz yemeği. Evet, önümüzde bir tencere pişirilmiş muz duruyor. Daha önceleri muz cipsi falan yemiş olsam da ilk kez muz yemeği yiyeceğim. Patatesi andırsa da farklı ve lezzetli bir yemek.
Daha sonra kuzeye, Kisimu şehrine yöneliyoruz. Yolumuz Victoria sahilinden ilerliyor. Birinci paralelin içinde seyahat ettiğimiz için etraf çok ağaçlık. Ağaçların arasından ara ara gölü görüyoruz. Kisimu çok büyük bir şehir. Nairobi ve Mombasa’dan sonra Kenya’nın üçüncü büyük şehri olduğunu öğreniyorum. Temiz ve güzel bir yer. Muhteşem bir havası var. Geceyi burada geçirip dönüşte şehri ve göl kıyısını gezme planıyla sabah erkenden kuzeye doğru yolumuza devam ediyoruz. Bir aralık ekvatoru geçtiğimizi fark ediyoruz. Artık Kuzey Yarım Küre’deyiz.
İlk durağımız Kakamega şehri oluyor. Devasa okaliptus ağaçlarının içinde küçük bir şehir. Fazla oyalanmadan Mumias’a varıyoruz. Şehirler artık birbirine benziyor. Burada da bir arkadaşımıza davetliyiz. Arkadaşlarımız genelde köylerde yaşıyorlar. Köy yolları ise hep toprak hatta bazen yol bile olmadığı oluyor. Yine zorlu toprak yolları aşıp eve varıyoruz. Evler de genelde toprak. Bazı evler kerpiçten yapılmış bazıları da ağaç dallarının arasına toprak doldurularak. Pencereler çok küçük olduğu için içerisi çok karanlık. İlk girdiğinizde göz gözü görmüyor. Yine yemek ikram ediyorlar. Buradaki en sıra dışı yemek ise hindistan cevizi sütü ile yapılmış pirinç pilavı. Hindistan cevizi tadı gelmiyor ama sıradan bir pilav da değil. Lezzetini burada tarif edemeyeceğim. Köy tavuğunun suyu ile de karıştırıp doyasıya yiyoruz bu lezzetli pilavdan. Sonra sırasıyla Bungoma ve nihayet Uganda sınırındaki Busia şehriyle yolun sonuna geliyoruz. Artık geri dönüş yolculuğu başlıyor.
Geri dönerken aynı yolu takip etmeyeceğiz. Yeni yerler görmeyi hedefliyoruz. Güneye doğru ilerlerken ilk durağımız Maseno oluyor. Tam ekvatorun üzerine kurulmuş bir şehir. Biz de ekvator çizgisi üzerinde durup arabadan iniyoruz. Hem levhalar koymuşlar hem de kaldırım taşları ile yaklaşık üç metre uzunluğunda temsilî bir çizgi çekmişler. Önce rahmetli Barış Manço’nun da yaptığı meşhur su deneyini yapıyoruz. Malum Kuzey Yarım Küre’de su bir delikten dökülürken saat yönünde dönüyor. Güney Yarım Küre’de ise tersi yönde. Orada altı delik kovası ve suyu ile hazır duran adama bu deney için cüzi bir miktar ödüyoruz. Önce Kuzey Yarım Küre’de kovaya su koyuyor, içine de bir yaprak atıyor ve yaprak saat yönünde dönüyor. Bu, sıradan bir şey. Sonra iki üç metre kadar güneye ilerleyip deneyi tekrarlıyor. Evet, yaprak saat yönünün tersine dönüyor. İşte bu inanılmaz! Bir hile var mı diye güzelce kontrol ediyoruz. Hiçbir hile göremiyoruz. Sonra tam Ekvator çizgisi üzerinde aynı deneyi yapıyor, yaprak sabit kalıyor ve su öylece dökülüyor delikten. Zaten bildiğimiz bir konu ama bu kadar kısa mesafeler arasında böyle bir olayı tecrübe etmek inanılmaz bir şey. Her şeye rağmen yine de insanın içinde biraz kuşku kalıyor. Sonra ekvator çizgisi üzerinde yürüyoruz. Bir kuzeye bir güneye geçiyoruz. Kuzey Yarım Küre’den Güney Yarım Küre’deki arkadaşlarla konuşup onlara el sallıyoruz ve daha neler neler… Hasılı Ekvator çizgisinde ne kadar eğlenilebilirse o kadar eğleniyoruz.
Ekvator’dan güneye doğru devam edip tekrar Kisumu şehrine geliyoruz. Şehir merkezinde gezilecek pek bir yer olmadığı için doğrudan Victoria Gölü kıyısına gidiyoruz. Gelirken gördüğümüz bu gölü daha yakından görmek istiyoruz. Nil Nehri’nin de kaynağı olan Victoria Gölü yüz ölçümü bakımından Superior Gölü’nden sonra dünyanın en büyük tatlı su gölü. Afrika’nın da en büyük gölü olma özelliğine sahip. En derin yeri 82 m olan bu gölün üç ülkeye sınırı var. Bir sürü ada, koylar, körfezler ve bu körfezlere kurulmuş şehirler… Bu hâliyle gölden ziyade denizi andırıyor.
Kıyıdaki durağımız gölü en güzel görebileceğimiz yer olan Dunga Sahili. Sahile inince hemen karşıda göle girintili şekilde yapılmış büyükçe bir yapı karşılıyor bizi. İçerisinde seyir terası, oturma alanları ve küçük balık restoranları var. Solda ise balıkçı teknelerinin bağlandığı bir iskele… Tekneler tamamen ahşaptan ve el yapımı. Geleneksel Afrika tarzında yapılmış ve rengârenk boyanmış. Arada turistlere tekne turu yaptırmak için üstü kapalı metal tekneler de var ama bunlar benim pek dikkatimi çekmiyor. Sıra sıra dizilmiş ahşap teknelerin üstüne çeşit çeşit balıkçıl kuşları tünemiş. Bazıları bir tekneden diğerine zıplıyor, bazıları da yarı açık kanatları ile güneşlenip kurulanıyorlar. Gölün kenarlarında da farklı farklı su kuşları var. Özellikle balık temizlenen yerlere yakın duruyorlar ve insanlardan hiç kaçmıyorlar. Temizlenen balıkların kalıntıları ile besleniyorlar. Balıkçıl, leylek ve aynak türleri… Normal bir gölde bu kuşlara bu kadar yaklaşmak imkânsız. Ben de hem kuşları hem de ortamı bol bol fotoğraflıyorum. Gölde iki yüz civarı balık türü yaşıyormuş. En meşhur ve lezzetlisi tilapia. Ama aç olmadığımız ve yolumuz uzun olduğu için balık yemiyor ve yolumuza devam ediyoruz.
Yolda görülecek çok güzel yerler var. İlk durağımız Kericho olacak. Kericho, Kenya’da çay tarımının en yoğun yapıldığı yer. Afrika denince insanların aklına genelde çöl yahut kurak savanalar geliyor. Böyle yerler olmakla birlikte bütün Afrika elbette çöl ve kurak değil. Kenya dünya çay üretiminde üçüncü sırada yer alıyor ve farklı bölgelerinde çay tarımı yapılıyor. Kericho’ya doğru yaklaştıkça ormanların arasında ufak tefek çay bahçeleri görmeye başlıyoruz. Tepeye doğru tırmandıkça çay bahçeleri çoğalıyor. Nihayet zirveye ulaştığımızda sağımızda ve solumuza içinde yer yer ağaçlar ve küçük ormanların olduğu sonu gözükmeyen çay bahçeleri karşılıyor bizi. Arabanın içinde sessizlik hâkim. Kimseden çıt çıkmıyor. Manzara karşısında âdeta büyüleniyoruz. Etraf yağlı boya tablo gibi. Yemyeşil uzayıp giden dağlar tepeler… Hemen arabayı kenara çekip park ediyorum. Atlıyoruz araban aşağıya. Önce havayı içimize çekiyoruz. Rakım olarak iki bin metrenin üstünde olduğumuz için hafif serin ve tertemiz bir hava var. Herkes hem manzaranın hem de birbirlerinin fotoğrafını çekiyor. Ama hep aynı şikâyet: “Bu muhteşem manzara niye fotoğrafa yansımamış. Bir de video mu çeksem acaba?” Herkes bu güzelliği başkalarına da göstermek istiyor ama çok zor. Evet, bu türlü nefes kesen manzaraları fotoğrafa yansıtmak oldukça zordur. Ben de epeyce fotoğraf çekiyorum hâliyle. Sonra tekrar arabamıza biniyoruz.
İlerledikçe bahçelerin çehresi ve renklerinin tonu da değişiyor. Solda çay bahçelerinin içine doğru uzanan ağaçlı küçük bir yol var, dayanamayıp buraya da giriyoruz. Bu yolda da fotoğraf ve videolarla manzarayı kaydetmeye çalışıyoruz. Çay bahçelerinin içinde buna benzer başka yollar, küçük evler, sıralanmış ağaçlar ve manzarayı güzelleştiren daha birçok şey var fakat bunların yanına gidecek zamanımız yok. Ana yola çıkınca etrafımızdaki muhteşem güzellikler hemen bitmesin diye yolun kıyısından yavaş yavaş ilerliyoruz. Biraz sonra çay bahçeleri azalıyor ve bitiyor. Biz de hızlanıyoruz. Daha yolda görülecek çok güzel göller ve millî parklar var ama artık gün bitiyor. Mola vermeden yola devam ediyoruz ve gece saat on bir gibi Nairobi’ye giriş yapıyoruz.